ISSN 1308-8483
Toplum kırgınları / Tarık Dursun K.
  Yayın Tarihi: 18.6.2012    


Toplum kırgınları

Kimi toplumlar kültür açısından çözümsüz bir kısırlığa mahkumdur, bir türlü bunu aşamazlar. Kısırlık toplumun kendi özünden gelir. Koşulları o yaratır. Yine aynı toplum bunu engellemek yada değiştirmek uğruna en küçük parmağını bile kımıldatmaz. Çünkü ne yaşamında, ne geçmişinde ve ne de geleceğinde kültür onu kesinlikle ilgilendirmemektedir. Ona göre bir “lüks”tür kültür. Olmaması, olmasından daha yeğdir.

Altıyüz yıllık bir imparatorluk yaşamı olan Osmanlıya bakınız; ünü dünyayı tut başka ülkeleri ve başka ülke insanlarını derinden etkileyip sarsmış kaç filozofu vardır? O imparatorluk toplumu kaç kaşif, kaç mucit, kaç ressam, kaç besteci, kaç heykeltıraş çıkarmıştır bağrından?

Aynı Osmanlının yönetici kadrosunda (özellikle) şiire ve şaire karşı (şiirlerine bakarak) şaşırtıcı bir yakınlık göstermesi, şaire kol kanat gerip koruması altına alması olsa olsa kendine övgüler düzdürmesi ile açıklanabilir. O çağın şairleri de bunu “olağan” karşılamışlar, kişisel divanları dışında “hamiyetperver” paşalar için dizeler dolusu övgüler yağdırmışlardır.

Övgü yazdırma ve şair kayırıp koruma, Cumhuriyet Türkiye’sinin başlangıç yıllarında da sürmüştür. Paşa üniformalarını çıkarıp sivilleşen eskinin paşaları ya övgüler düzen yada bir gelecekte övgüler düzecek kimi yazar çizer ve şair takımını hem hoş tutmuş, hem de onları “büyük memur” statüsüne alarak kimi kez büyükelçi, kimi kez bir yerlerde yönetim kurulu üyesi ve kimi kez de milletin temsilciliğine getirmişlerdir.

Bu onları yüceltmiştir, ama sanatçı tayfasını hiç de küçültmüş denemez.

Toplumda sanatçının itibar kaybı ne çok eskidir, ne çok yeni. Başlangıcı olarak (belki) Demokrat Parti’nin iktidarda hırçınlaştığı yıllar alınabilir. Sonrasında itibar kaybı hep sürmüş, bugünlere gelinmiştir; saygısızlık içinde, okunmazlık ve ciddiye alınmazlıkla, her biri siyasal ve toplumsal birer düşmana indirgenerek. Gizli yada açık, yurtdışına kültür-sanat göçü bu ve sonrasının sonucudur hep. Bunun üstesinden 12 Martlar ve 12 Eylüllerle gelinmiştir.

12 Martlar da geçmiştir, 12 Eylüller de. Geçmesine geçmiştir de toplumun ve iktidarların sanatçıya (ve kültüre) bakış açısında (ve tutumunda) herhangi bir olumlu değişme görülmemiştir. Beylik deyimle “hamam aynı hamamdır, tellaklar aynı tellaklar”. Böylece toplumun vurdumduymazlığı ve iktidarların düşmanlık dolu bakışları altında kültürümüz çağdaş kültür düzeyine ulaşmaktan geri bırakılmıştır. Yanlış politikalarla, yanlış tutum ve davranışlarla. Yazarımızı çizerimizi küstürerek, bezdirip kaçırarak, onun bunun “müstahak” olduğunu da sezdirip duyurarak…

Bunun en somut örneği, Yaşar Kemal ile Orhan Pamuk gösterilebilir pekala. O ünleri yedi iklim dört bucağı tutmuş, yazdıkları çevrilmedik dünya dili kalmayan, Nobellere aday olmalarından asla övünç duymadığımız bu iki yazarımız bugün topluma kırgındır, küstür ve tarafımızdan yaralanmışlardır.

Bir toplumda toplumüstü insanları yetiştirmek kolay değildir. Kültüre bütün kapılarını ardına kadar açmış toplumlarda bile zordur bu. O toplumlarda bir Sartre, bir Malraux, bir Camus, bir Shaw, bir Steinback yada bir Böll yaşadığı toplumu çok yakından ilgilendiren bir konuda kendi düşüncesini rahatça söyleyebilir. Bu toplumca aykırılı da olabilir pekala. Olabilir çünkü yazar kısmı toplumlar üstüdür, öngörülüdür, sezgileri güçlüdür. Dediklerine (yada yazdıklarına) katılınmasa bile dinlenir, okunur.

Biz ise… Doğululuğa özgü, ne dinliyoruz, ne okuyoruz.

Biz sanatçıyı “abalı” sanan bir toplumuz.


Tarık Dursun K.



2317











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)