ISSN 1308-8483
Tahammülsüzlük / Sedat YALÇIN
Sedat YALÇIN    
  Yayın Tarihi: 6.11.2009    


Tahammülsüzlük

Topluluk bizim yanınmıza geliyor, susacak olsak, incinirler;
bir şey söyliyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden
o zaman biz inciniriz.
Mevlana


Kişiler yaşadıkları toplumla uyum içerisinde olmalıdır. Doğru! Yüz kere, bin kere doğru. Ancak topluma uyum sağlamak adına farklı bakış açısı ile kendilerini ifade eden kişilere zulmetmek revamıdır?

İnsanlar, genellikle aynı görüşü paylaşanların doğrultusunda fikir beyan ederler. Bu en kolay yoldur. Fikirlerimiz ne kadar doğru olursa olsun -doğruluk izafi/subjektif bir kavramdır- aynı olaya değişik açılardan bakmak bize ne kaybettirir. Farklı yaklaşımlar olmasaydı, semavi ve dünyevi ilim/bilimlerde bu kadar gelişme olabilir miydi? O nedenle, her türlü fikir bizim kabullerimize göre ne kadar yanlış olursa olsun, saygı ile karşılanmalı. İnsanları suçlamak çok kolay; insanları zihnimizde mahkum etmek çok daha kolay. Bu hoşgörüyü gösteremeyenler, kim olursa olsun, zalim değiller midir? İşi o kadar ileri götürürüz ki, fikirlerimizi tartışacağımıza, hemen sesimizi yükselterek karşımızdaki kişileri sindirmeye çalışırız. O da yetmez suçlarız, hakarete başlarız, kaba kuvvete başvururuz, şu adına bu adına. Bu şiddetin dozu öldürmeye kadar gidebilir. Bu kişiler, kendilerini ilahi veya dünyevi erkten yetki almış olarak kabul ederler. Bu anlayış dahi en büyük günahlardan biri değil midir?

Kişileri en kolay suçlama yolu da maalesef inançlar yolu ile yapılmaktadır, tıpkı karanlık ortaçağ engizisyonları benzeri. İnsan şu veya bu inanışa sahip olabilir. Bu tamamen onu ilgilendiren bir husustur. Ama düşünsel açıdan sığ toplumlarda gözlemlenen hoşgörüsüzlük, oldukça aşırı boyutlardadır. Bu tür toplumlarda farklı düşünüş tarzlarının ifade edilmesi adeta, o topluma yapılan bir hakaret olarak algılanır. Ve bu asla kabul edilemez. Hele inanışların eleştirilmesi, sorgulanması asla affedilemez. Bu tarz yaklaşımda bulunanlar derhal pasifize edilmelidir. Düşüncelerini yazılı veya sözlü olarak ifade etmelerine izin verilemez. Aslında bu tarz yaklaşım, çoğunluğun, inanışını ölümüne savunanların zayıflığının göstergesi değil midir? Her inanış sorgulanabilmelidir. Eğer haklı isek neden sorgulanmaktan, eleştirilmekten çekinelim. Tahammülsüzlük en çok bu konularda yaygın olarak gözlenmektedir. Hakaret olmadan, belli nezaket, tartışma kuralları çerçevesinde her inanış sorgulanabilmelidir. Sorgulanmalıdır da! Çünkü gerçekler sorgulandıkları ölçüde daha da güçlenirler. Ama ne yazık ki dogmalara saplanıp kalan toplumlarda yasaklamaların arkasına saklanmak en sık yeğlenen bir yaklaşımdır. Aslında yasakların arkasına saklanmak zayıflığın en temel göstergesi değil midir? Yasaklar da yetmez, kişileri cezalandırma yolu seçilir. Çoğu kez de kaba kuvvete başvurulur. Bu öldürmeye kadar varabilir. 2000’li yılları yaşadığımız çağda, bu görünümün ortaçağ engizisyonlarında, yakılan insanlardan ne farkı var?

Kişileri kolayca suçladığımız diğer bir konu, milliyettir. Hangi topluma ait olursak olalım sayı fazlalığı haklı olduğumuzun dayanağını teşkil eder. Niteliğin yerini nicelik aldığı zaman o toplumlar iflah olamazlar sanırım. Sayı fazlalığı haklı olmanın bir göstergesi değildir. Ancak 6 milyar insanın yaşadığı dünyamızda maalesef henüz bu durum daha çok acılar vermeye devam edecektir. Daha, insanlık seviyesi belki hala karanlık ortaçağ görüntüsü sergiliyor. Her topluluk, kendi toplumlarının daha saygın, üstün meziyetlere sahip olduklarını savunuyor. Herkes kendince haklı. Ancak acaba bu sürü psikolojisinden kaynaklanıyor olamaz mı? Bu kanıya şuradan vardım; izninizle sizinle paylaşayım. Milli maçlar ülkemizde adeta hayatın durduğu, maç sonunda galip gelindiği zaman kutlama amaçlı sıkılan tabanca kurşunlarının havada uçuştuğu zamanlardır. Kahvelerde veya toplu maç izlenen yerlerde biri ayağa kalkıp arkadaşlar bu bir spordur, iyi oynayan kazansın derse, o kahveden linç edilmeden çıkması zordur. Yakın tarihte Türkiye-Yunanistan milli maçı oynandı. Tüm halkımız Türkiye’yi destekliyor. Sıkı ise bir kişi kahvede Yunanistan gol attığı zaman tezahüratta bulunsun. Siz bile, şimdi, olur mu öyle şey diyorsunuzdur içinizden. Peki halkımız bu kadar Türkiye sevdalısı olduğuna göre “İDDİA” oyununda da Türkiye’nin kazanması için oynamaları gerekmez mi? Evet, O maçta, Türkiye-Yunanistan maçında, Türkiye’de oynanan iddia oyununda tüm oyunların Yunanistan’ın kazanacağı şeklinde oynandığı ertesi gün Milli Piyango idaresi/spor toto, loto teşkilatı tarafından resmen açıklandı. Futbol maçını milli dava gibi algılayan halkımız iş paraya dayanınca işin milliliği falan kalmıyor. Bu ne lahana turşusu be ne perhiz. Sürü psikolojisinin tam bir yansıması değil mi ?

Demek istediğim, sayı fazlalığı hiçbir zaman haklı bir neden değildir. Fazlalık, sürü psikolojisi etkisi yapmaktadır. Tabirimi mazur görün, sürünün/kalabalığın hoşuna giden şekilde davranmak, yazılı veya sözlü ifadelerde bulunmak çok kolaydır ve kolayca taraftar ve destek bulur. Asıl cesaret sayı fazlalığı karşısında her olaya farklı açılardan bakabilmek ve seslendirebilmektir. İnsanlığın bugünkü seviyesine ulaşmasını bu aykırı görüşler sağlamamış mıdır? Bilim adamları ve Peygamberler bu hususun en güzel örneklerini oluşturmazlar mı? Peygamberler, sayı fazlalığı, sürü psikoloji karşısında tek başlarına durabilmişler ve insanlık tarihinde dönüm noktalarını oluşturmuşlardır. Peygamberlerin arkasında ilahi güç olduğu akla gelecektir hemen. Doğrudur. Ancak artık peygamberlik sona erdiğine göre hala Allah adına yetkili olduğunu zımnen kabul ederek (şu veya bu deliller ileri sürerekten de olsa) insanlara zulmetmek en büyük günahlardan biri değil midir.

İnsanlar inandığı, yapmaktan hoşnut olduğu herhangi bir şeyi yapmasını bize ne kadar ters gelirse gelsin, ne kadar yanlış olursa olsun kınanmamalıdır. Örneklersek eğer; bir kişi her gün saksıdaki bir çiçeğinin karşısına geçip beş dakika ona bakmadan, onunla konuşmadan, onu sevmeden, evden çıkmıyorsa, bu onu mutlu ediyorsa o kişiyi kesinlikle kınamamak gerekir. Bunun saçma olduğunu söylemek, kişiyi bunu yapmamaya zorlamamak gerekir. Kişi neyi yapmaktan hoşnut ise onu yapmasını hoş karşılamalıdır. İnandığı şeyin yanlış olduğunu söylemek, bunun saçma olduğunu ifade etmek o kişiyi mutsuz, huzursuz kılmaktan başka bir işe yaramaz. Bir çeşit zulümdür. Aslında doğru olan nedir? Gerçek, doğru kime göre doğrudur. Sayı fazlalığı doğruluğun kanıtı olmamalıdır. Çok basit bu örneği her türlü inanışa uygulayabilirsiniz. Gönülden inanılan her şey, herkese yanlış gelse bile, o kişi için doğrudur.

Yaklaşık altı milyar insanın yaşadığı dünyamızda çok farklı inanışlar, milliyetler, ırklar vardır. Her millet, her ırk, her inanış kendi yaşadığı alanda en iyi, en doğru, en güzel hasletlere sahip olduğunu ileri sürmektedir. Manzarayı gözünüzde canlandırın lütfen. Her grup bulunduğu yerdeki sayı fazlalığına güvenerek farklı seslere tepki vermektedirler. Önemli olan bu tepkilerin dozu. İnsanlık bu dozu ne kadar azaltabilir, hoşgörü ortamı ne kadar artarsa; işte o zaman insanlık en yüksek değerine ulaşmış olmaz mı ?

Birçok kişi düşündüğünü sanır. Halbuki tek yaptıkları önyargılarını yeniden düzenlemektir sözü sanırım işin özünü oluşturuyor. Önyargıların esaretinden kurtulmak cesaret ister; ama değmez mi? Artık günümüzde her şeye çok katı bakış açısı ile bakmaktan vazgeçip, her türlü kavramlara hoşgörü ile yaklaşmak daha nezih olmaz mı? Katı kuralların arkasına sığınmak aslında zayıflığın bir işareti değil midir? Ne adına olursa olsun insanları kendi gibi düşünmeye, inanmaya zorlamak zulümlerin en önde geleni değil midir? Düşünsel açıdan sığ bir toplum olmaktan çıkmanın zamanı gelmedi mi hala? Ne dersiniz?


Sedat YALÇIN

syalcin50@yahoo.com


1417











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)