Zuhal ÖZÜGÜL
BİR FİLM – “AZRAİLİ BEKLERKEN”
BİR KİTAP – “HER ÅžEY BEYİNDE BAÅžLAR”
AZRAİLİ BEKLERKEN
Her zamanki gibi isim deÄŸiÅŸtirme ‘üstatları’ bu filme de dokunmuÅŸlar. Bulunan isim konuya ne kadar uysa da asıl adı “ERİKLİ TAVUK”. Bu yemek İran’ın en sevilen yemeÄŸi. Kahramanımız Nassır Ali (Mathieu Amalric) de bu yemeÄŸi yediÄŸi zaman “zevkten dört köşe” oluyor.
Nassır Ali bir keman sanatçısı. Kemanı ile tek vücut olmuÅŸ. Karısı, kemanını bir tartışmada kırınca onun da kalbi kırılıyor. Karısına kızsak da hak vermeden olmayacak. Evi, barkı geçindirmeye çalışan, iki çocuÄŸu yetiÅŸtirmeye uÄŸraÅŸan o. Günün tüm yükünü taşıyor. Kocasının bir sanatçı olduÄŸunu unutarak ondan çok ÅŸey bekliyor. Biraz yardım, biraz ilgi, destek görmek tek isteÄŸi. Nassır Ali ise kemanı bir yana dünya bir yana yaşıyor. Kendine yeni bir keman almak için uzun yolculuktan eve döndüğünde, büyük bir hayal kırıklığına uÄŸruyor. Ses, tını aynı deÄŸil. Yıkılıyor. YaÅŸamasının bir anlamı kalmadığı için ölümü tercih ediyor. İntihar çeÅŸitlerini gözünün önüne getirdiÄŸinde yapamayacağını anlıyor. Ölümü yatakta beklemeÄŸe karar veriyor. Bu süreçte (sekiz gün) çocukluÄŸunu, gençliÄŸini hatırlıyor. İlk aÅŸkı İrane (Golshifteh Farahani) ile evlenememesinin nedenini öğreniyoruz. Kızın babası “sanatçı aile geçindiremez, ona kız verilmez” diye reddediyor. Bundan sonra Nassır’ın yaÅŸamının bir anlamı kalmıyor. SevdiÄŸi bu kızı hiç unutamıyor. Öteki gün, keman hocasını ve onun kemanını hediye etmesini düşünüyor. Daha sonra ünlü bir virtüöz olarak tüm dünya ülkelerinde konserler veriyor. Ülkesine döndüğünde annesinin ısrarıyla Faranguisse (Maria de Medeiros) ile evleniyor. Mutsuz yaÅŸamına iki çocuÄŸu da katılıyor.
Hiç kimse, hatta ‘erikli tavuk’ bile onu ölüm kararından döndüremiyor.
Persepolis filmiyle ünlenen İranlı Marjana Satrapi’nin ülkesine adadığı ikinci filmi bu. Sanatçının ayrıcalığını ve ona duyarlı davranılması gerektiÄŸini vurguluyor. Sanatçı sanatını yapamadığı için ölümü seçecek kadar da yüreklidir. AÅŸkın ve âşıkların arasına girilmeyeceÄŸini anlatıyor. Filmin jeneriÄŸi yine animasyon; müzikleri de kulaÄŸa tanıdık geliyor.
Filmi izlerken sık sık aklıma Fazıl Say geliyor. Onun kendisini anlamayan insanların arasında yaÅŸamaya çalıştığını onu mutsuz ettiklerini düşünüyorum. Bu arada “piyanist, besteci, dünya yurttaşı FAZIL SAY” isimli Jürgen Otten’in hazırladığı “kırmızı yayınlarından” çıkan kitabı öneriyorum. Okuduktan sonra, yalnız onu deÄŸil tüm sanatçıları anlayabileceÄŸimizi ve onlara hak ettikleri deÄŸeri vereceÄŸimizi düşünüyorum. İyi seyirler.
HER ŞEY BEYİNDE BAŞLAR
Önce, hayal kırıklığına uğrasak da, bir yanlışı düzeltelim. Aşk kalpte değil beyinde başlıyor. Beyin kimyasallar salgıladığında bunlar, kalbin etrafında toplanınca biz de sevdiğimizi kalbimizde hissediyormuşuz. İşte bu kadar basit.
Mümin Sekman’ın hazırladığı bu kitap 14 konu baÅŸlığından oluÅŸuyor. Bilimsel olduÄŸu halde akademik deÄŸil. ‘Normal’ bir vatandaşın anlayabileceÄŸi ÅŸekilde yazılmış.
BaÅŸta, beynimize yapmadıklarımızı anlatmış. Beynimize deÄŸer vermiyoruz. Önemsemiyoruz. Onun için beyni geliÅŸtiremiyoruz. Onun ne kadar güçlü olduÄŸunu “ıskalıyoruz” ve yararını göremiyoruz. Bize yararı mı var? Hem de nasıl. Duygular, öğrenme, kararlar beynimizde oluÅŸuyor. İnsan 100 milyardan fazla Nöronla doÄŸuyor. Birbirlerine aÄŸlarla baÄŸlı olan Nöronlar duygu ve düşüncelerimizi oluÅŸturuyor. BİR İNSAN NE KADAR ÇOK YENİ ÅžEY ÖĞRENİR VE DÜŞÜNÜRSE baÄŸlantılar artıyor. Bu baÄŸlantıların iÅŸe yararlılığı da önemli. Örnek, izlediÄŸiniz dizinin iÅŸe (beyne) yarayan olanını seçiniz. ( Bu ÅŸans var mı?)
Nöronlar yenilik düşkünüdür. Gözü farklı ve yeni olandadır. Mevlana’nın “dün dünle beraber gitti cancağızım, ÅŸimdi yeni ÅŸeyler öğrenmek lazım” felsefesiyle yaÅŸar. Yeni ÅŸeyler düşünürken, yeni fikirler öğrenirken, yeni bir aÅŸk yaÅŸarken, yeni yerler gezerken nöronlarımız çok canlıdır. Yenilik onları uyarır. BEYNİNİZ İÇİN SIK SIK YENİLİK YAPIN!
Beynin içini de incelersek üç katmandan oluÅŸtuÄŸunu öğreniyoruz. Beni en çok sürüngen beyin ilgilendirdi. En yaÅŸlı ve tehlikeli olanı. Hayatta kal ve üre/çoÄŸal içgüdüsü taşıyor. Yazara göre “bir toplum ne kadar az geliÅŸmiÅŸse sürüngen beyinler o kadar etkin oluyor.” Şöyle bir düşünürsek ülkemizdeki cinayetler, yolsuzluklar, kültürsüzlük, yobazlık ve bir sürü olumsuzlukların nedeni “sürüngen beyinlilerin” etkin olmasından. Yani “kitlesel bir akıl tutulması” (M.Horkheimer) yaşıyoruz. Sonumuz hayrola…
Aklımızı başımıza toplamamız için dünyada Mart ayının 3.cü haftası “Beyin Haftası” olarak kabul edilmiÅŸ. M.Sekman ve arkadaÅŸları da Türkiye’de bu haftanın önemsenmesine, yayılmasına uÄŸraşıyorlar.
P.Neruda da iÅŸin ‘vehametini’ anlamış ve “otuzunda ölüp altmışında gömülenleri” şöyle anlatmış:
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler.
Vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini bile deÄŸiÅŸtirmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
Heyecandan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki parıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta ve işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.
Siz de kendinizi böyle görüyorsanız HEMEN “HER ÅžEY BEYİNDE BAÅžLAR”ı okumaya ve deÄŸiÅŸmeye baÅŸlayın. (P.Neruda’nın reçetesi uygulanabilir.)
Yazar: MÜMİN SEKMAN/ ALFA YAYINLARI
İyi okumalar.
Zuhal ÖZÜGÜL
"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
BİR KİTAP – “HER ÅžEY BEYİNDE BAÅžLAR”
AZRAİLİ BEKLERKEN
Her zamanki gibi isim deÄŸiÅŸtirme ‘üstatları’ bu filme de dokunmuÅŸlar. Bulunan isim konuya ne kadar uysa da asıl adı “ERİKLİ TAVUK”. Bu yemek İran’ın en sevilen yemeÄŸi. Kahramanımız Nassır Ali (Mathieu Amalric) de bu yemeÄŸi yediÄŸi zaman “zevkten dört köşe” oluyor.
Nassır Ali bir keman sanatçısı. Kemanı ile tek vücut olmuÅŸ. Karısı, kemanını bir tartışmada kırınca onun da kalbi kırılıyor. Karısına kızsak da hak vermeden olmayacak. Evi, barkı geçindirmeye çalışan, iki çocuÄŸu yetiÅŸtirmeye uÄŸraÅŸan o. Günün tüm yükünü taşıyor. Kocasının bir sanatçı olduÄŸunu unutarak ondan çok ÅŸey bekliyor. Biraz yardım, biraz ilgi, destek görmek tek isteÄŸi. Nassır Ali ise kemanı bir yana dünya bir yana yaşıyor. Kendine yeni bir keman almak için uzun yolculuktan eve döndüğünde, büyük bir hayal kırıklığına uÄŸruyor. Ses, tını aynı deÄŸil. Yıkılıyor. YaÅŸamasının bir anlamı kalmadığı için ölümü tercih ediyor. İntihar çeÅŸitlerini gözünün önüne getirdiÄŸinde yapamayacağını anlıyor. Ölümü yatakta beklemeÄŸe karar veriyor. Bu süreçte (sekiz gün) çocukluÄŸunu, gençliÄŸini hatırlıyor. İlk aÅŸkı İrane (Golshifteh Farahani) ile evlenememesinin nedenini öğreniyoruz. Kızın babası “sanatçı aile geçindiremez, ona kız verilmez” diye reddediyor. Bundan sonra Nassır’ın yaÅŸamının bir anlamı kalmıyor. SevdiÄŸi bu kızı hiç unutamıyor. Öteki gün, keman hocasını ve onun kemanını hediye etmesini düşünüyor. Daha sonra ünlü bir virtüöz olarak tüm dünya ülkelerinde konserler veriyor. Ülkesine döndüğünde annesinin ısrarıyla Faranguisse (Maria de Medeiros) ile evleniyor. Mutsuz yaÅŸamına iki çocuÄŸu da katılıyor.
Hiç kimse, hatta ‘erikli tavuk’ bile onu ölüm kararından döndüremiyor.
Persepolis filmiyle ünlenen İranlı Marjana Satrapi’nin ülkesine adadığı ikinci filmi bu. Sanatçının ayrıcalığını ve ona duyarlı davranılması gerektiÄŸini vurguluyor. Sanatçı sanatını yapamadığı için ölümü seçecek kadar da yüreklidir. AÅŸkın ve âşıkların arasına girilmeyeceÄŸini anlatıyor. Filmin jeneriÄŸi yine animasyon; müzikleri de kulaÄŸa tanıdık geliyor.
Filmi izlerken sık sık aklıma Fazıl Say geliyor. Onun kendisini anlamayan insanların arasında yaÅŸamaya çalıştığını onu mutsuz ettiklerini düşünüyorum. Bu arada “piyanist, besteci, dünya yurttaşı FAZIL SAY” isimli Jürgen Otten’in hazırladığı “kırmızı yayınlarından” çıkan kitabı öneriyorum. Okuduktan sonra, yalnız onu deÄŸil tüm sanatçıları anlayabileceÄŸimizi ve onlara hak ettikleri deÄŸeri vereceÄŸimizi düşünüyorum. İyi seyirler.
HER ŞEY BEYİNDE BAŞLAR
Önce, hayal kırıklığına uğrasak da, bir yanlışı düzeltelim. Aşk kalpte değil beyinde başlıyor. Beyin kimyasallar salgıladığında bunlar, kalbin etrafında toplanınca biz de sevdiğimizi kalbimizde hissediyormuşuz. İşte bu kadar basit.
Mümin Sekman’ın hazırladığı bu kitap 14 konu baÅŸlığından oluÅŸuyor. Bilimsel olduÄŸu halde akademik deÄŸil. ‘Normal’ bir vatandaşın anlayabileceÄŸi ÅŸekilde yazılmış.
BaÅŸta, beynimize yapmadıklarımızı anlatmış. Beynimize deÄŸer vermiyoruz. Önemsemiyoruz. Onun için beyni geliÅŸtiremiyoruz. Onun ne kadar güçlü olduÄŸunu “ıskalıyoruz” ve yararını göremiyoruz. Bize yararı mı var? Hem de nasıl. Duygular, öğrenme, kararlar beynimizde oluÅŸuyor. İnsan 100 milyardan fazla Nöronla doÄŸuyor. Birbirlerine aÄŸlarla baÄŸlı olan Nöronlar duygu ve düşüncelerimizi oluÅŸturuyor. BİR İNSAN NE KADAR ÇOK YENİ ÅžEY ÖĞRENİR VE DÜŞÜNÜRSE baÄŸlantılar artıyor. Bu baÄŸlantıların iÅŸe yararlılığı da önemli. Örnek, izlediÄŸiniz dizinin iÅŸe (beyne) yarayan olanını seçiniz. ( Bu ÅŸans var mı?)
Nöronlar yenilik düşkünüdür. Gözü farklı ve yeni olandadır. Mevlana’nın “dün dünle beraber gitti cancağızım, ÅŸimdi yeni ÅŸeyler öğrenmek lazım” felsefesiyle yaÅŸar. Yeni ÅŸeyler düşünürken, yeni fikirler öğrenirken, yeni bir aÅŸk yaÅŸarken, yeni yerler gezerken nöronlarımız çok canlıdır. Yenilik onları uyarır. BEYNİNİZ İÇİN SIK SIK YENİLİK YAPIN!
Beynin içini de incelersek üç katmandan oluÅŸtuÄŸunu öğreniyoruz. Beni en çok sürüngen beyin ilgilendirdi. En yaÅŸlı ve tehlikeli olanı. Hayatta kal ve üre/çoÄŸal içgüdüsü taşıyor. Yazara göre “bir toplum ne kadar az geliÅŸmiÅŸse sürüngen beyinler o kadar etkin oluyor.” Şöyle bir düşünürsek ülkemizdeki cinayetler, yolsuzluklar, kültürsüzlük, yobazlık ve bir sürü olumsuzlukların nedeni “sürüngen beyinlilerin” etkin olmasından. Yani “kitlesel bir akıl tutulması” (M.Horkheimer) yaşıyoruz. Sonumuz hayrola…
Aklımızı başımıza toplamamız için dünyada Mart ayının 3.cü haftası “Beyin Haftası” olarak kabul edilmiÅŸ. M.Sekman ve arkadaÅŸları da Türkiye’de bu haftanın önemsenmesine, yayılmasına uÄŸraşıyorlar.
P.Neruda da iÅŸin ‘vehametini’ anlamış ve “otuzunda ölüp altmışında gömülenleri” şöyle anlatmış:
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler.
Vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini bile deÄŸiÅŸtirmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
Heyecandan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki parıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta ve işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.
Siz de kendinizi böyle görüyorsanız HEMEN “HER ÅžEY BEYİNDE BAÅžLAR”ı okumaya ve deÄŸiÅŸmeye baÅŸlayın. (P.Neruda’nın reçetesi uygulanabilir.)
Yazar: MÜMİN SEKMAN/ ALFA YAYINLARI
İyi okumalar.
Zuhal ÖZÜGÜL
"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
