ISSN 1308-8483
Allah yardım etsin / Sedat YALÇIN
Sedat YALÇIN    
  Yayın Tarihi: 13.3.2009    


Allah yardım etsin

Şöyle bir bakalım yaşantımızdan kesitlere. Sanki sanal bir alemde yaşıyoruz. Sadece kendimizi düşünüyoruz. Hep masanın bir tarafından olaylara bakıyoruz. Nadiren de olsa masanın karşı tarafına oturup, olayı o boyutuyla hiç görmek istemiyoruz. Tek yanlı bir yaşantı. Bu yaşantı bize yüzeysel olarak yetiyor. Ama! Hakikaten yetiyor mu? İçimiz, hep bir boşluk, yetmezlik duygusu ile dolu değil mi?

Dilimizden hiç düşürmediğimiz şu cümleler beni çok rahatsız ediyor “Allah yardım etsin”, ”Allah korusun”. Topu Allah’a havale ederek sorumluluklarımızdan kurtulduğumuzu sanıyoruz. Tam bir kandırmaca. Zihnimiz bizi kısa süreli de olsa oyalamayı başarıyor bu şekilde. Ama nereye kadar. Şöyle bir bakalım gündelik hayatımıza!

Kar yağar, hava soğuktur, kendimiz sıcacık evimizde otururuz, camdan dışarı seyrederiz. Belki bir şarkı mırıldanırız. Belki şiir yazarız, sıcak bir çay, kahve eşliğinde. Çok keyifliyizdir. Birden içimizden, derinlerden bir yerden, bir dürtü gelir. İçimizi hüzün kaplar. O an, sokak çocukları, evinde yakacak odunu, kömürü olmayan, hasta yatağında yatan, üşümüş insanlar gelir aklımıza. Hay Allah! Nereden geldi şimdi bunlar aklıma; ne güzel manzaranın keyfini çıkarıyordum, der zihnimiz kendi kendine. Tabii, o anda çıkıp yardıma ihtiyacı olanları arayacak değilizdir ya. Hele şu anı bir atlatalım. Kendimizi rahatlatacak bir fikir arayışı içerisine gireriz. Her zaman yaptığımız, uyguladığımız yöntem aklımıza gelir hemen. Topu başkasına atmak. Öyle bir yere topu atalım ki, vicdanımız rahatlasın. İlahi güç en makul olanıdır. Nede olsa madem ilahi güç, işi ne, ihtiyacı olana yardım etmeyecekte ne yapacak. “Allah yardım etsin” cümlesi tam da bu işi için biçilmiş kaftandır. Bu cümleyi hem de yüksek sesle etrafa duyurarak söyleriz. Oh! Artık rahatladık. Sorun artık ilahi gücün. Bana ne! Zihnimiz gene bizi tatmin edecek bir çözüm bulmuştur. Artık çayımızı yudumlayarak tekrar kar yağışının tadını çıkarabiliriz. Sorun çözülmüştür.

Aynı şekilde gerekli önlemleri almayız ondan sonra “Allah korusun” diyerek, topu gene Allah’a havale ederiz. Dini inanış desem değil; çünkü dinimizde aklı kullanmak esas alınmıştır. Hatta “Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır“ şeklindeki ayet bu husustaki Kuran yaklaşımının çok güzel bir göstergesidir. Kişi arabasının bakımını yaptırmaz, yola çıkar ve ağzından da “Allah korusun” sözünü eksik etmez. Temizliğe dikkat etmeyiz “Allah korur” nasıl olsa deriz. Tembelliğin zihin tarafından çok güzel kamuflesi değil midir bu tarz yaklaşımlar.

Bu tür örneklerin binlercesini yazmak mümkün. Neden bu şekilde davranıyoruz? Mademki kendimizi diğer canlılardan üstün olduğumuzu iddia ediyoruz. Düşünen tek canlı olduğumuzu savunuyoruz. Neden gereğini yerine getirmiyoruz. Neden!

Zihnimiz, bu soruyu cevaplamaya çalışırken dahi, gene dolambaçlı bir yol kullanmaya bayılır. En doğru yaklaşım, sanırım ehlileştirilmiş zihnin henüz devrede olmadığı küçük çocukları gözlemlemek. Çünkü, aile, okul, çevre faktörleri ile adeta ehlileştirilen, doğru olduğu varsayılan kuralların zihnimize kazındığı düşünce sisteminden uzaklaşmak, olaya daha açık ve belki de daha gerçekçi bir yaklaşım sergileyebilir. Çocukların mutluluğu ve iç huzuru yakalamış olması çevre faktörünü göz ardı etmiş olmasından kaynaklanıyor olamaz mı? Kişinin iç huzuru ve mutluluğu yakalaması bu yaşamdaki ana hedefimiz ise, bizim de çocukların kullandığı yöntemi kullanmamız gerekmez mi? Hemen düşünce bu yaklaşıma karşı çıkacaktır yapısı gereği. Eminim ki, siz de, şimdi hemen tepki veriyorsunuzdur. Zihnin baş vurduğu en büyük tuzaklardan biri de budur sanırım.

Kurallar silsilesi ile yüklenen zihnimiz hep aynı düşünce yollarını kullanır. Örneğin, “Allah yardım etsin”; “Allah korusun“ cümlesini ilk defa anne babamızdan duymuşuzdur. Sonra akrabalarımız, eşimiz, dostumuz, komşularımızın olaylar karşısında hep aynı şekilde davrandığını; yani işi Allah’a havale ettiğini görmüş, duymuşuzdur. O halde en doğru davranış şeklinin, bu olması gerektiği gibi bir yargı zihnimize adeta kazınmıştır. Artık bu kural bizim can simidimizdir. Her pozisyonda bizi hem kendimize, hem de başkalarına karşı baş kurtarıcımız haline gelir.

Çevre ne der! Tabiri caiz ise ne pahasına olursa olsun kuyruğu dik tutmak gerektiği, adeta olmazsa olmazlarımızdandır. Şöyle bir bakın gündelik yaşam sahnemize. Etrafa farklı görünmek uğruna nelere katlanıyoruz. Adeta çift kişilik taşıyoruz. İçimiz, kalbimiz başka; davranışlarımız ve sözlerimiz tam tersi yönde. İçimizdeki şarkının melodisi ile dışarıya yansıttığımız melodi çok farklı. Bunun sonucunda çatışma, iç huzura erişememe, melodi karmaşıklığı yani gürültü. Kitaplara geçen en çarpıcı örnekler idam mahkumları ile ilgilidir. İdam mahkumunun başlıca düşüncesi, idama giderken dahi “çevreye vereceği imaj/görüntü“dür. Halbuki içinde fırtınalar kopmakta, korkmakta, üzülmekte, acabalar içinde bocalamaktadır. Ama olsun ne beis var, önemli olan çevre ve imaj. Zihnin yarattığı bu traji-komik olay, sanırım zihnimizin düşünce tarzını çok çarpıcı bir biçimde yansıtmaktadır.

Sonuç olarak çevrenin, toplum kurallarının göründüğü kadar masum olmadığı, insan zihninin kendi kendini haklı çıkarmak uğruna yarattığı, kurallar silsilesinden başka bir özellik taşımadığıdır. Bu nedenle çevre faktörünün, örf, adetlerin yaşamımıza yüzeysel, geçici bir mutluluk sağladığını söyleyebiliriz. Eğer gerçek, sürekli, doyurucu bir iç huzuru, mutluluk arıyorsak toplum kurallarını mümkün mertebe ikinci plana atıp içimizden geldiği gibi davranmalıyız. Tabi bu demek değildir ki, çevremizdeki insanları rahatsız edelim, zarar verelim. Kimseyi incitmeden, içimizden, kalbimizden geçeni uygulamayı kastediyorum. Yani yapmacık, sahte davranışlardan kaçınalım. Kısaca maske takmayalım. Çevre ne der baskısından kurtulalım.

İnsanı en çok rahatlatan olgu şudur “elinden gelenin en iyisini yaptığına inanması”. Herhangi bir olay karşısında, sonu ölümle bitse dahi, eğer elimizden gelenin en iyisini yaptığımıza inanıyorsak, içimiz rahattır. Bizi en çok rahatsız eden, kendi kendimizi yargılamamız ve dahi suçlamamızdır. İçimizden nasıl geliyorsa o şekilde davranmak, çevre ne der kokusundan kurtulmak, elinden gelenin en iyisini yaptığına inanmak bize daha fazla iç huzuru verebilir sanırım.

Tercih sizin ya çevreye uyarak sanal, yüzeysel, geçici bir rahatlık duygusu; ya da içinizden geldiği gibi davranarak, elinizden gelenin en iyisini yaptığınıza inanarak daha doyurucu, daha uzun süreli bir iç huzuru.


Sedat YALÇIN

syalcin50@yahoo.com


1454











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)