ISSN 1308-8483

ACIYI SEVMEK OLUR MU?
Periskop   

Seyfi GÜL    
  Yayın Tarihi: 17.8.2013    


ACIYI SEVMEK OLUR MU?



Yıl 1999.

17 Ağustos.

Saat 03.02

Bin bir emekle kurulmuş hayatların çatırdamaya başladığı an; böyle tanımlandı tarihe düşülen not sayfalarında. Anaların, babaların, bebelerin, sevgililerin, dostların, kardeşlerin savrulmaya başladığı dakikaların zamanı.

Kimsenin ne olduğunu anlamadığı kabus gecesi.

Oysa ne de güzeldi Ağustos günleri. Çınarlık Meydanı’ndan aşağı ağaçlar altında oturmalar, Koruk Restoran’da, Avcılar Kulübü yanında, iskelede, çay bahçelerinde denize ayaklarını sokacak mesafelerde sohbetlere koyulmalar. Meyve iskelesinde istavrite çapari sallamalar. Kaynamış mısırlar, kasetçi Ahmet’in seyyar müzikholünden en yeni şarkılar. Atatürk vapurunun yanaşıp ayrılmasını film izler gibi seyretmeler. Yatmadan önce sahil boyunda tempolu adımlarla uzun uzun yürümeler. Kavaklı sahilinde sanki her akşam yeniden kurulan panayır havasında gezinmeler.

Gölcük, Değirmendere, Yalova her birinde yaşamayanlarının gözü kaldı denilen, yeşilinin orman, mavisinin deniz diye kondurulduğu, memleketin her yerinden gelenlerince yeni hayatların kurulduğu, bir kere gelinip ayrılmak için çoluk çocuğun razı edilemediği, ekmek kapısı diye koşturulup, sinesinden kopulup, geri dönülemeyen yerler.

Ölmeyen şanslıydı, keşke ölseydim, ayaktayım, ama yaşamıyorum, her şeyim vardı şimdi bir hiçim, hayata bir bavulla başladım, şimdi bavulsuz kaçıyorum buralardan, “Yine de Çok Şükür’lerle anılan saniyeler.

Nasıl bir güç ki koca evi dört yanından sıkan, avucunun arasında ezmeye çalışan, bir türlü bırakmak bilmeyen. Yan odadaki çocuğuna ulaşmanı istemeyen. Ayakta kalmana tahammül edemeyen. Kendi canından vazgeçiren, ama sevdiklerinle de buluşturmayan. Komşudan gelen feryadı kulaklarında çınlayan, ama yardıma koşmaya naçar bırakan bir büyük güç.

Canlara kıyan, binalar yıkan, yangınlar çıkaran, denizin dibini boylatan, yolları paralayan 45 saniye.

Işıksız, telefonsuz, habersiz saatlerin ardından günün ilk ışıklarıyla karşılaşılan acı. Tarifsiz. Sonsuz. Hangisine diye tercih yapılamayan. Acılar denizi.

On dört koca yıl geçti aradan. Adı her geçtiğinde yürekler cızır cızır. Hala o sokaklardan geçmeye ayaklar itiraz ediyor.

Hala o sokaklarda ciddi hasarlı evler var. O evleri bedavaya kapatıp, badana boyayla kiraya verenler var. O evlerde ana babaların göz bebekleri var, öğrenciler var, genç askerler var, bin bir zahmetle iş bulmuş maaşlarıyla kıt kanaat geçinen gençler var, yapacak bir şey yok çaresizliğiyle oturan insanlarımız var. Kentin en yetkili ağızlarından açıklanıyor bu durumlar.

Kentsel dönüşüme oralardan başlanmıyor nedense. Hasarlı, bir şey yapılmamışların yanı sıra güçlendirme denilip dayanıklılığı hakkında her kafadan ayrı seslerin çıktığı evleri kentsel dönüşüme tabi tutup, insanlar, rahatlatılmak istenmiyor nedense.

TOKİ Çeşme’de ev yapma peşinde, Foça’ya gelsin diye dokuz takla atılıyor. Sadece Kocaeli, Adapazarı, Yalova değil, deprem yemiş pek çok bölgemizde bu dönüşümü bekleyen binlerce bina var.

Bunlar durdukça potansiyel acı’lar bizi bekliyor. Onların acı sonuçlar getireceğini yetkili yetkisiz hepimiz biliyoruz.

Acı’yı sevmek olur mu?

Biz farklı bir milletiz.

Seviyoruz.

Seyfi GÜL




Okunma: 2020









   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)