ISSN 1308-8483
Sanatın Kader Ortakları / Erol ÇINAR
Erol ÇINAR    
  Yayın Tarihi: 20.8.2008    


Sanatın Kader Ortakları

Tanınmış ressam arkadaşlarımdan biriyle İstiklal caddesinin ortasında karşılaştım. Uzun süredir ilgisizlikten yakınan dostumun alı al moru mordu. Gözlerinden öfke fışkırıyordu. Daha ne oldu? bile diyemeden başladı anlatmaya. Ressam arkadaşım bana rastlamadan biraz önce memleketlisi, tanınmış bir iş adamı ile karşılaşmıştı. İş adamı ressam arkadaşımı görünce saygıyla ayağa kalkmış, birkaç güzel söz ve hal hatırdan sonra ağzından şu cümleler dökülmüş. “Biliyorsun bizim ülkede sanatçıların önemi öldükten sonra anlaşılıyor” diyerek gevrek gevrek gülmüş. Gazetelerden fotoğrafları inmeyen, büyük yatırımlara imza atan iş adamının bu yaklaşımı arkadaşımı çok kızdırmış. Kaçarcasına yanından uzaklaşmış.

İş adamının kolaylıkla telaffuz ettiği bu cümle aslında toplumumuzdaki derin bir anlayışın da ifadesidir. Sanat alanımız, son yıllarda bütün çabalara rağmen çoraklaşmaya devam ediyor. Sanatın ve yansımalarının yani resmin, heykelin, fotoğrafın fert olarak tek alıcısını gösterebilir misiniz?. Bana kaç ev sayabilirsiniz ki, misafir salonlarında aile fotoğrafları yerine imzalı tablolar asılıdır, ya da taklit manzara ve natürmortlar yerine gerçek sanat eserleri… Bana tanıdık, bildiklerinizden eş dostlardan kaç kişi gösterebilirsiniz ki, bir tanıdığa düğün hediyesi, evlilik yıldönümü armağanı olarak, bir ressamın, fotoğrafçının yapıtını hediye etmiş olsun. Son yıllarda artan iş adamı koleksiyonerleri hariç çevrenizde aklınıza gelen herhangi bir koleksiyon meraklısı var mı? Varsa kaç kişidir?. İçten içe duvarları süslemek, hediye etmek, koleksiyon yapmak için tabloya değer verenler belki yok değildir. Ama onlar da yeterli miktarda paraya sahip midirler, bilinmez. Bugün ülkemizde galeri sayısında, resim satışlarında geçmişe göre mutlaka bir artış vardır. Buna rağmen galeri sahipleri, ressamlar, elinde fenerle dolaşan Diyojen gibi tablo hediye edebilen ve tablo koleksiyonu yapan o bulunmaz insanları arıyor.

Ressam arkadaşımın yaşadığı olay bana aynı zamanda babamın sanatsever bir dostunu hatırlattı. Çocukluğuma döndüm. Nazif bey resim severdi. Hatırladığım kadarıyla aileden kalma birkaç tabloya da sahipti. Ona göre yaşamın en önemli anlamı sanat yapıtları arasında geçirilen zamandı. Galerilere, müzayedelere sık sık uğrar, eşin dostun özel koleksiyonlarını inceler, resimler karşısında hayranlıkla gezerdi. Resimleri güzel bir kadına bakıyormuşçasına biraz hayranlık, biraz da ona sahip olamamanın hasetliği ile izlerdi. Resim karşısına gider, gelir, yaklaşır, uzaklaşır resim sahibine ressam hakkında sorular sorar, resmin havasına girmeye çalışırdı. Zaman zaman bütçesinin elverdiği ölçüde, borç harç resimler de satın alırdı. Ona göre yapıtlar insan elinden çıktığı ve yaşamın içine girdiği için doğada yer edinirler, adeta insanlaşırlardı. Hayır, Nazif bey ne koleksiyoner ne de bilinçsiz bir sanatseverdi. O yalnızca kıt kanaat geçindiği yaşamını sanat ile taçlandırmaya, anlamlandırmaya çalışan bir sanat tutkunuydu. Bir seferinde elindeki, kendine göre nadide parçaları paraya çevirmek istemiş, elinin sıkışıklığını böylelikle aşmaya çabalamıştı. Bir akşam vakti yolda karşılaşmıştık. Sinirliydi.

Hiç kimse zorlanmadıkça, daha önce sahiplendiği bir eseri elden çıkarma riskine katlanmak istemez.” Diyerek söze başladı ve devam etti. “Kaç gündür gözümün nuru gibi baktığım eserlerimden birkaçını satmaya çalışıyorum, olmuyor. Kimse resme para yatırmak istemiyor. Sanat yapıtları galerilerde, dükkanlarda herhangi bir eşya gibi satılmadıkça, sanat yapıtı tüccarları, bezirganları ve hatta hastaları türemedikçe, karaborsa başlamadıkça hangi ülkede olursa olsun sanat ve sanatçının geleceği parlak değildir. Hatta iyisi ve kötüsü ile yapıtlar kaldırımlara dökülecek. Yoksa devlet sergileriyle ya da sanat galerilerinin sınırlı sayıdaki insana sunumları ile bir sanat politikası oluşturulamaz.”. Sonrada uzaklaşarak, gitti.

Evet, günler geçtikçe sanata karşı kayıtsızlığımız alabildiğine artıyor. Gündelik, küçük, alelade olaylar avunmamıza yetiyor da artıyor bile. Tanıdıklarımın içinde bulundukları isyan ve hüzün, bana bunları düşündürdü. Ondan ayrıldığımda, günlük hay huy içinde kaybolmuş cenneti aramaya koyuldum.


Erol ÇINAR

erol.cinar@doruk.net.tr


1746











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)