ISSN 1308-8483
BANU İMER VE “TEK KİŞİLİK AŞK” / Samle Çağla
Samle Çağla    
  Yayın Tarihi: 15.12.2023    


BANU İMER VE “TEK KİŞİLİK AŞK”



Banu İmer'in yeni kitabı “Tek Kişilik Aşk”, Mühür Kitaplığı Yayınları tarafından basıma hazırlanmış. Eylül 2023’te okuruyla buluşan anılan kitapta 13 öykü bulunuyor.

Kitaba adını veren "Tek Kişilik Aşk" adlı öyküsünde yazar, “pencere” metaforunu farklı bir açıdan ele alıyor: Çağdaş insanın yalnızlığının işlendiği bu öyküde yazar, her iki cinsin (kadın-erkek) hayata bakışını, duygusal ve cinsel açmazlarını komşu iki evde yaşayan insanların arasında aslında var olup da yok sayılan irtibatı, okura adeta sinema filmi izlettirir gibi güçlü bir iletişim diliyle anlatıyor. Karşı penceredeki adamın, yakın komşusunu gün boyu izlemesi, onun her hareketinden kendine göre yeni anlamlar bulmasıyla başlayan süreç, gittikçe felsefi çıkarımlara evriliyor. İnsanın kalabalıklar içinde yalnızlık zırhını kuşanıp kendine sağlam bir kale inşa etmesi, büyülü-gerçekçi bir dil ve sağlam bir üslupla dile getiriliyor metinde. Öyküde, karşı penceredeki komşusu tarafından sürekli İzlenen kadın kahraman Deniz, güya izlendiğinin farkında değil ama izleyen komşuyu her yönüyle tahrik etmek için de en küçük bir fırsatı bile kaçırmıyor; abartılı makyajlar yapıyor (kırmızı ruj sürmesi), dekolteli elbiseler giyiyor... vs. Yazar bu sahneyle bir bakıma, özellikle Türk toplumundaki kadın-erkek ilişkilerini de sembolize ediyor. Zira toplumumuzda kadın -okumuş kentli de olsa- erkekler tarafından seçilip beğenilmek durumundadır. Onlar da bu seçimde istedikleri sonucu alabilmek için erkeklerin zayıf yönlerini harekete geçirirler.
Yazar bu öyküde adeta Metin Erksan'ın “Sevmek Zamanı” adlı filminde olduğu gibi, sevdiği kadını uzaktan, bir pencerenin arkasından seven sorunlu bir erkek karakter yaratmış. Toplumda karşılığı olan bu karakter, karşı cinsle sağlıklı bir iletişim kuramamaktadır. Kadını gün boyu pencereden izleyerek- bir nevi röntgencilik yaparak-âdeta kutsallaştırır. Bu da her ne kadar birebir aynı olmayıp karşıtlık arz etse de eski edebiyatımızda var olan kafes içindeki kadının kendini gizleyerek sokağı gözlediği tiple örtüşür. Klasik edebiyatımızda-özellikle divan şiirinde- gül-bülbül mazmunuyla sembolize edilen bu durumun, eski edebiyatımıza vakıf olan edebiyat öğretmeni bir kadın yazar tarafından güncelleştirilmesi kutlanası bir çalışmadır. Bu kullanım, edebiyatın devamlılığı açısından da önemli bir örnektir.

“Hikâye Sabah Vapurunda Geçiyor” adlı öyküde ise yazar, yine yalnız bir erkeği ele alarak toplu taşıma araçlarındaki sıradan günlük olayları, hareketli ya da durağan betimlemeler ve benzetmelerle ele alıyor: Örneğin: “Bacaklarını tekrar toplamasıyla bir balıkçılın planör gibi iniş yaptığı sudan ağzında balıkla havalanması bir oldu” (“gibi” edatıyla yapılan benzetme)
“Vapur denizi yara yara ilerliyor, bu yarılmanın etkisiyle etrafa köpükler saçılıyordu.”
(hareketli betimleme) “Pembe boyalı, biçimli dudaklarının arasından görünen dişleri bembeyazdı." (durağan betimleme)

“Rastlantı” adlı öyküde yazar, insanın mazide kalan düş kırıklıklarını bugüne getirip kahramanları bugünkü hâlleriyle yüzleştirerek aradan geçen onca zamana ve yaşanan onca olaya rağmen, insanın isterse sevdikleriyle her an yeni bir dünya kurabileceğini müjdeleyip bunun için hiçbir zaman geç olmadığını hatırlatıyor bize. Yazar, birçok öyküsünde olduğu gibi bu öyküsünde de sinema tekniğinden azami ölçüde faydalanıyor. Hemen hemen tüm sahneler, anlatılmaktan ziyade gösterilmeye dayalı çünkü. Günümüz kurmaca yazılarının en favori tekniği olan bu tekniği yazar hakkıyla uyguluyor öykülerinde. Banu İmer öykülerinin genel karakteristiğinden biri de metinlerinde her şeyi söylemeyip okura, tamamlayacağı belirli bölümler bırakmasıdır. O, bu öyküde de başkasıyla evli kadın kahramanını öykünün finalinde, mazide kalmış eski sevgiliyle karşılaştıktan sonra, onunla tekrar görüşmeyi kabul etmesine dair bir işaret olarak ona, “Evet, beni arayabilirsin.” dedirtiyor. Tabii bu cevaptan sonra hikâyenin geri kalanını okurun tahmin etmesi zor olmuyor.

Banu İmer, metinlerinde temaya uygun renkleri, kokuları ve nesnelerin işlevini yerli yerinde kullanabilen bir yazar. Örneğin: “Hayat Yeniden” adlı öyküsünde yatalak bir annenin odası betimlenirken kahramanların mutsuzluğunu dibine kadar anlatabilmek için, mekânı alabildiğine karanlıklaştırıyor. Bu karanlığa, soğuk ve çaresizlik de eklenince oluşan ağır hava bir ölümü çağrıştırıyor. Bütün bu olumsuzluklar, Ensest kurbanı kadın kahramanın istismarcı babası ölünce son buluyor ancak. Bu cümleden olarak, Banu Öğretmen’in realist Rus romanlarında gördüğümüz insan psikolojisini “mekânı betimleyerek verme” yönteminden en üst düzeyde faydalandığını anlıyoruz. Bu öyküdeki sahneler de yukarıda sözünü ettiğimiz sinematografik (göstererek anlatma) tekniğine uygun sahnelerdir. Yine “pencere” metaforu, öykü kahramanı kadın için hayata açılan bir kapı, içerinin izbe karanlığı ise ölümü simgeliyor. Bu da Banu İmer'in simgeci bir yazar olduğunu gösteriyor.

Banu İmer öyküleri çok katmanlı metinler oldukları için, değişik okumalar için de oldukça uygundur. Yazar, kimi öykülerinde ( Beklenmeyen Yanıt) özneleri bilinçli bir şekilde flulaştırıyor. Okur; sahne alan kişinin kadın mı, erkek mi olduğunu anlamakta zorlanıyor. Dolayısıyla aynı sahne, hem kadın kahramanın hikâyesi hem de erkeğin yaşadığı bir macera gibi anlaşılabiliyor. Yazar, okura bu belirsizliği yaşatmak için kahramanların adlarını özellikle kullanmayıp, olayın bütün düğümünü gizli özneye havale ediyor. Yazarın edebiyat eğitimi almış olması, dilinin ve üslubunun sağlamlığını da beraberinde getiriyor. Ayrıca Banu İmer, öykülerinde mektup tekniğini en güzel şekilde kullanabilen yazarlardan. Tabii bu teknikte anlatıcı kişi her ne kadar birinci kişi olsa da muhatap doğal olarak ikinci tekil kişi “sen”dir. Muhatabın ikinci kişi olması bile anlatıcı öznenin birinci kişi sayılmasını engellemez. Buradaki kıstas da anlatılanlardan doğrudan etkilenen kişi hangi adılsa anlatıcı da odur. Örn. “Senin gidişin beni çok yaraladı.” cümlesinde, anlatım üçüncü kişi gibi görünse de yapılan işten etkilenen birinci kişi (ben) olduğu için, anlatıcı da birinci kişi sayılır. Özellikle “Ardından” adlı öyküde, âdeta giden bir sevgilinin ardından yaşadıklarını ona bir mektup sıcaklığında anlattırıyor yazar. Öykü kahramanının (muhtemelen kadın), sevgilisiyle zamanında gezip dolaştıkları yerlere yeniden yolu düşünce canlanan hatıralar, bir Yeşilçam filmi tadında sahnelere dönüşüyor. Yazar, okuru bu melodramın içine aldıktan sonra öykünün finalinde, âşığın yıllar önce yaşadığı o trajik kazayı bir daha hatırlatarak âdeta dağıtıyor.

Banu İmer metinlerinde, gerek olayın geçtiği mekânı gerekse kahramanların üzerindeki giysi ve aksesuarları, işlediği temayla oldukça başarılı bir şekilde örtüştürüyor. Örneğin “Köşebaşında Bir Kadın” adlı öyküde yazar, büyük şehirlerin gece hayatına dair ne kadar kavram ve nesne varsa tümünü sayıp döküyor; söz konusu sahnenin, okurun gözünde en iyi şekilde canlanabilmesi için de dilin bütün olanaklarını kullanıyor. Yazar, gece hayatına düşmüş kadınların içlerindeki kanayanı bastırarak dışarıya ezberlenmiş mutlu “aşüfte” jargonuyla şen şakrak görünmelerini oldukça başarılı bir şekilde resmetmiş. Yazar, önemli yazarlara ait özlü sözleri öykülerinde kullanarak metinler arasılık yapıyor. Örneğin “Yakıcı Duygular” adlı öyküde psikolojisi bozuk, intihara meyilli kahramanına Pavese’nin “Kendime göre, girdabın içine girdim; güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum.”, “Kendini kurtarmayı beceremeyeni hiç kimse kurtaramaz.” cümlelerini söyletiyor. Banu İmer öykülerinde özellikle kadın kahramanlar büyük bir umutsuzluk içinde çırpınırken yazar yine de onlara kıyamayıp kurtuluş için tünelin ucunda bir ışık gösteriyor. Banu İmer, kent yaşamını iyi bilen bir yazar olarak doğaldır ki kentli, görece eğitimli insanların öykülerini yazmış. Onların gündelik hayatından gerçekçi kesitler sunmuş. Bazen de mazide kalan onulmaz yaralara göndermelerde bulunmuş. Hemen hemen her öyküsünde, insanı sarıp sarmalayan bir heyecan ve merak oluşturmayı başarıyor yazar.

Gerçekçilikten ödün vermeyen, bağırmayan, hamasete kaçmayan öyküler bunlar. Otuz yıllık bir Edebiyat ve Türkçe öğretmeninin dil hakimiyetinin her metinde hissedildiği tertemiz genç bir dille yazılmış öyküler. Ders verme kaygısından uzak, kahramanlarını yargılamayan bir kalemi var Banu Öğretmen’in. İnsanı, insana, insanca bir yaklaşımla anlatan bir yazar Banu İmer. Değerli Öğretmenimi kutluyor, daha nice kitaplarda buluşmayı ümit ediyorum.


Samle Çağla



2981










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)