Kasaba günleri
Artık geceleri inlemeler duyulmuyor. Yaşlı komşu teyzenin ağrısı acısı sonsuza dek bitti! Öte alemi bilmesek de bitmiştir herhalde. Hasta ve yaşlılara ölünce acıları son buldu denir ya hep…
Küçük kasabalarda ölümün rüzgârı her kapıyı yalayıp geçiyor ve birer küçük pusula bırakıyor, görünmez pusulalarda hep aynı sözcükler; “bir gün sıra sana da gelecek.” Kısa ve net. Filozofik kitaplar devirmeye gerek kalmıyor galiba! Ölüm kadar tekâmül sürecini hızlandıran başka bir itici güç yok. Ölüme gösterdiğimiz ulviyeti yaşama göstersek hiç mutsuz insan kalmaz. Yine zeytinyağlı taze fasulye kokuyor ortalık, gel yaşam kokusu gel gözünü seveyim, yanına çoban salata ya da cacık da yapsınlar bol sarımsaklı. Sarımsak kokusu Azrail’i kaçırtırmış biliyor muydunuz?
Muhtemelen kasaba insanlarının nasıl yaşadığını da bilmezsiniz siz, bilmeseniz de duyuyorsunuzdur mutlaka; sokakların hakkını veren tüm kasabayı yaşamlarının içine dahil eden ahalinin arasında yaşarken çok şey öğreniyor insan. Sokakların canı var mıdır? Vardır var, hem de ne can… Apartmanlaşmayan, yüksek katlara taşınmayıp ayağı toprağa yakın insanların yaşama tutunuşları da daha sakin ve onarıcı oluyor. Kedileri, köpekleri, cam önü sardunyaları, kapı önü yaseminleri, begonvilleri, nane, mercanköşkleri, biberiye çitleri, sıra sıra hercai ve şebboyları ile sabah akşam sıkı fıkı ilişkileri sokağın canlılığını haykırır yüzünüze… Sulanan çiçeklerin suyuna sarkıntılık eden kedileri güya paylarken sevmenin o tatlı naifliği, kuyruğunu sallayan köşebaşı köpeklerinin bir parça ekmek için kulaklarını düşürüp göz kaçırmaları yok mu?
Ya o kapı önü sohbetlerinin hiç bitmeyen kasaba dedikoduları, gelen geçenle yarenlikler, hastaların güneş banyosu için tekerlekli sandalye seansları, yürüteçli yürüme adımları her sokağın yaşam çığlıklarıdır ki henüz çocuklara sıra bile gelmedi. Çocuk cıvıltıları sebepsiz ağlayıp zırlamaları bile tüm senfoninin birer parçası. Ta ki saatler gece yarısını geçip herkes uykuya çekildiğinde sokak köpeklerinin serenadı başlar. Onlar gece nöbetine geçince mahalleler arası gezen köpek çeteleri her gece kendi filmlerini çevirir. Grup gezerler ki, sokağın bekçi köpekleri bir maraza çıkarmasın! Köpek ulumaları, havlayıp gürültülü boğuşmalar hep bizim güvenliğimiz için. Ninni gibi gelir o sesler kasabayı seviyorsanız eğer…
Her sokağın yaşlısı genci, hastası ustası, engelli koşucusu, pusetli bebesi, ayaklanmış cimcimesi illa ki vardır. Ege’de kasaba hayatının içinden geçip etrafına bakınan şehirliler sokağa asılıp güneşlenen çamaşırları anlayamaz, sokaktaki masa sandalyeyi de anlayamaz, kilitsiz öylece duran bisikleti, scooteri, kovayı, balık ağlarını, paragatları, sele sepeti de anlaması mümkün değildir.
Duvarlar yakındır yan komşuyla, tık deyip yetişin desen koşanı çoktur mahallelinin. İnlemesi bitti yaşlı komşumuzun. Oysa akşamdan ne güzel oturuyordu tekerlekli sandalyesiyle kapı önünde… Bir varmış bir yokmuş. Artık inlemeleri duyulmuyor, tüm sokak yolcu etti yaşlı komşuyu öte aleme. Ardından taziyeler, birlik dayanışma ve “kalanlara sağlık” dilekleri uçuştu sokağın sesleri arasında. Derken soğanın kavruluşu sızdı pencerelerimizden, birisi fasulyeyi çok seviyor ama kim? Kışın en çok etli kurufasulye ve nohut kokusu alıyorum sokaktan, yazın da taze fasulye, balık kızartmasını saymıyorum o zaten sahil kasabalarının olmazsa olmazı…
Oysa bizim çocukluğumuzda patlıcan biber kızartması yayılırdı sokaklara, apartmanların merdiven boşluklarına; hele o patates kızartması yok mu inşallah bizim evdendir bu koku diye girerdik evlerimize akşam olunca. Apartman çocuğuyduk vaktiyle. Kasabaları geç keşfettik. Şimdilerde ne kadar kasaba adeti usulü varsa uygulayasım var. Kapı önünde ot ve sebze ayıklamaktan çok hoşlanıyorum. Gelen geçenle yarenlik etmekten de… Kediler sürtünüyor ayaklarıma, aç değiller biliyorum, balıkçı komşum taze balıkla besliyor her gün onları, sevgi istiyorlar dertleri sevgi. Kimin değil ki!
www.ascifok.com
|