Işık Teoman
Gölmarmara’dan Sındırgı’ya…
“Ömür biter yol bitmez” sözü sanırım bizim gibi gezginler için söylenmiÅŸ. GeçtiÄŸimiz yıl ilkbaharda baÅŸlattığımız gezilerimizi, kış bastırana kadar sürdürdük. Son gezimizi ekim ayında Domaniç’in kayın ormanlarına yapmıştık. Onun üzerinden yaklaşık dört ay geçmiÅŸ. Zeminde yaÄŸmur ve çamur olunca çadır kurmak sıkıntı yaratıyor. Biz de durur muyuz? Günübirlik gezilerimize baÅŸlıyoruz. DeÄŸiÅŸen bir ÅŸey yok; yine erken saatlerde yola çıkıyoruz, gezinin tadına varana kadar geziyoruz ve hava iyice karardıktan sonra İzmir’e dönüş yapıyoruz.

Gezilerimizde genellikle araç kiralıyoruz. Bu kez nasıl olduysa Engin Yavuz Cuma günü aradı ve kendi aracıyla beni ve Aykut’u alıp şöyle bir tur atacağımızı söyledi. Hürol DaÄŸdelen bu geziye katılamadı, yoldan aradık, ÅŸakalaÅŸtık, yani varlığı yoktu ama yol boyunca adı sürekli geçti durdu. Bizim güler yüzlü, kahkaha fabrikası arkadaşımız. Sabah erkenden buluÅŸtuk, hava çok karanlık ve farlarımızı yakarak gidiyoruz. Bornova’dan İzmir-Ankara karayoluna çıktığımızda hava hala karanlık. Cumartesi olmasına karşın araç trafiÄŸi bir anda yoÄŸunlaÅŸmaya baÅŸladı. KemalpaÅŸa, Armutlu, Spil Dağı sapağı ve BaÄŸyurdu’nu geride bırakıyoruz. Evden kahvaltı etmeden çıktık. Turgutlu’da çorba içmek artık bir gelenek haline geldi. Eski adıyla Kasaba’nın çarşısından Borsa Lokantası’na uzandık. Mekan yine dolu. Hava soÄŸuk içeride bir masaya iliÅŸtik ve meÅŸhur kellepaça çorbasını iÅŸtahla içtik.

Engin Yavuz çocukluk yıllarını bu bölgede geçirdiÄŸi için iyi biliyor. Salihli’ye geldiÄŸimizde söze girdi: “İzmir ile Salihli arasında tarlalar giderek azalıyor, fabrikalar hızla çoÄŸalıyor. Bu güzergahtan her geçiÅŸimizde deÄŸiÅŸikliÄŸin ne denli hızlı olduÄŸuna tanık oluyoruz. Ülkemiz için iyi ve gerekli, bizim gibi doÄŸa tutkunları için üzücü geliÅŸmeler bunlar. Zeytinliklerin, üzüm baÄŸlarının, buÄŸday tarlalarının fabrikalara, depolara, konutlara dönüşmesine katlanamıyorum.”

Sağımızda zirvesi puslu BozdaÄŸ; yaÄŸan hafif karla bembeyaz. İlk kar suları ovaya ulaÅŸmış bile. Dereler çaylar artık isteksiz deÄŸil, coÅŸkuyla akıyor…

Salihli de gürültülü, kalabalık, ilçe olma özelliklerini hızla yitiren bir yerleÅŸim yeri. Organize Sanayi Bölgesi’nin içinden sola Gölmarmara yoluna yöneliyoruz. Salihli-Gölmarmara arası 36 kilometre. Karayolu çevredeki bütün yollar gibi geniÅŸletildi, ulaşım artık rahat ve hızlı ama yol çevresi eski güzelliÄŸini kaybetti. Birkaç yıl öncesine kadar dokunacakmış gibi yakın olan aÄŸaçlar artık uzağımızda. Oysa o güzellikler içinden defalarca keyifli yoluculuklar yapmıştık.

Solumuzda Bintepeler olarak bilinen mezar tümülüsleri. Lidya Krallığı’nın mezar tümülüsleri çok büyük ve gözalıcı eserler. ÇoÄŸu ortaçaÄŸda talan edilmiÅŸ. Antik çaÄŸ tarihçisi Heredot’a göre en büyüğü 355 metre çapında, yüksekliÄŸi 69 metre olan Alyattes Mezarı.

Bintepeler geride kalırken karşımızdaki tepelerin ardında Marmara Gölü beliriyor. Göle ulaÅŸmadan göl çevresindeki köylerden TekelioÄŸlu Köyü’nün iki yanı fıstık çamları olan daracık yolundan suyun kenarına kadar ilerledik. Köy çıkışındaki sahilde balıkçı tekneleri sıralanmış. Çiftçiler tarlada, zeytin çapalayanlar, asma budayanlar, bostanındaki kışlık ürünlerini kontrol edenler, avcılar… Gökyüzünün berrak mavisinin yansıdığı sularda pelikanlar, sumrular, mekeler, ördekler, bütün canlılığı ile doÄŸa. Bizim için o kadar güzel fotoÄŸraf malzemesi var ki. Tekneler, gölün kıyısına demir atmış teknelerin suya yansıyan görüntülerinin fotoÄŸraflarını çekmeye doyamıyoruz. Uzaktan görünen ve suyu yararak gelen bir baÅŸka balıkçı teknesi de bize çok güzel görsel malzeme oluyor.

Marmara Gölü’nü pek bilen yoktur. Önceleri kapalı bir havzada yer alan, küçük dereler ve yer altı suyu ile beslenen, mevsimsel, hafif tuzlu bir göl iken, 1932-1953 yılları arasında yapılan çalışmalarla bir rezervuara dönüştürüldü. Gölün alanı ortalama 3bin 400 hektar, derinliÄŸi 3-4 metre. Göl 320 milyon metreküplük maksimim dolum kapasitesine sadece 1960'larda ulaÅŸtı ve 6 bin 800 hektarlık bir alanı kapladı. 1993 yılı yaz mevsiminde ise büyük bölümü kurudu. Sular çekildikçe geride kalan verimli topraklar tarlalara dönüştü. En bereketli ürünlerin alındığı bir ova haline geldi. Meralar çoÄŸaldığı için hayvancılık da geliÅŸti. Sular çekildiÄŸinde geçtiÄŸimiz yıllarda gölün ortasına kadar yürümüş telef olan deniz varlıklarına üzülmüştük.

Göl alanında önemli sayıda küçük balaban, alaca balıkçıl, pasbaş patka, mahmuzlu kızkuşu ve bıyıklı sumru yaşıyor. Özellikle kışın, küçük karabatak, tepeli pelikan, büyük akbalıkçıl, angıt, fiyu, elmabaş patka, dikkuyruk ve kılıçgaga gibi çok sayıda su kuşu buraya geliyor. Bahri, karaboyunlu batağan, küçük akbalıkçıl, gri balıkçıl, gece balıkçılı, erguvani balıkçıl, kaşıkçı, kuğu, boz kaz, boz ördek, yeşilbaş, çıkrıkçın, elmabaş patka, sakar meke ve uzun baca burada konaklıyor.

Marmara Gölü’nün 1993 yılındaki gibi kurumasının ve balıkçılığın yok olmasının önlenmesi için bir süredir Gördes ve Demirköprü Barajı ile Gediz Nehri’nden su veriliyor. Yoksa kocaman bir tarlaya dönüşecek!

Sohbet ettiğimiz balıkçılar anlatıyor: Marmara Gölü doğal halindeyken yılda 300 tona yakın balık avlanıyormuş. Gölde su seviyesinin yükselmesiyle balıkçılık da gelişmiş, 400'ün üzerinde balıkçı teknesi işlemeye başlamış, en yüksek seviyeye ulaşılan 1963 yılında rekor düzeyde (963 ton) balık avlanmış. 1993 yılında gölün kuruması sonucu, balıkçılık sektörü tamamıyla çökmüş. Daha sonraki dönemde, göle yarım milyondan fazla yavru balık bırakılmış, av yasağı getirilmiş ve su seviyesinin yükselmesiyle, balık stoklarında artış meydana gelmiş.

İlerledikçe sahili bizden uzaklaÅŸan ve yerini verimli arazilere terk eden Marmara Gölü’nü geride bırakıp Hacıveliler Köyü’nde her zaman çay içtiÄŸimiz kahvehanede soluklanıyoruz.

Yeniden yola çıkıp, Gölmarmara üzerinden ilk kez geçtiÄŸimiz yoldan Akhisar’a ulaşıyoruz. Akhisar üzerinden Balıkesir karayolunda Gölcük sapağına kadar 83 kilometrelik yolumuz var. Hızla çoÄŸalan zeytinlikleri ve rüzgar türbinlerini keyifle izleyerek Gölcük sapağına ulaÅŸtık. Bizi Sındırgı’ya ulaÅŸtıracak en güzel yollardan biri de bu daracık, bakımsız, yoksul ama o kadar da sevimli yol. Umarım bu yola el atmazlar, doÄŸallığını bozmazlar.

Sındırgı’ya daha bitmesini hiç istemediÄŸimiz 33 kilometrelik yolumuz var. Güzergah üzerinde Gölcük, Karakaya, Alacaatlı, Kozlu ve Bayırlı köyleri yer alıyor. GeniÅŸ ve bereketli topraklarla çevrili bu köylerin insanları yoksul, yoksulluÄŸunu paylaÅŸan, kendi halinde, konuksever insanlar. YoksulluÄŸu görmek için evlere bakmak bile yeterli. TaÅŸ, ahÅŸap, kerpiç karışımı bakımsız ve eski yapılar. Köy sakinleri bu geniÅŸ ovanın ortasında yapayalnız ve terk edilmiÅŸ gibi yaÅŸamayı seviyorlar. Sonbahardan kalma güneÅŸli, berrak, ışıklarla yıkandığımız bir gün, gökyüzü masmavi. Çatılar ıslak, bir önceki günden kalma karlar hızla eriyor. Küçük derelerin üzerinden, eski köprülerden geçiyoruz.

Yaklaşık bir saat sonra Kertil Yaylası’ndan Sındırgı Ovası’na doÄŸru inen yola katılıp Sındırgı Çayı’nı kuÅŸatan, yaprakları dökülmüş kavaklıkların arasından geçiyoruz ama Mandıra Köyü’nde her zaman çayını içtiÄŸimiz Abdullah’ın kahvehanesi kapalı. Geçen gezide de bulamamıştık. Güler yüzlü, iyi yürekli, konuksever dostumuz sanırım yine pazara gitmiÅŸ.

Bizim de alacaklarımız var, ilçe merkezinde aracımızı park ettik. Sındırgı’da iki pazar var. Birisi köylülerin, diÄŸeri belediyenin. Bu pazarlarda ne ararsanız ucuza bulursunuz. İlçeye cumartesi günleri canlılık getiren bu pazarlarda elma, ayva, kestane, ceviz, çeÅŸit çeÅŸit otlar, köy evlerinde üretilmiÅŸ yoÄŸurtlar, köy ekmekleri, peynir çeÅŸitleri, küçücük tarlalarda yetiÅŸtirildiÄŸi belli pırasa, lahana, kereviz, karnabahar satılıyor. AlışveriÅŸ etmeden önce çarşı içindeki dört masası bulunan köfteci dükkanında karnımızı doyurduk. Hesap 13 TL; ÅŸaka gibi deÄŸil mi? Pazar alışveriÅŸimizi bitirdikten sonra köprü başındaki fırından köy ekmeÄŸi aldık. Dönüşümüzü Kertil Yaylası’ndan yaptık. Son yağıştan kalan karların üzerinde gezindik, keyfini çıkardık. Her zamanki gibi İzmirli olarak karda anı fotoÄŸrafı çektirdik. Gece karanlığında İzmir’e dönüş yaptık, önümüzdeki günlerde Dursunbey-DeÄŸirmeneÄŸrek’e yapacağımız geziyi konuÅŸtuk yol boyunca. Çadır kuramayacağız doÄŸal olarak, çünkü oraya yaÄŸan karın altında çadırlarımız kaybolur gider. O nedenle orman evinde kalacağız yerlerimiz ayrıldı bile…















Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
“Ömür biter yol bitmez” sözü sanırım bizim gibi gezginler için söylenmiÅŸ. GeçtiÄŸimiz yıl ilkbaharda baÅŸlattığımız gezilerimizi, kış bastırana kadar sürdürdük. Son gezimizi ekim ayında Domaniç’in kayın ormanlarına yapmıştık. Onun üzerinden yaklaşık dört ay geçmiÅŸ. Zeminde yaÄŸmur ve çamur olunca çadır kurmak sıkıntı yaratıyor. Biz de durur muyuz? Günübirlik gezilerimize baÅŸlıyoruz. DeÄŸiÅŸen bir ÅŸey yok; yine erken saatlerde yola çıkıyoruz, gezinin tadına varana kadar geziyoruz ve hava iyice karardıktan sonra İzmir’e dönüş yapıyoruz.

Gezilerimizde genellikle araç kiralıyoruz. Bu kez nasıl olduysa Engin Yavuz Cuma günü aradı ve kendi aracıyla beni ve Aykut’u alıp şöyle bir tur atacağımızı söyledi. Hürol DaÄŸdelen bu geziye katılamadı, yoldan aradık, ÅŸakalaÅŸtık, yani varlığı yoktu ama yol boyunca adı sürekli geçti durdu. Bizim güler yüzlü, kahkaha fabrikası arkadaşımız. Sabah erkenden buluÅŸtuk, hava çok karanlık ve farlarımızı yakarak gidiyoruz. Bornova’dan İzmir-Ankara karayoluna çıktığımızda hava hala karanlık. Cumartesi olmasına karşın araç trafiÄŸi bir anda yoÄŸunlaÅŸmaya baÅŸladı. KemalpaÅŸa, Armutlu, Spil Dağı sapağı ve BaÄŸyurdu’nu geride bırakıyoruz. Evden kahvaltı etmeden çıktık. Turgutlu’da çorba içmek artık bir gelenek haline geldi. Eski adıyla Kasaba’nın çarşısından Borsa Lokantası’na uzandık. Mekan yine dolu. Hava soÄŸuk içeride bir masaya iliÅŸtik ve meÅŸhur kellepaça çorbasını iÅŸtahla içtik.

Engin Yavuz çocukluk yıllarını bu bölgede geçirdiÄŸi için iyi biliyor. Salihli’ye geldiÄŸimizde söze girdi: “İzmir ile Salihli arasında tarlalar giderek azalıyor, fabrikalar hızla çoÄŸalıyor. Bu güzergahtan her geçiÅŸimizde deÄŸiÅŸikliÄŸin ne denli hızlı olduÄŸuna tanık oluyoruz. Ülkemiz için iyi ve gerekli, bizim gibi doÄŸa tutkunları için üzücü geliÅŸmeler bunlar. Zeytinliklerin, üzüm baÄŸlarının, buÄŸday tarlalarının fabrikalara, depolara, konutlara dönüşmesine katlanamıyorum.”

Sağımızda zirvesi puslu BozdaÄŸ; yaÄŸan hafif karla bembeyaz. İlk kar suları ovaya ulaÅŸmış bile. Dereler çaylar artık isteksiz deÄŸil, coÅŸkuyla akıyor…

Salihli de gürültülü, kalabalık, ilçe olma özelliklerini hızla yitiren bir yerleÅŸim yeri. Organize Sanayi Bölgesi’nin içinden sola Gölmarmara yoluna yöneliyoruz. Salihli-Gölmarmara arası 36 kilometre. Karayolu çevredeki bütün yollar gibi geniÅŸletildi, ulaşım artık rahat ve hızlı ama yol çevresi eski güzelliÄŸini kaybetti. Birkaç yıl öncesine kadar dokunacakmış gibi yakın olan aÄŸaçlar artık uzağımızda. Oysa o güzellikler içinden defalarca keyifli yoluculuklar yapmıştık.

Solumuzda Bintepeler olarak bilinen mezar tümülüsleri. Lidya Krallığı’nın mezar tümülüsleri çok büyük ve gözalıcı eserler. ÇoÄŸu ortaçaÄŸda talan edilmiÅŸ. Antik çaÄŸ tarihçisi Heredot’a göre en büyüğü 355 metre çapında, yüksekliÄŸi 69 metre olan Alyattes Mezarı.

Bintepeler geride kalırken karşımızdaki tepelerin ardında Marmara Gölü beliriyor. Göle ulaÅŸmadan göl çevresindeki köylerden TekelioÄŸlu Köyü’nün iki yanı fıstık çamları olan daracık yolundan suyun kenarına kadar ilerledik. Köy çıkışındaki sahilde balıkçı tekneleri sıralanmış. Çiftçiler tarlada, zeytin çapalayanlar, asma budayanlar, bostanındaki kışlık ürünlerini kontrol edenler, avcılar… Gökyüzünün berrak mavisinin yansıdığı sularda pelikanlar, sumrular, mekeler, ördekler, bütün canlılığı ile doÄŸa. Bizim için o kadar güzel fotoÄŸraf malzemesi var ki. Tekneler, gölün kıyısına demir atmış teknelerin suya yansıyan görüntülerinin fotoÄŸraflarını çekmeye doyamıyoruz. Uzaktan görünen ve suyu yararak gelen bir baÅŸka balıkçı teknesi de bize çok güzel görsel malzeme oluyor.

Marmara Gölü’nü pek bilen yoktur. Önceleri kapalı bir havzada yer alan, küçük dereler ve yer altı suyu ile beslenen, mevsimsel, hafif tuzlu bir göl iken, 1932-1953 yılları arasında yapılan çalışmalarla bir rezervuara dönüştürüldü. Gölün alanı ortalama 3bin 400 hektar, derinliÄŸi 3-4 metre. Göl 320 milyon metreküplük maksimim dolum kapasitesine sadece 1960'larda ulaÅŸtı ve 6 bin 800 hektarlık bir alanı kapladı. 1993 yılı yaz mevsiminde ise büyük bölümü kurudu. Sular çekildikçe geride kalan verimli topraklar tarlalara dönüştü. En bereketli ürünlerin alındığı bir ova haline geldi. Meralar çoÄŸaldığı için hayvancılık da geliÅŸti. Sular çekildiÄŸinde geçtiÄŸimiz yıllarda gölün ortasına kadar yürümüş telef olan deniz varlıklarına üzülmüştük.

Göl alanında önemli sayıda küçük balaban, alaca balıkçıl, pasbaş patka, mahmuzlu kızkuşu ve bıyıklı sumru yaşıyor. Özellikle kışın, küçük karabatak, tepeli pelikan, büyük akbalıkçıl, angıt, fiyu, elmabaş patka, dikkuyruk ve kılıçgaga gibi çok sayıda su kuşu buraya geliyor. Bahri, karaboyunlu batağan, küçük akbalıkçıl, gri balıkçıl, gece balıkçılı, erguvani balıkçıl, kaşıkçı, kuğu, boz kaz, boz ördek, yeşilbaş, çıkrıkçın, elmabaş patka, sakar meke ve uzun baca burada konaklıyor.

Marmara Gölü’nün 1993 yılındaki gibi kurumasının ve balıkçılığın yok olmasının önlenmesi için bir süredir Gördes ve Demirköprü Barajı ile Gediz Nehri’nden su veriliyor. Yoksa kocaman bir tarlaya dönüşecek!

Sohbet ettiğimiz balıkçılar anlatıyor: Marmara Gölü doğal halindeyken yılda 300 tona yakın balık avlanıyormuş. Gölde su seviyesinin yükselmesiyle balıkçılık da gelişmiş, 400'ün üzerinde balıkçı teknesi işlemeye başlamış, en yüksek seviyeye ulaşılan 1963 yılında rekor düzeyde (963 ton) balık avlanmış. 1993 yılında gölün kuruması sonucu, balıkçılık sektörü tamamıyla çökmüş. Daha sonraki dönemde, göle yarım milyondan fazla yavru balık bırakılmış, av yasağı getirilmiş ve su seviyesinin yükselmesiyle, balık stoklarında artış meydana gelmiş.

İlerledikçe sahili bizden uzaklaÅŸan ve yerini verimli arazilere terk eden Marmara Gölü’nü geride bırakıp Hacıveliler Köyü’nde her zaman çay içtiÄŸimiz kahvehanede soluklanıyoruz.

Yeniden yola çıkıp, Gölmarmara üzerinden ilk kez geçtiÄŸimiz yoldan Akhisar’a ulaşıyoruz. Akhisar üzerinden Balıkesir karayolunda Gölcük sapağına kadar 83 kilometrelik yolumuz var. Hızla çoÄŸalan zeytinlikleri ve rüzgar türbinlerini keyifle izleyerek Gölcük sapağına ulaÅŸtık. Bizi Sındırgı’ya ulaÅŸtıracak en güzel yollardan biri de bu daracık, bakımsız, yoksul ama o kadar da sevimli yol. Umarım bu yola el atmazlar, doÄŸallığını bozmazlar.

Sındırgı’ya daha bitmesini hiç istemediÄŸimiz 33 kilometrelik yolumuz var. Güzergah üzerinde Gölcük, Karakaya, Alacaatlı, Kozlu ve Bayırlı köyleri yer alıyor. GeniÅŸ ve bereketli topraklarla çevrili bu köylerin insanları yoksul, yoksulluÄŸunu paylaÅŸan, kendi halinde, konuksever insanlar. YoksulluÄŸu görmek için evlere bakmak bile yeterli. TaÅŸ, ahÅŸap, kerpiç karışımı bakımsız ve eski yapılar. Köy sakinleri bu geniÅŸ ovanın ortasında yapayalnız ve terk edilmiÅŸ gibi yaÅŸamayı seviyorlar. Sonbahardan kalma güneÅŸli, berrak, ışıklarla yıkandığımız bir gün, gökyüzü masmavi. Çatılar ıslak, bir önceki günden kalma karlar hızla eriyor. Küçük derelerin üzerinden, eski köprülerden geçiyoruz.

Yaklaşık bir saat sonra Kertil Yaylası’ndan Sındırgı Ovası’na doÄŸru inen yola katılıp Sındırgı Çayı’nı kuÅŸatan, yaprakları dökülmüş kavaklıkların arasından geçiyoruz ama Mandıra Köyü’nde her zaman çayını içtiÄŸimiz Abdullah’ın kahvehanesi kapalı. Geçen gezide de bulamamıştık. Güler yüzlü, iyi yürekli, konuksever dostumuz sanırım yine pazara gitmiÅŸ.

Bizim de alacaklarımız var, ilçe merkezinde aracımızı park ettik. Sındırgı’da iki pazar var. Birisi köylülerin, diÄŸeri belediyenin. Bu pazarlarda ne ararsanız ucuza bulursunuz. İlçeye cumartesi günleri canlılık getiren bu pazarlarda elma, ayva, kestane, ceviz, çeÅŸit çeÅŸit otlar, köy evlerinde üretilmiÅŸ yoÄŸurtlar, köy ekmekleri, peynir çeÅŸitleri, küçücük tarlalarda yetiÅŸtirildiÄŸi belli pırasa, lahana, kereviz, karnabahar satılıyor. AlışveriÅŸ etmeden önce çarşı içindeki dört masası bulunan köfteci dükkanında karnımızı doyurduk. Hesap 13 TL; ÅŸaka gibi deÄŸil mi? Pazar alışveriÅŸimizi bitirdikten sonra köprü başındaki fırından köy ekmeÄŸi aldık. Dönüşümüzü Kertil Yaylası’ndan yaptık. Son yağıştan kalan karların üzerinde gezindik, keyfini çıkardık. Her zamanki gibi İzmirli olarak karda anı fotoÄŸrafı çektirdik. Gece karanlığında İzmir’e dönüş yaptık, önümüzdeki günlerde Dursunbey-DeÄŸirmeneÄŸrek’e yapacağımız geziyi konuÅŸtuk yol boyunca. Çadır kuramayacağız doÄŸal olarak, çünkü oraya yaÄŸan karın altında çadırlarımız kaybolur gider. O nedenle orman evinde kalacağız yerlerimiz ayrıldı bile…















Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
"Işık Teoman" bütün yazıları için tıklayın...
