ISSN 1308-8483
CAN DOSTUMA / Elif Y. ÖZEL
Elif Y. ÖZEL    
  Yayın Tarihi: 4.4.2016    


CAN DOSTUMA

Sıradan bir gündü…

Ya da öyle bir gün gibi başlamıştı her şey. Keşke her zamanki gibi bir gün olsaydı da bunları yaşamasaydım dedirten, o koskocaman “sessiz çığlığın” ve “çaresizliğin tonlarını” yüreğimde hissettiğim, sıradan olduğunu zannettiğim, aslında benim için pek çok insanı sıradanlaştıran o büyük gün…

Telefonum çalmıştı. Telefonun öbür ucundaki kişi, can dostum, çocukluk arkadaşım aynı zamanda sırdaşımdı. Biz normalde telefonda özel şeyler konuşmazdık pek. İşte bu yüzden, çalışma odamdan çıkmanın gerekli olmadığını düşünmüştüm.

Sıradan bir günde ilaç gibi gelecekti Bahar’ın sesi bana. Çünkü hep öyle hissederdim. Ancak kendimi reçeteyi okumakta zorlanmayan bir eczacı gibi hissetmem uzun sürmemişti.

Evet, gerçekten de reçeteyi okumakta hiç zorlanmamıştım yine. Ama reçetede yazan ilacın hangi rafta olduğunu bir türlü kestiremiyordum. İlacı bulmam ve bir an önce elleri titreyerek reçetesini bana uzatan hastaya vermeliydim.

Tam karşımda duran ve ayakta durmakta güçlük çeken hastanın “Kanser Tanısı” aldığı her halinden belliydi. “Pazarlık” aşamasındaydı. “Red” aşamasını çoktan geçmişti. Yaşamla ölüm arasındaki boşluğu, artı ve eksilerle anlamlandırdığını ve ağır basan tarafa kaymanın an meselesi olduğunu, hastanın benden kaçırdığı bakışlarından anlamam hiç de zor olmamıştı.

“Tedavine güvenmelisin, iyileşeceksin” ve hatta “şimdi sana yaşaman için binlerce gerekçe sıralayacağım” demem gerekiyordu sanki.

Ama sadece dinledim. Bana anlattıklarının boğazıma düğüm düğüm oturduğunu hissettirmeden dinledim onu. Yaşadığı çaresizliği sadece hıçkıra hıçkıra ağlayarak anlatırsa, belki biraz olun rahatlayabilir düşüncesiyle tek bir kelime dahi etmeden dinledim onu, sadece dinledim.

Ve bir kez daha telefonun diğer ucunda olmanın ne büyük bir çaresizlik olduğunu, yüreğim acıya acıya da olsa bir kez daha hissetmiş oldum.

Bahar her zaman fikirlerime saygı gösterir, önerilerimi dikkate alır ve kendisini ne kadar çok sevdiğimi iyi bilirdi. Bu yüzden, bazen en acımasız eleştirilerimin başrol oyuncusu olurdu. Hayat yerine, insanlarla mücadele etmek zorunda bırakıldığı için bu rolü üstlenmenin hiçbir zaman rahatsızlığını da hissetmemişti zaten. Çok iyi biliyordu ki, insanları sevgisi ile boğacak kadar kocaman bir yürek taşımanın aslında kendi yüreğini yaraladığını ve yüreğinin sızıları değil sevgileri hak ettiğini hissettirme çabasıydı benimkisi. Belki de, insanları sevmenin ve sadece sevmenin bedelini ödeyen tek insandı o benim için.

Telefonda kendisinden dinlediğim her bir ayrıntı, yeryüzünde yaşayan milyonlarca insanı hayrete düşürebilirdi. Oysa ben hiç şaşırmamıştım duyduklarıma. Sadece, her zaman onun yanında olduğumu hissetmesini istiyor ve yaşamak için sıralayacağım binlerce gerekçenin Bahar için de kabul edilebilir olması için neler yapabileceğimi düşünüyordum.

Sıra bana gelmişti. Dilimin ucuna gelenleri dikkatlice seçiyor, hem beni doğru ve eksiksiz anlamasını hem de benim onu anladığıma ikna olmasını istiyordum.

Tek korkum istemeden canını acıtmaktı. Görevim zor da olsa nihayet bu bölümünü başarıyla tamamlamıştım. Şükürler olsun ki o da beni yanıltmamıştı. Kendisine uzattığım eli yine sıkıca tutmuş ve hiç bırakmamıştı.

Sonuç olarak, hasta eczacısından eczacı da hastasından memnun kalmıştı. Raflarda aranan ilaç bulunmuş ve vakitlice hastaya teslim edilmişti.

Ne mutlu ki, bizim ellerimiz hâlâ birbirine sıkıca bağlı ve “bir elin hiçbir şey, iki elin ise gerçekten de pek çok şey olduğunu” gösteriyoruz insanlara.

Biz birlikte göğüslemiştik aslında pek çok şeyi. Birlikte yakalamıştık hayatın detaylarını. Mesela depresyona girmenin çıkmaktan çok daha keyifli olduğunu, anne olmanın vazgeçmemek olduğunu birlikte öğrenmiştik.

Ayrıca, gözümüzün içine baka baka namussuzca yaşayan pek çok insanın saniyeler içinde bir namus abidesine nasıl dönüşebildiğini, milyonlarca insana rağmen hayatta daima tek başımıza olduğumuzu, düşenin gerçekten de dostunun olmadığını, düşene bir tekme daha vurmanın adetten olduğunu birlikte görmüştük. Belki de en önemlisi, bütün bu riyalara birlikte gülümsemiştik.

Bahar aslında hiç yanlış yaşamamıştı. Tek amacı hayatındaki boşlukları doldurmaktı. Daha önce söylediğim gibi, sadece hayat mücadelesi değildi ki onun mücadelesi, asıl savaşını insanlara karşı vermişti hep.

Tek suçu yüreğindeki boşlukları doldururken, o boşlukları yaratanları fark etmemesiydi. Ama olsun, o kocaman yüreği ile daha pek çok boşluğu dolduracak. Can dostum; hayat sana hep gülümsesin.

Boşluk yaratmanın bedelini ödeyecek zavallı insanlara ise söylenecek tek söz:

“Boşaltmak eksilmektir. Tüketmeye neden olduğunuzu fark ettiğinizde ise çok geç kalmış olacaksınız. Yaşamın üretmek olduğunu kabul edersek, yaşayamadığımız çok aşikâr. İşte bu yüzden, geç kalmış olmanız bile son derece anlamsız… Neye geç kaldınız?”

Can Dostum; sen hayatta hiçbir şeye geç kalmadın, hayatını anlamlandırmak adına ürettin, ürettirdin. Çocukların için “vazgeçmemeyi” öğrendin. Türkiye’de kadın olmanın dayanılmaz hafifliğine rağmen, ayakta dimdik durabilmeyi başardın.

Keşke dünyadaki bütün insanlar (adına hata diyeceksek), bütün hatalarını sevmek nedenli yapsalardı.

Sevmek… Her şeye ve herkese rağmen sevmek…


Elif Y. ÖZEL



2096











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)