Işık Teoman
Dede toprakları Makedonya
YaÅŸamda herkese nasip olmayacak muhteÅŸem bir olay yaÅŸadım Mekadonya’da… Benim dede topraklarım. Dedem Veteriner Hacı Elmas Aga Bulgar askerlerinin kurÅŸunlarıyla yaÅŸamını yitirdiÄŸi 1913 yılına kadar mesleÄŸini sürdürmüş bu topraklarda. Anneannem anlatırdı o yılları. O da 1914 yılında henüz 17 yaşında bir genç kız iken göçüp gelmiÅŸ Türkiye’ye. Neyse bu öyküyü daha sonra anlatırım. Gelelim muhteÅŸem olaya! Bir haftalığına Mekadonya’ya gittik bir heyet ile. Kavadarci Belediyesi baÄŸbozumu ÅŸenliklerine bizi davet etmiÅŸ. SaÄŸ olsun Konak Belediye BaÅŸkanım Dr.Hakan Tartan benim adımı heyete yazmış. Bu bahane ile anneannem ve ardından annemden yıllardır dinlediÄŸim öyküleri yaÅŸama fırsatı buldum bu topraklarda. Yedi gece yattım, havasını soludum, gezdim, dolaÅŸtım köylerini, kasabalarını ve ÅŸehirlerini Üsküp’ü sokak sokak karışladım, o sıcaklarda kan ter içinde kaldım ama deydi doÄŸrusu… Gültepe Makedonya Göçmenleri Kültür ve Dayanışma DerneÄŸi BaÅŸkanı Adnan YetiÅŸkin saÄŸ olsun, Makedonya’yı avucunun içi gibi çok iyi biliyor. Hatta köylerde bile o kadar çok tanıyan var ki, gezimizin itici gücü marÅŸandizi olarak çok ter döktü.

İki yüzyıl bir arada
Neyse pazartesi günü uçağımız Adnan Menderes Havalimanı’ndan saat 14.30’da havalandı. Bir saat beÅŸ dakika sonra kaptanın anonsu ile Üsküp Büyük İskender Havalimanı’na iniÅŸ yaptık. Sanki 50 yıl geriye geldik. Küçük virane bir bina, kötü bir giriÅŸ, kaba davranan görevliler, pis kokan tuvaletler ve su satışı bile yapılmayan garip bir ortam. Ama dönüş günü geldiÄŸinde ÅŸaşırdım kaldım. Bizim Adnan Menderes Havalimanı’nın güzelliklerini ve özelliklerini taşıyan TAV tarafından inÅŸa edilmiÅŸ pırıl pırıl bir havalimanından uçup döndük İzmir’e… Yani iki yüz yılı bir arada yaÅŸadım gibi oldu. Gelirken 1950’li bir ortam dönüşte ise 21. Yüzyıldan hareket hoÅŸ oldu doÄŸrusu.

8 Eylül kurtuluş şenlikleri
Üsküp’te bir gece kaldık. 8 Eylül Makedonya’nın özgürlüğe kavuÅŸtuÄŸu ve cumhuriyetin 20. yılını kutladığı gündü. Kurucuları Büyük İskender’in devasa boyuttaki at üzerindeki heykeli meydanı süslemiÅŸ. Heykele müzik eÅŸliÄŸinde su ve ışık oyunları da eklenince ortaya müthiÅŸ bir görsel güzellik çıkmış. Meydanın çevresini ise ülkenin kalkınmasında bilgisiyle, sanatıyla, kalemiyle emek vermiÅŸ kiÅŸilerin yine dev boyuttaki heykellerini yerleÅŸtirmiÅŸler. Üsküp yeni bir meydan ve yeni bir kimlik kazanmış.

Bir yanı eski bir yanı yeni
Mimar Sinan tarafından 500 yıl önce yapılan taÅŸ köprünün bir tarafı Türk Çarşısı. Çarşıya girdiÄŸiniz anda Türkiye’nin 1950’li yıllarını yansıtan bir kartpostalın içinde buluyor insan kendini. Eski kahvehaneler, eski sokaklar, eski binalar, camiler, iÅŸportacılar, seyyar satıcılar, Türkçe konuÅŸan insanlar, türbanlı kızlar ve kadınlar. TaÅŸ köprünün diÄŸer tarafında ise Alsancak Kıbrıs Åžehitleri Caddesi ve eÄŸlence merkezi yan sokakları havasını yaşıyor insan. Her ikisi de güzel. Vardar Nehri’nin üzerindeki taÅŸ köprünün bir benzerini yapmaya çalışıyorlar birkaç yüz metre ötesine; iddialı gibi ama eskisi kadar cazibeli görünmüyor. Kentin içi kestane ve ceviz aÄŸaçları ile kaplanmış. Her kaldırım her sokak ve her caddede aÄŸaçlar sıralı ve adım başı heykeller var. Umarım teknoloji ileride bunları yutup yok etmez.

Çan ve ezan sesi bir arada
Üsküp’de bir yanda çan sesi bir yanda ezan sesi dinledik. Bizim esas keyif aldığımız iki merkez vardı bu gezide Ohrid ve Manastır. Ohrid ÅŸehri Ohrid Gölü’nün kenarında kurulmuÅŸ. Balıkçı lokantaları ve lüks otelleri ile tam bir sahil kenti. Ohrid Gölü’nün bir ucu da Arnavutluk’a kadar uzanıyor. Ohrid Gölü Unesco tarafından dünya mirası listesine dahil edilmiÅŸ. Safranbolu evlerinin benzeri evleri gölden kaleye kadar uzanıyor, sahilde insanlar mayolarını giymiÅŸ yüzüyor, fırsatımız olmadığı için bu keyfi yaÅŸayamadık. Göl kenarında bir balıkçı lokantasında balık yedik. Rakıyı da Türkiye’den getirmiÅŸtik, rica ettik içmemize izin verdiler, keyifli bir akÅŸam yaÅŸadık.

Benzer izler taşıyor
Çarşı’da gezerken Ayvalık, ÇeÅŸme ve Alaçatı’dan izler buluyor insan. Finali Türk kahvesinde yaptık. Ohrid; kırmızı kiremitli çatılı evleri, sıcakkanlı insanları ile geleceÄŸi parlak muhteÅŸem bir sahil kenti. Ve bir ilk daha yaÅŸadık. CoÄŸrafya okurken hep ÅŸunu bilirdik. Nehirler, dereler ve çaylar akar gölleri oluÅŸturur. Ama Strugea’da tam tersi olmuÅŸ. Ohrid Gölü’nden dönen sular bu kez bir nehir oluÅŸturmuÅŸ ve bu nehir kenti baÅŸtan baÅŸa geçerken bölgeye can suyu olmuÅŸ. Nehrin çevresinde ise EskiÅŸehir’deki gibi lokanta ve kafeteryalar sıralanmış, gençler cıvıl cıvıl… Bizi burada Strugea Belediyesi’nin Arnavut kökenli ve iyi derecede Türkçe konuÅŸan baÅŸkan yardımcısı Mümin Bayraktar ağırladı eÅŸiyle birlikte…

Bitola mı, Manastır mı?
Üçüncü günümüzü Bitola’da geçirdik. Yani eski adıyla Manastır. Türklerin en yoÄŸun olduÄŸu bölge. Camilerinden hala çok kısık da olsa ezan sesleri duyulan sadece gençlerin ve yaÅŸlıların sokaklarında dolaÅŸtığı bir kent Manastır. . Orta yaÅŸtaki grup Avrupa’da çalıştığı için sokaklar gençlere ve yaÅŸlılara kalmış. Kıbrıs Åžehitleri Caddesi’nin benzeri tarihi yapıların dimdik ayakta durduÄŸu bir cadde üzerinde butik bir otelde konakladık. Ertesi gün 20. Yıl kutlama ÅŸenlikleri nedeniyle tatil olduÄŸu için gençler sabahlara kadar ÅŸarkı söyledi ve eÄŸlendi. Sabah da ÅŸenlikler baÅŸladığı saatlerde biz davetli olduÄŸumuz Kavadarci kentine hareket ettik.

Şarap diyarı Tikveş bölgesi
Dört gece kaldığımız bu ÅŸehirde sanki insanlar hiç uyumuyor. Tabi gençlerden söz ediyoruz. Sabah geç vakitlere kadar eÄŸleniyorlar. Büyük bir caddeleri var ve bu cadde üzerinde sohbet ederek gelip gidiyorlar. Kent içinde Vardar nehrinin kenarındaki parkta ise dört gün boyunca mangallar yandı. Köfteler piÅŸirildi Makedonya’ya özgü rakılar ve muhteÅŸem ÅŸarapları içildi. İkinci gece tüm Kavadarci halkının katıldığı ÅŸenlikler baÅŸladı. Gençler çeÅŸitli kılıklara girmiÅŸ hünerlerini sundular. Müzik eÅŸliÄŸinde gece geç saatlere kadar devam eden ÅŸenliklere Brezilya’dan gelen Samba grubunun gösterileri damgasını vurdu. Grubun gösterileri gece yarısından sonra da meydanda devam etti.

Tam bir konuksever
Kavadarci Belediye Başkanı Aleksandar Panov bir başkan yardımcısı ve bir belediye meclis üyesini bizimle ilgilenmesi için görevlendirdi. Vesna Koceva ve Violeta Naumovska eşleriyle birlikte bizi hiç yalnız bırakmadılar. Beyaz et ve sebze ile yaşamını sürdüren biri olarak 50 yıllık yaşamımda yemediğim kadar et ve köfteyi yemek zorunda kaldım. Lezzetliydi ama mutfakta et kültürü ağırlıkta. Bir de salataları çok lezzetli peynir eşliğinde gelen salata tabağının içinde mis gibi domates, salatalık, lahana, havuç, marul ve pancar kıyılmış olarak sunuluyor üzerine zeytinyağı ve aromalı limon da eklenince tadına doyum olmuyor. Tabi yanında Tikveş bölgesinin ünlü şarapları da yudumlanınca, damaktaki tadı anlatacak kelime bulamıyor insan. Tikveş bölgesinin en büyük şarap mahzenlerine indik. Meşe fıçılardan dinlenmiş kırmızı şarap içtik. Fermante olmamış üzüm suyunun ise tadına doyamadık.

Öyküleriyle büyüdüğüm İştip
Gezinin benim için en ilginç olan tarafı ise yıllardır öykülerini dinlediÄŸim dedemlerin doÄŸup büyüdüğü İştip’de yaÅŸadıklarımdı. Anneannem anlatırdı; “Babamı ve aÄŸabeylerimi Bulgarlar öldürdü” diye. Yıllarca bir arada yaÅŸayan Bulgar gençler aÄŸabeyini yemeÄŸe davet etmiÅŸ. Arif dayım iyi niyetle daveti kabul etmiÅŸ. Bulgar gençler dayıma yemekten sonra tuzak kurmuÅŸlar. Derisini yüzmüşler ve evin önüne bırakmışlar dayıyı. Büyük dedem hemen bir dana kesmiÅŸ ve derisini dayımın vücuduna sarmış. Birkaç gün derinin içinde acı içinde kıvranan ve inleyen dayı dayanamamış ve göçüp gitmiÅŸ. Bu ve buna benzer çok öykü dinledim. Veteriner Hacı Elmas Aga ise yine Balkan Savaşı’nın patlak vermeye baÅŸladığı günlerde bir Bulgar askerinin tüfeÄŸinden çıkan kurÅŸun ile yaÅŸamını yitirmiÅŸ ve göç etmek artık kaçınılmaz olmuÅŸ. Bu duyguların ardından büyük dedemin yattığı Osmanlı mezarlığını buldum. TaÅŸların üzerinde isim yok ama bu benim dedemin mezarı dediÄŸim bir taşın başında o günleri düşündüm. Bu topraklarda yaÅŸayan Türklerin, Osmanlının son dönemlerinde çektikleri acıları ve sıkıntıları düşündüm.
Biz bir saatte geldik gittik ama onlar aylarca yürüdüler
Bir saatte uçak ile geldiÄŸimiz bu ülkeden atalarımız kaçarken aylarca süren yürüyüşün ardından neler yaÅŸadıklarını aklımdan geçirdim. Ancak ÅŸunu gördüm ki, Mekadon halkı Türkleri çok seviyor. Yaklaşık 600 yıl bir arada yaÅŸamışlar ve birbirlerine hiç zarar vermemiÅŸler. Ülkeyi istila eden Bulgaristan ve Yunanistan isimleri geçtiÄŸinde ise hiç de olumlu sözler çıkmıyor ağızlarından. Yedi gece geçirdiÄŸimiz Makedonya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün padiÅŸahtan gizlendiÄŸi köy evini de bulduk. Bu öyküyü ayrıca önümüzdeki sayıda çok özel olarak anlatmak istiyorum.












































Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
YaÅŸamda herkese nasip olmayacak muhteÅŸem bir olay yaÅŸadım Mekadonya’da… Benim dede topraklarım. Dedem Veteriner Hacı Elmas Aga Bulgar askerlerinin kurÅŸunlarıyla yaÅŸamını yitirdiÄŸi 1913 yılına kadar mesleÄŸini sürdürmüş bu topraklarda. Anneannem anlatırdı o yılları. O da 1914 yılında henüz 17 yaşında bir genç kız iken göçüp gelmiÅŸ Türkiye’ye. Neyse bu öyküyü daha sonra anlatırım. Gelelim muhteÅŸem olaya! Bir haftalığına Mekadonya’ya gittik bir heyet ile. Kavadarci Belediyesi baÄŸbozumu ÅŸenliklerine bizi davet etmiÅŸ. SaÄŸ olsun Konak Belediye BaÅŸkanım Dr.Hakan Tartan benim adımı heyete yazmış. Bu bahane ile anneannem ve ardından annemden yıllardır dinlediÄŸim öyküleri yaÅŸama fırsatı buldum bu topraklarda. Yedi gece yattım, havasını soludum, gezdim, dolaÅŸtım köylerini, kasabalarını ve ÅŸehirlerini Üsküp’ü sokak sokak karışladım, o sıcaklarda kan ter içinde kaldım ama deydi doÄŸrusu… Gültepe Makedonya Göçmenleri Kültür ve Dayanışma DerneÄŸi BaÅŸkanı Adnan YetiÅŸkin saÄŸ olsun, Makedonya’yı avucunun içi gibi çok iyi biliyor. Hatta köylerde bile o kadar çok tanıyan var ki, gezimizin itici gücü marÅŸandizi olarak çok ter döktü.

İki yüzyıl bir arada
Neyse pazartesi günü uçağımız Adnan Menderes Havalimanı’ndan saat 14.30’da havalandı. Bir saat beÅŸ dakika sonra kaptanın anonsu ile Üsküp Büyük İskender Havalimanı’na iniÅŸ yaptık. Sanki 50 yıl geriye geldik. Küçük virane bir bina, kötü bir giriÅŸ, kaba davranan görevliler, pis kokan tuvaletler ve su satışı bile yapılmayan garip bir ortam. Ama dönüş günü geldiÄŸinde ÅŸaşırdım kaldım. Bizim Adnan Menderes Havalimanı’nın güzelliklerini ve özelliklerini taşıyan TAV tarafından inÅŸa edilmiÅŸ pırıl pırıl bir havalimanından uçup döndük İzmir’e… Yani iki yüz yılı bir arada yaÅŸadım gibi oldu. Gelirken 1950’li bir ortam dönüşte ise 21. Yüzyıldan hareket hoÅŸ oldu doÄŸrusu.

8 Eylül kurtuluş şenlikleri
Üsküp’te bir gece kaldık. 8 Eylül Makedonya’nın özgürlüğe kavuÅŸtuÄŸu ve cumhuriyetin 20. yılını kutladığı gündü. Kurucuları Büyük İskender’in devasa boyuttaki at üzerindeki heykeli meydanı süslemiÅŸ. Heykele müzik eÅŸliÄŸinde su ve ışık oyunları da eklenince ortaya müthiÅŸ bir görsel güzellik çıkmış. Meydanın çevresini ise ülkenin kalkınmasında bilgisiyle, sanatıyla, kalemiyle emek vermiÅŸ kiÅŸilerin yine dev boyuttaki heykellerini yerleÅŸtirmiÅŸler. Üsküp yeni bir meydan ve yeni bir kimlik kazanmış.

Bir yanı eski bir yanı yeni
Mimar Sinan tarafından 500 yıl önce yapılan taÅŸ köprünün bir tarafı Türk Çarşısı. Çarşıya girdiÄŸiniz anda Türkiye’nin 1950’li yıllarını yansıtan bir kartpostalın içinde buluyor insan kendini. Eski kahvehaneler, eski sokaklar, eski binalar, camiler, iÅŸportacılar, seyyar satıcılar, Türkçe konuÅŸan insanlar, türbanlı kızlar ve kadınlar. TaÅŸ köprünün diÄŸer tarafında ise Alsancak Kıbrıs Åžehitleri Caddesi ve eÄŸlence merkezi yan sokakları havasını yaşıyor insan. Her ikisi de güzel. Vardar Nehri’nin üzerindeki taÅŸ köprünün bir benzerini yapmaya çalışıyorlar birkaç yüz metre ötesine; iddialı gibi ama eskisi kadar cazibeli görünmüyor. Kentin içi kestane ve ceviz aÄŸaçları ile kaplanmış. Her kaldırım her sokak ve her caddede aÄŸaçlar sıralı ve adım başı heykeller var. Umarım teknoloji ileride bunları yutup yok etmez.

Çan ve ezan sesi bir arada
Üsküp’de bir yanda çan sesi bir yanda ezan sesi dinledik. Bizim esas keyif aldığımız iki merkez vardı bu gezide Ohrid ve Manastır. Ohrid ÅŸehri Ohrid Gölü’nün kenarında kurulmuÅŸ. Balıkçı lokantaları ve lüks otelleri ile tam bir sahil kenti. Ohrid Gölü’nün bir ucu da Arnavutluk’a kadar uzanıyor. Ohrid Gölü Unesco tarafından dünya mirası listesine dahil edilmiÅŸ. Safranbolu evlerinin benzeri evleri gölden kaleye kadar uzanıyor, sahilde insanlar mayolarını giymiÅŸ yüzüyor, fırsatımız olmadığı için bu keyfi yaÅŸayamadık. Göl kenarında bir balıkçı lokantasında balık yedik. Rakıyı da Türkiye’den getirmiÅŸtik, rica ettik içmemize izin verdiler, keyifli bir akÅŸam yaÅŸadık.

Benzer izler taşıyor
Çarşı’da gezerken Ayvalık, ÇeÅŸme ve Alaçatı’dan izler buluyor insan. Finali Türk kahvesinde yaptık. Ohrid; kırmızı kiremitli çatılı evleri, sıcakkanlı insanları ile geleceÄŸi parlak muhteÅŸem bir sahil kenti. Ve bir ilk daha yaÅŸadık. CoÄŸrafya okurken hep ÅŸunu bilirdik. Nehirler, dereler ve çaylar akar gölleri oluÅŸturur. Ama Strugea’da tam tersi olmuÅŸ. Ohrid Gölü’nden dönen sular bu kez bir nehir oluÅŸturmuÅŸ ve bu nehir kenti baÅŸtan baÅŸa geçerken bölgeye can suyu olmuÅŸ. Nehrin çevresinde ise EskiÅŸehir’deki gibi lokanta ve kafeteryalar sıralanmış, gençler cıvıl cıvıl… Bizi burada Strugea Belediyesi’nin Arnavut kökenli ve iyi derecede Türkçe konuÅŸan baÅŸkan yardımcısı Mümin Bayraktar ağırladı eÅŸiyle birlikte…

Bitola mı, Manastır mı?
Üçüncü günümüzü Bitola’da geçirdik. Yani eski adıyla Manastır. Türklerin en yoÄŸun olduÄŸu bölge. Camilerinden hala çok kısık da olsa ezan sesleri duyulan sadece gençlerin ve yaÅŸlıların sokaklarında dolaÅŸtığı bir kent Manastır. . Orta yaÅŸtaki grup Avrupa’da çalıştığı için sokaklar gençlere ve yaÅŸlılara kalmış. Kıbrıs Åžehitleri Caddesi’nin benzeri tarihi yapıların dimdik ayakta durduÄŸu bir cadde üzerinde butik bir otelde konakladık. Ertesi gün 20. Yıl kutlama ÅŸenlikleri nedeniyle tatil olduÄŸu için gençler sabahlara kadar ÅŸarkı söyledi ve eÄŸlendi. Sabah da ÅŸenlikler baÅŸladığı saatlerde biz davetli olduÄŸumuz Kavadarci kentine hareket ettik.

Şarap diyarı Tikveş bölgesi
Dört gece kaldığımız bu ÅŸehirde sanki insanlar hiç uyumuyor. Tabi gençlerden söz ediyoruz. Sabah geç vakitlere kadar eÄŸleniyorlar. Büyük bir caddeleri var ve bu cadde üzerinde sohbet ederek gelip gidiyorlar. Kent içinde Vardar nehrinin kenarındaki parkta ise dört gün boyunca mangallar yandı. Köfteler piÅŸirildi Makedonya’ya özgü rakılar ve muhteÅŸem ÅŸarapları içildi. İkinci gece tüm Kavadarci halkının katıldığı ÅŸenlikler baÅŸladı. Gençler çeÅŸitli kılıklara girmiÅŸ hünerlerini sundular. Müzik eÅŸliÄŸinde gece geç saatlere kadar devam eden ÅŸenliklere Brezilya’dan gelen Samba grubunun gösterileri damgasını vurdu. Grubun gösterileri gece yarısından sonra da meydanda devam etti.

Tam bir konuksever
Kavadarci Belediye Başkanı Aleksandar Panov bir başkan yardımcısı ve bir belediye meclis üyesini bizimle ilgilenmesi için görevlendirdi. Vesna Koceva ve Violeta Naumovska eşleriyle birlikte bizi hiç yalnız bırakmadılar. Beyaz et ve sebze ile yaşamını sürdüren biri olarak 50 yıllık yaşamımda yemediğim kadar et ve köfteyi yemek zorunda kaldım. Lezzetliydi ama mutfakta et kültürü ağırlıkta. Bir de salataları çok lezzetli peynir eşliğinde gelen salata tabağının içinde mis gibi domates, salatalık, lahana, havuç, marul ve pancar kıyılmış olarak sunuluyor üzerine zeytinyağı ve aromalı limon da eklenince tadına doyum olmuyor. Tabi yanında Tikveş bölgesinin ünlü şarapları da yudumlanınca, damaktaki tadı anlatacak kelime bulamıyor insan. Tikveş bölgesinin en büyük şarap mahzenlerine indik. Meşe fıçılardan dinlenmiş kırmızı şarap içtik. Fermante olmamış üzüm suyunun ise tadına doyamadık.

Öyküleriyle büyüdüğüm İştip
Gezinin benim için en ilginç olan tarafı ise yıllardır öykülerini dinlediÄŸim dedemlerin doÄŸup büyüdüğü İştip’de yaÅŸadıklarımdı. Anneannem anlatırdı; “Babamı ve aÄŸabeylerimi Bulgarlar öldürdü” diye. Yıllarca bir arada yaÅŸayan Bulgar gençler aÄŸabeyini yemeÄŸe davet etmiÅŸ. Arif dayım iyi niyetle daveti kabul etmiÅŸ. Bulgar gençler dayıma yemekten sonra tuzak kurmuÅŸlar. Derisini yüzmüşler ve evin önüne bırakmışlar dayıyı. Büyük dedem hemen bir dana kesmiÅŸ ve derisini dayımın vücuduna sarmış. Birkaç gün derinin içinde acı içinde kıvranan ve inleyen dayı dayanamamış ve göçüp gitmiÅŸ. Bu ve buna benzer çok öykü dinledim. Veteriner Hacı Elmas Aga ise yine Balkan Savaşı’nın patlak vermeye baÅŸladığı günlerde bir Bulgar askerinin tüfeÄŸinden çıkan kurÅŸun ile yaÅŸamını yitirmiÅŸ ve göç etmek artık kaçınılmaz olmuÅŸ. Bu duyguların ardından büyük dedemin yattığı Osmanlı mezarlığını buldum. TaÅŸların üzerinde isim yok ama bu benim dedemin mezarı dediÄŸim bir taşın başında o günleri düşündüm. Bu topraklarda yaÅŸayan Türklerin, Osmanlının son dönemlerinde çektikleri acıları ve sıkıntıları düşündüm.
Biz bir saatte geldik gittik ama onlar aylarca yürüdüler
Bir saatte uçak ile geldiÄŸimiz bu ülkeden atalarımız kaçarken aylarca süren yürüyüşün ardından neler yaÅŸadıklarını aklımdan geçirdim. Ancak ÅŸunu gördüm ki, Mekadon halkı Türkleri çok seviyor. Yaklaşık 600 yıl bir arada yaÅŸamışlar ve birbirlerine hiç zarar vermemiÅŸler. Ülkeyi istila eden Bulgaristan ve Yunanistan isimleri geçtiÄŸinde ise hiç de olumlu sözler çıkmıyor ağızlarından. Yedi gece geçirdiÄŸimiz Makedonya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün padiÅŸahtan gizlendiÄŸi köy evini de bulduk. Bu öyküyü ayrıca önümüzdeki sayıda çok özel olarak anlatmak istiyorum.












































Işık Teoman
isikteoman@gmail.com
"Işık Teoman" bütün yazıları için tıklayın...
