Hadi Canım / Banu Bingör
Banu Bingör

Banu Bingör

Hadi Canım



Hayat bazen ‘hadi canım’ dedirtir insana. YaÅŸam bir mucizedir ve kainata iliÅŸkin tüm oluÅŸum, eylem ve döngü elbet ÅŸaÅŸkınlık verebilir. Oysa hayat… Hayat dediÄŸimiz, insan iÅŸi. Ve nicedir, insanla gelen, insandan türeyen hiçbir ÅŸey hayret verici deÄŸil bana. ‘BeÅŸer ÅŸaÅŸar’ özdeyiÅŸini zihnimin orta yerinde asılı bırakıyorum ki insan kaynaklı herhangi bir duruma hayret etmeyeyim ya da üzülmeyeyim.

Yine de akışa dair kimi olup bitmiÅŸler, ‘yok artık!’ dedirtebiliyor, güne bakınca. Anlatayım…

Seneler önceydi. Adıyla sanıyla on bir sene önce. Üniversiteye baÅŸladığım vakitdi. Bir dönemin CaÄŸaloÄŸlu’sunun en önemli reklam ajanslarından Ajans 70’in sahibi, amcam saydığım, nur içinde yatsın, gazeteci Yılmaz Öztürk ile sık sık tarihi yarımadayı turlardık. Onun tabiriyle ‘kahpelerin en kahpesi, vefalı Bizans’ı… Bugünkü düşünmelerimin, okumalarımın, yapıp etmelerimin temelinde onun felsefesinin etkisi olduÄŸu kadar, İstanbul sevgimin köklenmesinde de Yılmaz amcamla yaptığımız bu tabanvay gezilerinin katkısı çok büyüktür.

Günlerden bir gün, zahir sonbahardı; ajansın bulunduÄŸu Piyer Loti Caddesi’ndeki SinanaÄŸa Daireleri’nden çıkmış, ‘YokuÅŸyukarı’dan aÅŸağı kaptırmış, sohbet ediyorduk. Sirkeci’ye indiÄŸimizde, sohbet nasıl olduysa eski dönemde gazeteciliÄŸin zorluklarına, memleketteki imkansızlıklara dayanmıştı. Habere eklenmek için çekilecek fotoÄŸrafın filminin çok, pek çok kıymetli olduÄŸu dönemlere dalmıştık.

Antik peripatos misali, gezerken konuÅŸmayı, anlatmayı severdi Yılmaz amcam. Dikkat çekmek istediÄŸi bir söz olursa da yürümeyi durdurur, cümleyi öyle tamamlardı. Aristoteles’le yanyana yürür gibi hissederdim yahut da bir Antik Yunan tiyatrosuna dahilmiÅŸiz gibi…

İşte zahmetli gazetecilik, reklamcılık yıllarından söz ederken, yine birden durmuÅŸ, eliyle bir yönü iÅŸaret ediyor ve şöyle diyordu: “İşte o vakitler, Türkiye’de ilk fotoÄŸraf film ve kartlarını imal eden Foto Bingör’ün yeri de ÅŸurasıydı.”

Yılmaz amcam kolunu indirdi ve yürümeye devam ettik. Ayaklarımız Galata Köprüsü’nü aşındırıp da Tünel’e vardığımızda, az önce öğrendiÄŸim bilgiyi bellek çekmecelerimden birine fırlatıp atmıştım çoktan. Yıllar sonra soyadımın Bingör olacağı hiç aklıma gelebilir miydi o gün?

O sohbetten üç yıl sonra, hiç olmadık bir yerde, Feridun’la tanıştık. Feridun, soyadının Bingör olduÄŸunu söylediÄŸinde herhangi bir ÅŸimÅŸek çakmamıştı. Fakat ne vakit baba mesleÄŸi olan fotoÄŸrafçılıktan konu açıldı; Yılmaz amcamla yaptığımız sohbet birden canlandı gözümde. Ve ilk ‘hadi canım!’ o an çıktı aÄŸzımdan.

Hayat sürprizlerle mi dolu? Tesadüfler mi çiziyor yolumuzu? Yoksa bize hayret veren tüm o detaylar, çoktan çizilmiÅŸ birkaç rotanın kesiÅŸtiÄŸi dönemeçler mi? ‘Zamandan önce ne vardı?’ sorusu kadar karmaşık ve çekici bir konu bu, biliyorum. Ve söylemeden edemiyorum yine “GeleceÄŸimizi bilmemektir bizi zamanın içine sokan.”*

Aradan seneler geçti. Neler neler yaÅŸandı. Evlendik. Bir oÄŸlumuz oldu. O bile büyüdü! Åžu minicik neÅŸe kaynağımızın her geçen gün hızla büyüdüğünü görmek, tarifsiz heyecanla dolu. Onun bilmesini beklemediÄŸimiz ÅŸeyleri, Ege birden yapıverince istemeden ÅŸaşırıyoruz. Halbuki onun tüm yapıp etmeleri, yaÅŸamın en doÄŸal süreci belki de…

Oysa hayatın sürprizleri çok daha şaşırtıcı.

GeçtiÄŸimiz ay annemleri ziyaret ettiÄŸimizde, yaÅŸadığımız günün geçmiÅŸten gelen ayak izlerine dair bir ayrıntıyı daha keÅŸfettik. Babam ÅŸu sıralar kendi yaÅŸam öyküsünü yazmaya koyuldu. Bir yandan da eski fotoÄŸrafları derleyip toparlıyor, albümler oluÅŸturuyor. Feridun’la birlikte o albümlerden birini kurcalarken bir fotoÄŸrafa rastladık.

Hani daha önce bahsettiÄŸim babaannem Moskof Taife ve dedem Hüseyin’in bir fotoÄŸrafı. İpek kağıda basılmış, kahverengi tonlu, hanidiyse geçen hafta çekilmiÅŸ kadar canlı ve yıpranmaktan habersiz… Albümde, fotoÄŸrafın altındaki boÅŸluÄŸa bir not yazmış babam:

“Annem ve Babam, Karabük’te, Foto Bingör’e çektirilen fotoÄŸraf”

‘Hadi canım!’

İkimiz de çok ÅŸaşırdık. Feridun hemen fotoÄŸrafı albümden çıkarttı, arkasına bakmak için. Ve evet… Arka yüzde “Foto Behçet Bingör, Karabük, 12965” yazıyordu. Behçet Bingör, yani Feridun’un rahmetli babası, yani benim hiç görmediÄŸim kayınpederim, yani Ege’nin yaşça daha büyük olan diÄŸer dedesi! FotoÄŸrafın tek eksiÄŸi bir tarih yazılmamış oluÅŸuydu, ancak ailelerin ortak geçmiÅŸ bilgilerinden aÅŸağı yukarı 1952-54 yılları arasında çekilmiÅŸ olabileceÄŸini tespit ettik.

Düşünebiliyor musunuz? Günlerden bir gün, benim dedemle oÄŸlumun dedesi Karabük’te bir fotoÄŸraf stüdyosunda bir araya geliyorlar. Kuvvetli ihtimal ki sohbet ediyorlar. Babaannem saçını, kıyafetini düzeltiyor. FotoÄŸrafı için heyecanlı. OÄŸlu Yılmaz (yani babam) da aynı stüdyoda, annesi ve babasının fotoÄŸrafının çekiliÅŸini seyrediyor. Behçet baba, Taife’ye ‘şöyle durun hanımefendi, sol bileÄŸinizi de biraz saÄŸa çevirin lütfen, saat de gözüksün’ diyor. Hatta belki dedem bir parça kıskanıyor bile Taife’yi o an! Kim bilir?

Manzaraya bakın hele! Foto Behçet Bingör’ün aklına gelir miydi, birkaç sene sonra doÄŸacak olan oÄŸlu ile karşısında ona poz veren adamla kadının yine seneler sonra doÄŸacak torunu evlenecekler? Ve Taife hanımın yanındaki sarı kafalı oÄŸlan çocuÄŸuyla bir gün dünür olacaklar diye düşünebilir miydi hiç? Ne mümkün?

OÄŸlum Ege için özenle saklayacağım ve hatta onun da çocuklarına göstereceÄŸi o güzelim fotoÄŸraf, ailemizin en önemli hatıra parçalarından biri ÅŸimdi. İki ailenin yolları elli seneden de eski bir zamanda kesiÅŸmiÅŸ. Kim bilir, tespit edemediÄŸimiz kaç sefer daha geçmiÅŸizdir aynı patikalardan; belki bir saat önce, beÅŸ dakika sonra…

Bu fotoÄŸrafı farkettiÄŸimizden beri, Ege’yle ne zaman gezintiye çıksak, yanımızdan geçen diÄŸer pusetli ailelere takılıyor gözüm. Belki de diyorum, ÅŸu sevimli oÄŸlan çocuÄŸu ile Ege bir gün asker arkadaşı olacak. İzmir Narlıdere’de birlikte uzanacaklar çimenlere, sırtüstü ve BeyoÄŸlu’nu düşleyecekler. Ailesiyle yanımızdan az önce geçen iri yeÅŸil gözlü, pembe yanaklı kız bebeÄŸin on yıl sonra doÄŸacak kız kardeÅŸiyle, Ege bir doÄŸumgünü partisinde karşılaÅŸacak belki bundan otuz sene sonra. “Nesir”, diyecek “tanıştırsana beni kız kardeÅŸinle!” . “Tamam, ama” diyecek Nesrin, “üzersen bozuÅŸuruz bak!”

Kim bilir?... Ne olsa “GeleceÄŸimizi bilmemektir bizi zamanın içine sokan.”*



*Bu alıntı cümle, Melih Cevdet Anday’ın ‘ Raziye’ adlı romanındandır.


Banu Bingör

bal@karafakiden.com
www.karafakiden.com



11 Nisan 2012 Çarşamba / 3152 okunma



"Banu Bingör" bütün yazıları için tıklayın...