ISSN 1308-8483
Foça'ya yerleşmek / Nurdan ÇAKIR TEZGİN
  Yayın Tarihi: 27.11.2016    


Foça'ya yerleşmek



Foça hakkında konuşmak bana her zaman keyif verir. Foça söz konusu olunca, terazisinin müşteriden yana olan kefesini ağırlaştıran insaflı esnaf gibiyimdir. Olumsuzlukları görmeyen gözlerim minicik bir güzelliği şahlandırıp herkesi özendirsin ister. Yıllardan beri yaptığım budur. Kendi eşsizliği içinde butik şehir kimliğini gururla taşıyan Foça, doğal dekoruyla antik bir kıyı yerleşimidir. Oylumlu koyları ve insanı ilk görüşte çarpan bakirliğiyle adeta bir Ege klasiğidir.

Batı yakasında değişen bir şey yok demek isterdim bu satırlara başlarken…

Değişimin göze batan şekli, gelişme olarak adlandırıldığında yararlıdır lakin gerilemeyi göze almış bir değişim can sıkıcı bu çok açık.

Foça’nın önceki yıllarını bilmeyenler bugünkü halinden neyi kastettiğimi anlamayacaklardır ama, olsun, zaman denilen sabırlı süreç insana ulaşabilecek bir dil mutlaka buluyor.

2004 yılından bu yana www.focafoca.com‘a 600 küsur makale, tarif ve anlatı yazmışım. (“Foça Mutfağı” kitabımı bu konunun dışında tutuyorum.) Hep de Foça’yı, Foça’ya dair güzellikleri işaret etmişim satırlarımda. Okuyucuya işimin gücümün Foça olduğunu hissettirmişim sürekli.

Kendimi Foça’dan sorumlu tutmak çok garip bir duygu; insan bir kentin gidişatından neden sorumlu hisseder kendini? Ne yapmış ya da yapmamıştır da böylesi bir sorumluluğun altında ezilir!

Bunu yaparken başkalarını bu kadar etkileyebileceğimi bilmiyordum. Yıllar içinde çok fazla e-posta aldım. Foça hakkında soru-cevap şeklinde çok sayıda yazışmalar yaptığımı düşündüm Mersinaki koylarını dolaşırken. Bu arada üçüncü Mersinaki’deki reçellik ham incir topladığım ağacı kesmişler. Bir kentin taşını toprağını, ağaçlarını, hangi tepe yamacında hangi otların fışkırdığını bilmek zaman istiyor, sadece merak etmenin yetmediğini zaman öğretiyor insana.

Foça’ya ilk geldiğim günleri hatırlıyorum; merak ve aşkla doluydum, her gördüğüm yeni şey apayrı heyecanlar veriyordu. Aptal aşıklar gibi dolaşırdık Turgay ile. Atlıyorduk bisikletlerimize Büyükdeniz’deki askeri bölgenin dikenli telleri arasından Şeytan Hamamı’nın fotoğraflarını çekiyorduk. Hamam sanıyorduk önceleri, meğer mezarmış sonradan öğrenmiştik. Büyükdeniz’den Küçükdeniz’e dolaşıyoruz derken İngiliz Burnu’nun arkasından birinci Mersinaki’ye inince, Foça’yı bir saat içinde dolaşıp bitirmiş olduğumuzu fark edip şaşırıyorduk!

Yerleşilen yeni yerin o ilk keşifleri nasıl da heyecan verir insana. Öyle iyi anlıyorum ki Foça’ya yeni yerleşenleri, Foça’da yaşama hayalleri kuranları…

Romantizmin esrikliği olmasa realiteye esir olmak çok sıkıcı!

İstanbul’un arka bahçesi olmaya başlayan bir Foça var artık. Zaten Karşıyaka ve Manisa’nın yazlık verandasıydı, şimdi İstanbulluların da akınına uğradı öyle görünüyor. Gelenler aradıklarını bulabiliyorlar mı diye şöyle dikkat kesiliyorum, kaygılarımda haklı çıktığımı görmek istemiyorum. Keşke o günbatımlarına tutsak satırları ulu orta dökmeseydim ortalara. Foça’nın kaldırım taşlarını, taş evlerini, yaşanmışlık kokan sokaklarını o kadar ballandırarak anlatmasaydım… Balığını ve balıkçılarını, delisini, kedisini, mutfaklarından taşan yaşam kokularını, antik zaman perilerini o kadar sevinçle anlatmasaydım…

“Bir masal ülkesini anlatır gibi yazıyorsunuz Foça’yı Nurdan Hanım, özenmemek elde miydi” diyor Foça’da umduğunu bulamayan bir okurum.

Nedir ummak? Neyi umarız da bulamayız bir türlü?

Beklentilerimizin sonsuzluğu içinde debelenirken sahip olduğumuz yaşam kriterimizin doğuştan beri hakkımız olduğunu düşünürüz çoğu zaman. Kışları kaloriferli sıcacık evlerimizde oturup uzaklardaki ütopyamız olan sahilleri düşünüp hayal kurmak nasıl da iyi gelir çoğumuza. İnsanoğlunun doğasıdır erişemediğine özlem duymak; köylü şehre özenir, şehirli köye ve dalgaları köpüren o ütopik sahil kasabasına…

Şehrin birinde; Elindeki kitabı usulca dizlerinin üzerine bırakır, gri bulutların kararttığı gökyüzünü görebilmek için pencereye doğru başını iyice kaldırır. Karşıki apartmanların kirli suratlı çatılarına takılır gözleri. Hoşnutsuz bir iç geçirişle; “ah o güzeller güzeli Foça’da olmak vardı” der. Ve hayallere dalar; günün birinde o sahil kasabasında yerleşik bir yaşam kurmak ümidiyle…

Anlıyorum ki yıllardır pek çok insanın hayallerine tercüman olmuşum.

Geçmiş gerilerde kaldı bugün yeni şeylere değinmek lâzım. Bugünkü Foça’yı yazıp anlatmak lâzım belki...

Evet, Foça’daki alt yapısı oturmamış eski evlerin şehirlilere yetmeyen konforundan, küçüklüğüne ters orantılı büyüyen astronomik kira ve satış ücretlerinden bahsetmeli belki biraz. Bitmeyen, hatta durma noktasındaki Phokaia kazılarından, son on beş yıldır ha onarıldı ha onarılacak denilen yel değirmenlerinden de bahsetmeli.

Foça’ya yerleşecek olanlar için önemli olan çorbanın tadı yerinde olsun, evler sıcacık olsun o yeter diyeceğiz muhtemelen! Önce sağlık diyeceğiz tabi, o ayrı. Peki, sağlık hizmetleri yetecek mi? Çeşmelerden temiz içme suyu akıyor mu, elektrikler kesiliyor mu, kanalizasyonlar, foseptikler taşıyor mu, kışları soğuk rüzgârlar esmeye başladığında birkaç eş dostunuz dışında oyalanacağınız sosyal faaliyetleriniz var mı? Kitap okumak, yürüyüş ve film seyretmek dışındaki beklentileriniz tatmin veriyor mu?

Kolay değildir sahil kasabalarında kışı geçirmek. Hele büyük şehrin o hengâmesine alışmışsanız hepten zorlaşır uzun kış geceleri. Gündüzleri güneşi boldur oysa Foça’nın, cümle âlem sahil kahvelerindedir siz de ilişiverirsiniz ahşap sandalyelerin yarenliğine. Evlerin rutubet kokan duvarlarını unutursunuz kış güneşine bıraktığınızda kemiklerinizi. Gençlere neyse ne de, yaşı ilerleyenlerin keman çalan kemikleri ısınsın ister. Ne ki bedenlerinizi ısıtacak sevdiğiniz olsun yanınızda.

Kışın Foça tek başına çekilmez, melankolinin dibine vurmayı seviyorsanız o başka!

Kış güneşiniz bol olsun…




Nurdan ÇAKIR TEZGİN



8816











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)