AĞLAMAYI GÜLMEKLE SAVUŞTURMAK / Zerrin SOYSAL
Zerrin SOYSAL

Zerrin SOYSAL

AĞLAMAYI GÜLMEKLE SAVUŞTURMAK



- Temelin biri bir gün…
- Neyin var kızım senin bu sabah? Yerinde duramıyorsun.
- Her zamanki halim yaa ..Ne olsun?
- Saçmalama Cansu, seni bilmez miyim? Sabahları yüzünden düşen bin parça olur. Homurdanır durursun. Haksız mıyım Hilal, sen söyle!

Hilal arkadaşının yüzüne şöyle bir bakıp omuz silkti. Aklı iki gün sonra çıkacağı tatildeydi.

- Valla yok, olsa söylemez miyim?
- Eh sen bilirsin. Kokusu çıkar nasılsa…

Daha servisten iniÅŸini gördüğünde huylanmıştı. Kaygan, kırılgan bir zemine basıyormuÅŸ gibi atıyordu adımlarını. Yere deÄŸmiyordu da baÅŸka bir dünyada yürüyordu sanki. Elini kolunu sallayışında ne olduÄŸunu belirleyemediÄŸi bir deÄŸiÅŸiklik, adını koyamadığı bir baÅŸkalık… İki yanağından öpüp günaydın dediÄŸinde iyice tedirgin olmuÅŸtu. Gözlerinde ateÅŸli hastalık geçirmekte olanlara özgü bir parlaklık; elleri buz…

İki yıldır aynı ÅŸubede çalışıyorlardı.Günde ortalama on saatten dünyanın zamanını geçirmiÅŸlerdi birlikte. ArkadaÅŸlıkları okul günlerindeki kadar candan, sıcaktı. Gündüz yetmiyormuÅŸ gibi haftanın en az üç dört gecesi de beraberler… Kapılar açılıp müşteriler bankonun önüne dizilmeye baÅŸladığında arkadaşının garip halini, kabına sığamayan neÅŸesini unuttu gitti Seyhan. Arada bir müşterilerle ÅŸakalaÅŸtığını, sesli kahkahalar attığını duyup ÅŸaÅŸtıysa da dönüp bakmaya fırsat bulamadı. Normalde müşterilerle iÅŸinin dışında tek kelime etmez; hatır soranları soÄŸuk bir ifadeyle yanıtlardı. Hatta birkaç toplantıda müdür adını vermeden ortaya konuÅŸarak, müşterilere karşı daha güler yüzlü olmaları konusunda uyarmıştı. KeÅŸke bugünkü halini görseydi. Bir sevgi tomurcuÄŸu, neÅŸe yumağı…

Öğle tatili için ekranlarını kapattıklarında üçü de sersemlemiÅŸlerdi. Öyle bir yoÄŸunluk…

- Nerde yiyelim bugün?
- Bendensiniz, sizi kebapçıya götüreceğim.

İkisi de tuhaf tuhaf baktılar arkadaşlarına. Kilo korkusundan salatadan başka şeye el sürmeyen kıza ne olmuştu böyle?

- İyi, götür bakalım.Yerken de neler olup bittiğini anlatırsın?

Tersledi Cansu.

- Bir şey olduğu falan yok. Kuruntu yaptın sen.
- İyi, öyle olsun. Keyfin yerindeyse mesele yok. Gidelim o zaman.

Yolda, iki arkadaşının ortasında kollarına girmiş yürürken de normal olmayan bir neşeyle doluydu.Gün doğumundaki kuşlar gibi durmaksızın cıvıldayıp kendinden başka kimsenin konuşmasına fırsat bırakmadı. Bankanın köşesinde oturup önündeki şapkaya para atıldıkça başını öne arkaya sallayarak dualar eden dilenciye cüzdanındaki bütün bozuk paraları bıraktı.Az ilerdeki çiçekçinin kapı önünde dikilen çopur suratlı çırağına el salladı.Çocuk arkalarından şaşkınlıkla bakakaldı.

-Nasılsınız Nizamettin Bey?

Taksitle alışveriş ettikleri giyim mağazasının geçkin sahibi kızın teklifsiz selamıyla gevşedi.İnci gibi sıralanmış takma dişlerinin tamamını gösteren bir gülüş yayıldı yüzüne.

- Çok iyiyim Cansu Hanım. Nereye böyle?
- Ziyafet var, kebapçıya…
- Ooo afiyet olsun.Dönüşte kahveye beklerim.İhya edersiniz!

Çıngıraklı bir kahkahayla yanıtladı.

- Gelirizzzzz. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!

Adamın duyamayacağı kadar uzaklaşınca ikisi birden saldırıya geçtiler.

-Sen delirdin mi kızım? TanımıyormuÅŸ gibi …Her geliÅŸinde köşe bucak kaçtığımız kart zamparanın ayağına mı gideceÄŸiz? Ondan sonra kurtarabilirsen kurtar yakanı…
- Kurtarmayalım, ne olacak ki?
- Anlaşıldı, sen kafayı yedin! Hilal dönünce müdür beyle konuÅŸalım bu kıza izin versin birkaç gün. İyi deÄŸil durumu…
- Abartmayın yaa...Adamın bir ÅŸey yapacağı yok, çene zamparası…Kahvesini içer üç beÅŸ laf eder çıkarız. Müşteri ziyareti… Ne var bunda, hep yapmıyor muyuz? Aaaa bakın pamuk helvacı…Alayım mı size de?
- Çocuk musun kızım, caddenin ortasında…Herkes bize bakar.

Kebapçıya gelmiÅŸlerdi. Cam kenarında lokantanın en güzel masasına oturttu onları ÅŸef garson.Yemeklerini beklerken de, yerken de coÅŸkulu tavrı sürdü ama arkadaÅŸları aÄŸzından tek laf alamadılar. “Ben normalim, her zamanki halim, abartıyorsunuz” diyor da baÅŸka söz çıkmıyordu aÄŸzından. Dönüşte maÄŸaza sahibini göremediler. İki kız verilmiÅŸ sadakamız varmış diye sevinirken Cansu “Biraz kafa bulacaktık, kısmet olmadı.” deyip hayıflandı. Müşteriler kapının önünde toplanmış kapının açılmasını bekliyorlardı. Aralarından zorlukla geçip içeri girdiler. Haftanın ilk ve son günleri hep böyle olurdu. Saatler boyu saÄŸa sola bakmadan aralıksız çalıştılar.

Akşam çıkarken paçavra gibiydi üçü de. Seyhan eve davet etti ama Cansu gidip hemen yatacağını söyledikten sonra vedalaşıp ayrıldı. Reddedilen kız arkadaşını endişeli gözlerle köşede kayboluncaya kadar süzdü. Arkasından gitmeyi düşündü bir ara; sonra, ısrarla bir şeyim yok deyişini anımsayıp vazgeçti. Üstüne gitmeyip beklemenin en iyisi olduğuna karar verdi. Zamanı gelince açılırdı nasılsa, anlatırdı.

. Annesiyle babası yazlıkta oldukları için kapıyı kendi anahtarıyla açtı Cansu. DoÄŸru odasına gitti. GömleÄŸinin düğmelerini çözerken masasının üstünde bıraktığı mektubu gördü. Dün akÅŸam posta kutusunda bulduÄŸu, sabaha kadar gözlerini dikip anlamını çözmeye çalıştığı mektup. Uzanıp aldı, tekrar okudu. Kararlı bir elden çıktığı belli birkaç satır…

Sevgili Cansu,

Bu görevi biraz da senden uzak kalabilmek için kabul ettim.Yanındayken yapamazdım. Çok güzel ÅŸeyler yaÅŸadık seninle ama bitti. Lütfen bir daha görüşmeyelim. Sana hak ettiÄŸin mutluluÄŸu verecek birilerini bul, beni unut. Telefonla bile arama…

Suat


Kağıdı zarar vermeye korkarcasına yumuÅŸak bir hareketle aldığı yere bıraktı. Soyunup duÅŸa girdi. Rutubetli havanın etkisiyle yapış yapış olmuÅŸ tenini sabunladı, keselendi. Epey sonra ılık suyu iyice soÄŸuÄŸa çevirerek yüzünü duÅŸtan akan suyun altına tuttu. GözyaÅŸları suyla birlikte akıp gittiÄŸinden aÄŸladığı sadece kesik kesik hıçkırıklarından anlaşılıyordu. Bornozunu giyip çıktı banyodan. İlaç dolabına yöneldi. Çok yorgundu, hemen uyumaktan baÅŸka bir ÅŸey istemiyordu. Babasının yıllardır kullandığı uyku haplarını aradı raflarda. Kutu aÄŸzına kadar doluydu. İnce alüminyumu yırtıp bir tablet aldı avucuna, bir tane daha, bir tane daha… Sonra diÄŸerlerini… Tek hamlede yuttu. Uyumak istiyordu.

10 AÄŸustos 08


Zerrin SOYSAL




2 Eylül 2008 Salı / 2200 okunma



"Zerrin SOYSAL" bütün yazıları için tıklayın...