Foça Aşığı (!) / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL

Zuhal ÖZÜGÜL

Foça Aşığı (!)



Bazen duyarım. KiÅŸiler kendilerini “ben Foça aşığıyım” diye tanıtırlar. Bu tanımlama bana yetersiz gelir. Çünkü aÅŸk geçicidir. Benim tercihim “sevmektir” “Ben, Foça’yı seviyorum” demek daha güçlü bir söylem bence. Sevmek, çok derin bir duygudur. Korumaktır. Sevgili için her ÅŸeyi göze alabilmektir. Bir insanın bir ÅŸeyi sevebilmesi uzun sürer. ÇocuÄŸundan baÅŸka.

Ben de, Foça ile 15-20 yıldır bu süreci yaşıyorum. Onu, gördüğüm gibi, aşık filan da olmadım. Yavaş yavaş alıştık birbirimize. Ben bir kentliydim. Saksıdaki çiçeklerden, manavdaki sebzelerden başka bir şey bilmeyen. Eski yerleşikler, dağlardaki otları, pazardaki sebzeleri, bahçede büyüttükleri çiçekleri, ağaçları anlattıkça, belli etmez, ama şaşkın, biraz da sabırsız dinlerdim. Acaba, ben de bir gün?...

Sonra, Foça ile birbirimizi karşılıklı denemeye baÅŸladık. O bana yol gösterdi. “İngiliz burnuna gel orada bitkiler var, seveceksin” dedi. Her ÅŸeyi, saklamadan sundu. Sebzeleri, tarifini pazarcılara sormadan almaya baÅŸladım. Meyvelerden reçeller yaptım. Kendimce.

“Bak, yürüyüşlere çıktığında dümdüz karşıya bakma, denizimden gözünü hiç ayırma” dedi. Yaptım. Bu sayede, çevredeki olumsuzlukları görmeden geçtim. “Bir yerde oturduÄŸun zaman arkanı, o canım denize dönme, üzülür” dedi.

İlk zamanlar, hep o beni yönlendirdi. Dar sokaklarını, taÅŸ evlerini gösterdi. “SinirlendiÄŸin, özlediÄŸin, üzüldüğün, sevindiÄŸin zaman BeÅŸkapılar’a git, bir kafede güneÅŸ batımını izle. Bak ne oluyor gör.” Yine haklı, binlerce kez haklı. O ne güneÅŸ batımı, o ne renkler. Herkes aynı duyguyu yaşıyor olmalı. Önümüzdeki masada oturan, yabancı çift bize dönüp ÅŸerefe diyor. Biz yanıtsız bırakır mıyız? Skol diyoruz. Tam isabet. İsveçliler.

Ben artık kendimi, tamamen ona bırakmıştım. Ancak, onun göstermediklerini de görmeye baÅŸladım bir süre sonra. Kendini koruyamamasına kızıyordum. Yürüyüşlerimde (İngiliz Burnu’nda özelikle) bağıra çağıra azarladım onu. Sessizce dinledi. BaÅŸka bir gün, sanki beni daha çok kızdırmak için, yanmış bir yeri, daha önce var olan aÄŸaçların yerinde olmadığını, çöp yığınlarını gözüme soktu. Tepem atmış aÅŸağıya inerken, birden en sevdiÄŸim -iki kıyının ortasındaki yolda- bulurum kendimi. Deniz, bir yanda dümdüz, bir yanda hafif dalgalı. Her ÅŸeyi unutur, bir saÄŸa bir sola yürür, elimi denize daldırırım. Onu azarladığım için piÅŸman olur, sakince anlatmaya çalışırım.

“Bak, ben kaç yaşıma geldim. Artık göçmen olmak istemiyorum. Burada kalacağım. BaÅŸka gidecek yerim yok. Sana yapılanları gördükçe tepem atıyor. Ama, yine de hıncımı senden çıkarıyorum.” O da, “o zaman önlemini al, sesini çıkar, gözünü aç” der. Ter içinde olduÄŸumu bilir, tatlı bir rüzgar gönderir. Ah, Foça ve arkadaÅŸları. Nasıl da gönlümü alırsınız!

Onun, öğüdünü tutmak için, içimi döktüğüm bir yazı olan “Foça kazıları” kazı baÅŸkanının hışmına uÄŸradı. Aşçı Fok’a “neden böyle yazıları basıyorsunuz” diye soruldu. Katıldığım bir kazı bilgilendirme toplantısında, herkesin içinde “o yazıyı siz mi yazdınız” diye (sanki kötü bir ÅŸey yazmışım gibi) soruldu bana. İnsan ÅŸaşırıyor birden. Ürktüm de biraz. Ya sabır dedikten sonra, damağımı üç kere kaldırdım. Geçti.

Böylece, Foça’yı korumaya baÅŸladığımı, sahiplendiÄŸimi ve onun için fırça yemeyi bile göze aldığımı anladım. Bu da, iliÅŸkimizin olgunlaÅŸtığını, dış çevrelerden baskı gelse de, artık bizi ayıramayacaklarını gösterdi. Bundan sonra “ben Foça’yı seviyorum” diye söze baÅŸlayabilirim göğsümü gere gere. Hatta “Zuhal Foça’yı seviyor” diye, duvarlara yazsalar bile umurumda deÄŸil.


Zuhal ÖZÜGÜL




20 Eylül 2010 Pazartesi / 2286 okunma



"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...