Hamburg Hamburg
Almanya’da yaşadığım gençlik yıllarında, birkaç şehri gezip dolaşmak, görmek, yaşamak nasip olmamıştı. Onlardan birisi de Hamburg’du. Bu defaki durağım, muhakkak Hamburg olmalıydı. Çünkü öteden beri duyduğum şeyler beni etkilemişti. Mesela, Hamburg, Almanya’nın dünyaya açılan kapısı, dünyanın sayılı ve Avrupa’nın ikinci büyük limanı oluşu, hatta limanın deniz kıyısı yerine Elba nehrinde kurulu olması, St.Pauli’si daha duyduğum pek çok özellikleri beni bu şehre çekiyordu. Aynı zamanda, Berlin'den sonra Almanya’nın ikinci büyük şehri olan Hamburg’u görmek için, kafamda yeteri kadar sebep oluşmuştu. Günler öncesinden okul arkadaşım Cem’e Hamburg’a gelmek istediğimin haberini verdim. Cem, bu habere çok sevindiğini ve dört gözle beklediğini söyledi.
Cem ile Ankara’da aynı dönem yatılı okumuştuk. Okul bittikten sonra ayrıldık. İki sene önce Antalya'da bir toplantıda kısa süreli karşılaşmamız hariç 40 sene birbirimizi görmemiştik. Kısa da olsa orada hasret gidermiştik ama, sevincimiz kursağımızda kalmıştı.. Şimdi ise Hamburg’da hem yarım kalan hasreti gidereceğiz, hem de gezip dolaşacağız ve birkaç gün Hamburg’u birlikte yaşayacağız. Dönem insanları için okul ve askerlik arkadaşlıkları çok önemlidir. O bakımdan karşılıklı ziyaretlerde çok önem arzeder. Öyle de oldu; vakit geldi, İzmir’den Hamburg’a seyahat İstanbul aktarmalı başladı ve ben birkaç saat sonra Hamburg’a indim. Cem, hava limanında beni bekliyordu, bunu biliyordum çünkü öncesinde haberleşmiştik. Koridorlardan geçtikten sonra, polis kontrol noktasında iki kuyruk vardı. Her kuyrukta en az 120 kişinin sırada olduğunu görünce içimden, 'eyvah, Cem beni çok bekleyecek' dedim. Pasaport polisi yeteri kadar hızlı değildi. Kuyruktaki her kişinin pasaportu tek tek dikkatle inceleniyordu. Pasaport hamilinin yüzüne 3-5 kez bakılıyor ardından giriş mührü basılıyordu. Bir an, bu kuyruğun hiç bitmeyeceğini ve Cem'in dışarıda en az benim kadar sıkılacağını düşündüm. Sonuçta, gecikmeli de olsa dışarıda birbirimize kavuştuk. Ayaküstü hasret giderdik ve arabaya atladığımız gibi, Cem’in evinin yolunu tuttuk. Eve vardıktan sonra, dışarıda, havanın -2 derece olduğu bilinciyle içeride içtiğimiz birer fincan kahve, bize çok iyi geldi. Ardından hava kararmadan otele yerleşmek istediğim için evden ayrıldık. Cem beni otelime getirdi. Odaya eşyalarımı yerleştirdim. Bavul yükünden kurtuldum.
Keşif zamanı
Sabahtan beri hareket halinde olmama rağmen, yorgunluk hissetmiyordum. Cem'le otelden çıktık ve belediye meydanına doğru yürüdük. Yılın bu dönemi Hıristiyan alemi için önemlidir ve bu süre 1 Ocak'a kadar sürer. Şehrin geniş caddeleri ve büyük meydanları, ışıklar, renkler, süsler, parlayan pırıldayan ne varsa onlarla süslenir. Weinachten öz hazırlıklarından dolayı süslenen, meydan – cadde ve sokaklara kurulan pazarlarla, çekicilik yaratılır. İnsanlar evinden dışarı çıkar ve bu alanlarda bulunduğu eş – dostlarla hoşça vakit geçirirler. Bu onlar için vazgeçilmez bir kültür ve yaşama biçimine dönüşmüştür. Bu alanlardan en büyüğü şüphesiz kent sakinlerini gururlandıran tarihi Belediye binasının önündeki meydanda kurulmuştu.. Burada kurulmuş olan pazar büyüleyiciydi. Her türden çikolata, pasta, tatlı, şekerlemenin binbir çeşidi ve Glühwein çayı ile kaynamış kırmızı şarap tezgahları ve bu tezgahlardan her tarafı sarmış Glühwein kokusu, bu soğukta içilecek tek seçenek gibi geliyor insana. Oradan biraz ve buradan biraz derken, gezdik dolaştık keyifli bir akşamın ardından yorulduk. Acıkan karnımızın zilini duyunca yakında güzel bir ÇİN restoranında, kızartılmış hindi ve soslu spagetti yedik. Yemek sırasında ve sonrasında süren koyu muhabbetin ardından, ben otelime çekildim, Cem evine gitti.
Sabahın Güzelliği
Gerçekten dün çok yorulmuştum. İzmir – İstanbul - Hamburg ve sonrasında dolu dolu yarım gün tabanvay ile küçük de olsa Hamburg turu kolay değildi, ama bir o kadar da hoştu. Başımı yastığa koyar koymaz uyudum. Eslek hastalığı olsa gerek, ertesi sabah kurulu saat gibi altıda uyandım. Canım biraz tembellik yapmak istedi, ama en fazla 20 dakika dayanabildim ve kendimi yataktan attım. Sabah yürüyüşü için, gözüme kestirdiğim güzergahta bir saat kadar yürüdüm. Hava soğuktu, güneş henüz doğmamıştı. Alacakaranlıkta, sessiz sedasız yürümek hoşuma gidiyordu. Bir saat kadar sonra hava açmaya başladıkça, kentin güzelliği ortaya çıktı. Özellikle tarihi binalar ve binaların renkleri beni büyülüyordu. Dün akşam ışıklandırılmış gördüğüm binaları, bu sabah güneşin aydınlattığı doğal haliyle görüyordum, renkler harikaydı. Daha kentin küçücük bir kısmını görmeme rağmen, devlet destekli korunan eski binaları görünce, açık söyleyeyim, imrendim. Otele tekrar döndüm, güzel bir kahvaltı yapmak istiyordu canım. Kahvaltı salonunda gayet güzel hazırlanmış bir açık büfe, beni bekliyordu. Canımın isteği her şey vardı ve keyifli bir kahvaltı yaptım. Ardından fincanımdaki birkaç yudumu içtikten sonra, saat dokuz buçuk gibi kendimi, yeniden alışveriş caddesinde buldum. Gelmeden küçük bir alışveriş listesi yapmıştım. Listem kabarık olmadığından, bir dükkanda aradığım her şeyi bulabildim. Aldıklarımı yarım saatlik yürüme mesafesinde olan otelime götürdüm ve odama bıraktım.
Şehir turu ile gelen güzellikler
Saat on birde tren garının önünde yeniden buluştuk Cem'le. Oradan buradan ve dünden ayaküstü konuştuktan sonra, şehir turu yapmak üzere, iki katlı otobüse bindik ve otobüsümüz on ikide hareket etti. Elimizde güzergah planı vardı ve plana göre belli ki güzel noktaları gezip dolaşmak, görmek kısmet olacaktı. Şans bu ya, anlatımı iyi ve neşeli bir de rehbere denk geldik. Rehber her turda olduğu gibi bu turlarda da önemlidir. İyi bilmeli ve bildiklerini iyi, neşeli, esprili anlatmalı. Aksi taktirde turdan alınacak bilgi de, keyif de esprili olur. Otobüsün hareketi ile birlikte, önce kendini tanıtan rehberimizin anlattıklarını hafızama kazırken, gördüklerimden gerçekten çok etkileniyordum. Cem de aynı şekilde etkileniyordu. Hamburg'un çok yerini avucunun içi gibi bilmesine karşın, bu turda ilk defa gördüğü yerler de vardı. O da benim gibi, güzellikler karşısında etkilendiğini gizleyemiyordu.
Turu, uzun uzun anlatmak istemiyorum ama bazı izlenimlerimi anlatmadan da geçemeyeceğim. Aussenalster gölü çevresi, Binnernalste gölü çevresi, Elbe nehri kenarı (liman) ve Belediye Meydanı ile birlikte tarihi ve kültürel binaları parkları yeşil alanları gezmekten ibaretti. Gardan başlayan tur, tekrar garda bitecekti, öyle de oldu. Eski yerleşim merkezinde ne kadar tarihi bina varsa, bu turda görmek mümkün oldu. İyi korunmuş kültür merkezleri, tiyatrolar, sayısız saraylar, şatolar muhteşemdi. Yer yer, metre karesi 20 bin Euro olan büyük bahçeli şatolar arasında, kedisiyle evlenmek isteyen, bunun için Fransa'dan ve Almanya'dan izin alamayan K.L.Felt‘in şatosundan tutun, camları Nivea mavisiyle süslenmiş Nivea Şatosu gibi, sayısız malikaneler, İranlıların bu semtte yaptığı ve Hamburg'a hediye ettiği dış cephesi mozaikle süslenmiş cami, 2. Dünya Savaşı'ndan önce ve sonra Amerika'ya yerleşmek isteyen insanların son durağı olan Atlantik Oteli, hemen karşısında dünyanın en tanınmış kişilerinin konakladığı meşhur Hotel Vier Jahres Zeiten, planladığı halde Hamburg'a gelmeden uğradığı suikast sonucunda ölen Kenedy adına yapılmış, Kenedy Köprüsü, muhteşem Belediye Sarayı, 1. Dünya Savaşı'nda ölen 40 bin asker anısına yapılmış anıt ve Elbe Nehri kıyısında yer alan ve bugün müze olarak işlev gören en az 200 yıllık çok sayıda eski hangar ve depolar, Hamburg’a zenginlik katmıştı. Bu hangarların her biri bir müze haline getirilmişti. Tur bitti ve biz soluğu yine Hamburg’un en eski cafelerinden birinde aldık. Ismarladığımız pastayı yer, kahveyi yudumlarken Cem bana, turda göremediğimiz, Hamburg'un diğer özelliklerini anlata anlata bitiremedi. İki saat nasıl geçti, anlamadım. Arkasından şehrin önemli caddelerinde biraz yürüdükten sonra, özellikle Türklerin ve Arapların yerleşik olduğu Steindamm caddesinde soluğu aldık. Tam bir İstanbul gibiydi. Bu caddenin Münih'teki Geothe Str.’dan hiç farkı yoktu; her türlü alışveriş, yeme içme, eğlence mekanı vardı. Ve çoktu, kendimi İstanbul'da zannettim. Bu zamanda Türkiye'de bulamadığımız muşmula bile vardı. Cadde üzerinde, temiz olduğuna kanaat getirdiğimiz Köz Ocakbaşı'na girerek, keyifli bir yemek ile karnımızı doyurduktan sonra, Cem’in cebindeki sayacın dediğine göre yürürken yaklaşık 14 bin adım atmışız.. Arkasından U bahn (tramvay) ile, dünyaca meşhur, olmazsa olmaz St.Pauli’ye gittik. St.Pauli’de yürürken, sağ tarafta kurulmuş 'DOM’a uğradık. Bizdeki lunaparkın aynısıydı fakat neredeyse on kat daha büyüktü; bir uçtan bir uca yürüyerek, ancak bir saatte varabildik. İçinde sayamadığım kadar, leziz yemeklerin olduğu portatif restoranlar, pastaneler, şekerleme dükkanları, oyun alanları vardı. Hava soğuk ve saatlerdir yiyip içip gezen insanlar olarak, aynı anda ikimizi de WC’ye ihtiyaç duyduk. Burada bulabilir miyiz demeye kalmadan bir baktık ki, her 150-200 metrede bir WC’nin konulduğunu gördük. WC’ler TIR boyutunda temizliği on numaraydı. Dikkatimi çeken bir şey daha oldu. O da bazı ülkelerde bu tür yerlere gidilirken, genelde engellilerin evde bırakılmasına karşın, burada engelliler de hayattan payına düşeni alabilsin diye her türlü kolaylık yaratılmış ve yine her 100-150 metreye engelli WC’si konmuştu. Bir saatin nasıl geçtiğini anlayamadık. Dom’dan yürüyerek ayrıldıktan on dakika sonra St.Pauli’ye geldik. St.Pauli, Dünya’da eşi ve benzerine çok az rastlanan, genelde de Asya'da olan, bir eğlence semti vardı. İçinde caddeler, sokaklar, meydanlara kurulmuş her türden tiyatro, yine her türden ve çok miktarda eğlence mekanı, kabare, görsel dans, table dans, müzik, hatta büyük ölçüde seksapel barındıran, sayısız mekanlardan oluşuyor. Öyle ki alkolün su gibi aktığı, eğlencenin doruğa vardığı bu semtte, zor şartlarda görev yapan polislerin sıkça değiştiği söz konusuymuş. Yani, burada uzun süre görev yapmak, her polisin harcı değilmiş. Sadece St.Pauli’yi dolaşmak, bu güzel semti görmek için Hamburg’a gelen insanlar bile varmış. Ancak bizde yaş kemale erdiği ve dışarıda hava -4 derece olduğu için, aslında St Pauli’de gece hayatının saat 23:00‘da başlamasına karşın Cem ve ben, saat 22:00 gibi St.Pauli’den ayrıldık.
Hamburg Avrupa'nın ikinci büyük görkemli limanına sahiptir. Liman çoğumuzun düşündüğü gibi deniz kıyısında olmayıp, Elbe Nehri'nin içindedir. Liman, Elbe Nehri'nin denize döküldüğü deltadan başlar, iç kısımlara doğru uzanır gider ve Dünyadaki her türden büyük geminin yanaşabileceği derinliktedir. Pek çok Hamburglunun da, içinde yaşarken bile bilmediği bir gerçek daha vardır ki, o da Hamburg otuzdan fazla adanın üzerinde kurulu ve birbirine 2486 adet köprü ile bağlı olan bir şehirdir.
Hamburg'un, St.Pauli’si, nehirleri, şatoları, tarihi binaları, tiyatroları, müzeleri, kültür sarayları ile gezilip görülmesi gereken, Almanya’nın kuzeydeki en güzel kentlerinden birisi olduğunu söyleyebilirim.
sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com
|