Zerrin SOYSAL
AYDER YAYLASINDA İNSAN ZARARLISI
Bu yıl bayram tatilini daha önce hiç görmediÄŸim bir yerde geçirmeye karar verdim ve aile büyükleriyle önceden bayramlaşıp gönüllerini aldıktan sonra DoÄŸu Karadeniz’e geldim. Güzel bir tesadüf sonucunda bir yakınımın peÅŸine takıldığım için de orijinal bir yayla evinde, sevgi dolu insanlar tarafından ağırlandım. Bu benim en sevdiÄŸim gezme biçimidir. Turlarla hiçbir zaman göremeyeceÄŸiniz yerleri görür, gittiÄŸiniz çevrenin gerçek kültürüyle yüz yüze gelirsiniz. En güzeli de yörenin gerçek mutfağıyla tanışma olanağıdır. Biz de henüz ne yazık ki yöresel yemeklerin gerçek tatlarıyla sunulduÄŸu restoranlar yeterince bulunmadığından bir evde ağırlanmak bu anlamda fark yaratır.
Bayramın birinci günü adını çok duyduÄŸum Ayder Yaylası’na gittik. Daha önce kaldığımız Çamlı HemÅŸin gibi orası da bir dünya cenneti. Bu tür yerlere gelince içimde kendiliÄŸinden uyanan şükran duygularını Ayder Yaylası’nda da hissettim.YaÅŸamdan zevk almamız için gereken her türlü güzellik bize sunulmuÅŸ. Çok klasik bir deyim haline gelen yeÅŸilin bin bir tonu sözünü ben de etmek zorundayım. Ayder’i ya da tüm yöreyi tanımlamak için, çünkü gerçekten öyle. Eylül bitip ekim ayı baÅŸlarken her yer yemyeÅŸil, her yer çiçeklerle kaplı… KuÅŸ sesleri her taraftan dökülen su seslerine karışıyor. Öyle bir güzellik… CiÄŸerlerimize çektiÄŸimiz havadan ve manzaradan başımız dönmüş halde ilerleyip yaylanın merkezine varınca tadım kaçıverdi.
Birçok yöremizin birileri gelip gitmeye, aman buralar ne güzel yerler demeye baÅŸlar baÅŸlamaz uÄŸradığı akıbetten burası da nasibini almış. İnsanoÄŸlunun para ve mülk hırsı sarıvermiÅŸ burayı da. Ülkenin her yerinde gördüğümüz eçiÅŸ bücüş çirkin yapılar o güzelim çayırların ortasına dikilmiÅŸ. Çirkin bir bina nerede olursa olsun göz tırmalayıcıdır, iç karartır ama bu kadar güzel bir tabiatın ortasında olunca iyice sırıtıp rahatsız ediyor. Eflatun nergislerin, adını bilmediÄŸim türlü çiçeÄŸin ve boyu birbiriyle yarışan asırlık aÄŸaçların ortasında beton yığınları… Gerçekten aÄŸlama isteÄŸi uyandırıyor insanda. Bu binaları yapanlar, Ayder Yaylası da gecekondu mahallesine dönüp, yüzüne bakılmaz hale gelinceye kadar gelecek üç beÅŸ kiÅŸiden, bir süreliÄŸine para kazanmayı kar saymış olabilirler, ama ya buna izin verenler? Onlar güzelim kıyılarımızın yıllar boyu gözü dönmüş kar hırsıyla betonla sıvanmalarının ardından gelen felaketi bilmezler mi? Ömrünün son günlerini geçirmek için ucuz konaklama yeri arayan Avrupalılara üç kuruÅŸa kiralanmaya çalışılan o devasa binalardan hiç mi ders alınmaz? Yıllar önce duvarları begonvil kaplı küçük bir motelden baÅŸka hiçbir yapının bunmadığı güzelim İncekum sahillerinin büyük bir kentin varoÅŸlarına dönmüş ÅŸeklini hiç mi görmediler?
Konakladığım yarım asırlık yayla evinin taş temel üstüne, bırakın betonu tek çivi kullanılmadan sadece kestane ve ceviz ağaçlarının kerestesiyle yapılmış duvarlarına bakarken daha da kederlendim. Elli yıl önce insan sağlığı açısından bu kadar elverişli ve doğaya bu kadar uygun konutlar inşa etmeyi becermiş bir neslin torunları bile değil çocukları bu kadar hunharca nasıl davranabilir? İçinde barındığı çevrenin dokusuna tek hasar yapmadan yaşamayı becermiş insanlar teknik açıdan bu kadar geliştikten sonra nasıl bunca cehalet içinde olabilirler? Bu çirkin yapıları, görenlerin bir daha gelmek istemeyeceklerini, doğanın yıpratıcı etkisine dayanamayan beton ve demir yığınlarının geride hiçbir işe yaramayacak hurdalar bırakarak yıkılıp gideceğini hiç mi hesaba katmazlar? Geçmişte insan yoğunluğu bu kadar fazla değilken çekirge sürüleri gibi talan ettikleri yerleri bırakıp dokunulmamış alanlar bulmak için göç eden ataları kadar şanslı olmadıklarını, dünya üstünde gidebilecekleri başka yer, yurt tutabilecekleri bakir alanlar kalmadığını düşünmezler mi? Göçmesine göçerler elbette; bu her zaman mümkündür.Mümkündür de günümüzde bunu ancak yaşadığı toprakların değerini bilen ulusların düzenlerinde hizmetçilik etme biçiminde yapabilirler.
Zerrin SOYSAL
"Zerrin SOYSAL" bütün yazıları için tıklayın...
Bu yıl bayram tatilini daha önce hiç görmediÄŸim bir yerde geçirmeye karar verdim ve aile büyükleriyle önceden bayramlaşıp gönüllerini aldıktan sonra DoÄŸu Karadeniz’e geldim. Güzel bir tesadüf sonucunda bir yakınımın peÅŸine takıldığım için de orijinal bir yayla evinde, sevgi dolu insanlar tarafından ağırlandım. Bu benim en sevdiÄŸim gezme biçimidir. Turlarla hiçbir zaman göremeyeceÄŸiniz yerleri görür, gittiÄŸiniz çevrenin gerçek kültürüyle yüz yüze gelirsiniz. En güzeli de yörenin gerçek mutfağıyla tanışma olanağıdır. Biz de henüz ne yazık ki yöresel yemeklerin gerçek tatlarıyla sunulduÄŸu restoranlar yeterince bulunmadığından bir evde ağırlanmak bu anlamda fark yaratır.
Bayramın birinci günü adını çok duyduÄŸum Ayder Yaylası’na gittik. Daha önce kaldığımız Çamlı HemÅŸin gibi orası da bir dünya cenneti. Bu tür yerlere gelince içimde kendiliÄŸinden uyanan şükran duygularını Ayder Yaylası’nda da hissettim.YaÅŸamdan zevk almamız için gereken her türlü güzellik bize sunulmuÅŸ. Çok klasik bir deyim haline gelen yeÅŸilin bin bir tonu sözünü ben de etmek zorundayım. Ayder’i ya da tüm yöreyi tanımlamak için, çünkü gerçekten öyle. Eylül bitip ekim ayı baÅŸlarken her yer yemyeÅŸil, her yer çiçeklerle kaplı… KuÅŸ sesleri her taraftan dökülen su seslerine karışıyor. Öyle bir güzellik… CiÄŸerlerimize çektiÄŸimiz havadan ve manzaradan başımız dönmüş halde ilerleyip yaylanın merkezine varınca tadım kaçıverdi.
Birçok yöremizin birileri gelip gitmeye, aman buralar ne güzel yerler demeye baÅŸlar baÅŸlamaz uÄŸradığı akıbetten burası da nasibini almış. İnsanoÄŸlunun para ve mülk hırsı sarıvermiÅŸ burayı da. Ülkenin her yerinde gördüğümüz eçiÅŸ bücüş çirkin yapılar o güzelim çayırların ortasına dikilmiÅŸ. Çirkin bir bina nerede olursa olsun göz tırmalayıcıdır, iç karartır ama bu kadar güzel bir tabiatın ortasında olunca iyice sırıtıp rahatsız ediyor. Eflatun nergislerin, adını bilmediÄŸim türlü çiçeÄŸin ve boyu birbiriyle yarışan asırlık aÄŸaçların ortasında beton yığınları… Gerçekten aÄŸlama isteÄŸi uyandırıyor insanda. Bu binaları yapanlar, Ayder Yaylası da gecekondu mahallesine dönüp, yüzüne bakılmaz hale gelinceye kadar gelecek üç beÅŸ kiÅŸiden, bir süreliÄŸine para kazanmayı kar saymış olabilirler, ama ya buna izin verenler? Onlar güzelim kıyılarımızın yıllar boyu gözü dönmüş kar hırsıyla betonla sıvanmalarının ardından gelen felaketi bilmezler mi? Ömrünün son günlerini geçirmek için ucuz konaklama yeri arayan Avrupalılara üç kuruÅŸa kiralanmaya çalışılan o devasa binalardan hiç mi ders alınmaz? Yıllar önce duvarları begonvil kaplı küçük bir motelden baÅŸka hiçbir yapının bunmadığı güzelim İncekum sahillerinin büyük bir kentin varoÅŸlarına dönmüş ÅŸeklini hiç mi görmediler?
Konakladığım yarım asırlık yayla evinin taş temel üstüne, bırakın betonu tek çivi kullanılmadan sadece kestane ve ceviz ağaçlarının kerestesiyle yapılmış duvarlarına bakarken daha da kederlendim. Elli yıl önce insan sağlığı açısından bu kadar elverişli ve doğaya bu kadar uygun konutlar inşa etmeyi becermiş bir neslin torunları bile değil çocukları bu kadar hunharca nasıl davranabilir? İçinde barındığı çevrenin dokusuna tek hasar yapmadan yaşamayı becermiş insanlar teknik açıdan bu kadar geliştikten sonra nasıl bunca cehalet içinde olabilirler? Bu çirkin yapıları, görenlerin bir daha gelmek istemeyeceklerini, doğanın yıpratıcı etkisine dayanamayan beton ve demir yığınlarının geride hiçbir işe yaramayacak hurdalar bırakarak yıkılıp gideceğini hiç mi hesaba katmazlar? Geçmişte insan yoğunluğu bu kadar fazla değilken çekirge sürüleri gibi talan ettikleri yerleri bırakıp dokunulmamış alanlar bulmak için göç eden ataları kadar şanslı olmadıklarını, dünya üstünde gidebilecekleri başka yer, yurt tutabilecekleri bakir alanlar kalmadığını düşünmezler mi? Göçmesine göçerler elbette; bu her zaman mümkündür.Mümkündür de günümüzde bunu ancak yaşadığı toprakların değerini bilen ulusların düzenlerinde hizmetçilik etme biçiminde yapabilirler.
Zerrin SOYSAL
"Zerrin SOYSAL" bütün yazıları için tıklayın...
