“BİR YIL DAHA, BİR YIL DAHA” / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL

Zuhal ÖZÜGÜL

“BİR YIL DAHA, BİR YIL DAHA”



Halil, son günlerde çok sinirli, huzursuz ve dırdırcı olmuÅŸtu Güler’e göre.

“Onu hiç böyle görmemiÅŸtim. İki çocuÄŸumuz var. 7 senelik de evliyiz. Ne oldu, anlamıyorum” diyordu arkadaÅŸlarına. Her akÅŸam tarladan döndüğünde “bir traktör lâzım Güler, böyle olmuyor” diyordu. “Kırmızı, her tarafı kapalı, Alman malı, Magirus mu ne, iÅŸte ondan istiyorum” “Nasıl alacağız, kendimizi zor geçindiriyoruz” diye söyleniyor Güler.

Halil, ÇarÅŸamba günü eve hafif çakırkeyif döndü. Güler ses çıkarmadı. “Dırdır etmesin de” “Güler, kız Güler gel yanıma otur, bak sana ne diyeceÄŸim. Hani bizim ahmak Mustafa vardı ya” “Ne olmuÅŸ ona. Daha da mı ahmaklaÅŸmış?” “Ne ahmağı be hepimizden akıllı o” “Almanya’dan izine gelmiÅŸ. İki dirhem bir çekirdek. Üst baÅŸ, takım elbise, fötr ÅŸapka, pilli radyo, en iyisi cebinde tomarla para. Kahvede, hepimize bir ikram bir ikram. İki sene önce Almanya’ya gitmiÅŸ. Bir fabrikada çalışıyormuÅŸ. Ev, eÅŸyalar, tamam. Araba için para biriktiriyormuÅŸ “6 ay sonra çekerim altıma bir Benz” diyor. Annesi bir kız bulmuÅŸ. Ona bakacakmış. Olursa götürecekmiÅŸ.” Güler içinden düşündü: “Sanki bir kangal sucuk götürüyor.” Halil’in heyecandan dili dolaşıyor, yalvaran gözlerle Güler’e bakıyordu. Birden patladı: “Güler kız, ben de gideceÄŸim. Sonra da seni ve çocukları götüreceÄŸim.” Güler “Iıh, ben bir yere gitmem, buraları bırakmam” dedi. Gitti yattı. Halil biraz daha oturdu. Traktörünü, arabasını, pilli radyosunu, elektrikli tıraÅŸ makinesini, Gülerin giysilerini, çocuklarını avukat, doktor olarak düşünürken uyudu.

Ertesi gün Mustafa ile buluÅŸtu. O, neler yapacağını anlattı. “Bak bir yıl sonra Almanya kapıları kapatacak ve hiç kimse giremeyecek. Åžansını ÅŸimdi dene” Halil’in kararı tüm köyde yankı buldu. Herkes onu konuÅŸuyor, bazıları destekliyor, bazıları köstekliyordu. Ana babası, Güler, abisi, onu tanıyanlar “gözü karadır onun, dediÄŸini yapar” diyorlardı.

Nihayet davetiye geldi. Önce İstanbul’a gidecekti. DoÄŸru Karaköy İşçi Bulma Kurumu’na yollandı elinde küçük bavuluyla. Kapıda durdu baktı: Yüzlerce kiÅŸi bekliyor. Bir tanıdık yok. Omuzları düştü. Kara kara düşünürken yanına gelen genç hemen anlatmaya baÅŸladı: “Yenisin galiba, çok bekleyeceksin. Sana yatacak bir yer bulalım. Gel benimle”

Günler Karaköy’de beklemekle geçiyordu. Bir gün adını duydu. KoÅŸarak 7 no’lu odayı buldu. 10 kiÅŸi daha bekliyordu. Sakallı bir doktor, bir hemÅŸire ve tercüman geldi. Tek tek inceledi onları. HemÅŸireyle konuÅŸtu. Tercüman, onlara döndü : “Donunuza kadar soyunun.” Cıbıl cıbıl sıraya soktular. HemÅŸire masasına oturdu. Doktor önce karşıdan ‘alıcı gözle’ inceledi. Ellerini uzattırdı, öksürttü sonra diÅŸlerini, cinsel organlarını, gözlerini bir güzel muayene etti. Halil düşünüyordu: “kaç kiÅŸinin diÅŸleri çürük diye almadılar. Ya benim de çürükse. EÅŸek kafam, ÅŸu seyyar dişçiye gösterseydim keÅŸke.” Doktor her birinin önünde duruyor, hemÅŸireye bir ÅŸeyler yazdırıyordu. Dışarı çıktılar. Tercümanı soru yaÄŸmuruna tuttular. “Yasak, hiçbir ÅŸey söyleyemem” diye diretiyordu. “Yarın açıklayacaklar.”

Beklenen an geldi. Ellerine bir tomar kâğıt verildi. “Åžurayı imzala, burayı imzala. Yarın trenle yola çıkacaksınız.” Üç gün sonra Münih garına indiler. Halil fabrikada çalışacaktı. Kente, beÅŸ saatlik otobüs yolculuÄŸundan sonra vardılar. İşçiler için hazırlanmış binalara yerleÅŸtiler. Halil altı ranzalı odada altı tanımadığı kiÅŸiyle yaÅŸayacaktı. Ortak noktalarında buluÅŸtular. “Yabancı olmak!” ÇoÄŸu gözünü kırpmadı bütün gece. Fabrika, tarlaya benzemiyordu. Sekiz saat demir parçalarını kesecekti Halil. Hepsi ‘pestil’ gibi döndüler o gün iÅŸten.

Tek uÄŸraÅŸları mektup yazmak, telefon etmekti. Halil abisine yazdı. Güler’e çocuklara selam gönderdi o kadar. MaaÅŸ gününe kadar meraktan çatladılar. Ne kadar alacaklardı. Eve, ana babaya gönderilecekti. Yetecek miydi?

Böyle bir yıl geçti. Para biriktirmek hiç de kolay deÄŸildi. Hayaller arkaya atılıyordu. İkinci yılın başında Güler’den zehir zıkkım bir mektup geldi. Kısaca hatırlatıyordu. “Bizi ne zaman götüreceksin?” Başına bir dert daha çıkmıştı. Ev arayacak, eÅŸya alacak. Of of, hem akort çalış hem de bunları gerçekleÅŸtir. Almanlar yabancılara ev de vermiyorlardı zaten. ArkadaÅŸları destekledi: “Bak, yenge de çalışır daha çok para kazanır daha çabuk biriktirirsiniz.”

Güler geldi, işe girdi. Çocuklar okula başladı. Ne yapsalar para biriktiremiyorlardı. Traktörden vazgeçmişti. Köye yüklü bir para gönderdikten sonra zar zor geçiniyorlardı. Çok sorunları vardı. Güler garipleşiyordu. Halsiz, neşesiz, yorgun görünüyordu. İki senede, kömür rengi saçları bembeyaz olmuştu. Çocuklar çat pat Almanca konuşuyorlardı.

Halil dönüşü, “bir yıl daha” diye uzatıyordu. Güler tedavi gördü. Toparlandı biraz. Hatta saçlarını kızıla boyadı. Halil ona ev iÅŸlerinde, alışveriÅŸte yardıma baÅŸladı. Doktor öyle söylemiÅŸti. ArkadaÅŸları görecek, duyacak diye ödü kopuyordu.

İzine gidip geldikçe, açıkça konuÅŸmasalar da buradan ayrılamayacaklarını anlamışlardı. Öyle de oldu. Çocuklar okudular, meslek sahibi oldular, evlendiler, bir torunları oldu. Åžimdi daha çok vatanda yaşıyorlar. Bazen “oralar” burunlarında tütünce atlayıp uçaÄŸa gidiyorlar.

Bir yıldan tam 30 yıl oldu. Almanya’daki yaÅŸamı düşündüklerinde gençliklerini, zorlukları, iyi kötü günlerini, sürekli mücadeleleri gözlerinin önüne geliyor. Özlemi, akrabaları, güneÅŸi, masmavi gökyüzünü, yani Türkiye’yi bağırları yanarak, ince bir sızıyla hatırlıyorlardı.

Anlatıcının yorumu: Önce misafir işçi, sonra yabancı, yavaÅŸ yavaÅŸ da göçmen olarak kabul edilmeye baÅŸladılar. Alman vatandaşı olmayanın seçme seçilme hakkı hâlâ yok. İhmal edilen bir grup Almancayı da Türkçeyi de bozuk konuÅŸuyor. Cesur ve giriÅŸkenler, patron oldular. Dönemeyeceklerini anlayanlar için huzurevleri açıldı. Mezarlıklar hazırlandı(!) Mantar gibi camiler çıktı. BirçoÄŸu yardım(!) kuruluÅŸlarına paralarını kaptırdılar. Türk devleti onlara “döviz makinesi” gibi baktı. Kâh “Alman vatandaÅŸlığına geçin” diye demeçler verdiler. Kâh “çocuklarınıza önce Türkçe öğretsinler” dediler. Almanya’da yaÅŸayan, yaÅŸayacak olan bir kiÅŸi gayet tabi önce Almanca öğrenecekti. (Bazen Kürtçe anadil konusundaki tartışmalarda konuÅŸmacılar Almanya örneÄŸini “olumsuzmuÅŸ gibi” veriyorlar). Åžimdi, doktor, avukat, yazar, sanatçı, mimar, mühendis, sunucu, terzi, politikacı v.s. mesleÄŸini yapan Türkler, önce Almanca öğrenerek baÅŸladılar. Zor oldu belki ama çoÄŸu baÅŸardı.

Türkçeyi, iyi konuşabilmelerini Türk hükümetleri sağlamalıydı! Bu insanlar yalnız bırakıldı, şaşırdı, ne yapacaklarını bilemediler.

Kendileri gurbetçi, Almancı diye yaftalandı.

Almanya’da yaÅŸarlarken kalpleri Türkiye’de kaldı.

Åžimdi sorsalar, nasıl geçti? “Buradayken, aklım Almanya’da, oradayken Türkiye’de…” derler.



Zuhal ÖZÜGÜL




7 Kasım 2011 Pazartesi / 2189 okunma



"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...