İKİ DİL BİR BAVUL / Zuhal ÖZÜGÜL
Zuhal ÖZÜGÜL

Zuhal ÖZÜGÜL

İKİ DİL BİR BAVUL



2009 Türkiye
Yönetmen : Orhan Eskiköy- Özgür Doğan
Senaryo : Orhan Eskiköy
Oynayanlar: Köy Halkı ( Åžanlırurfa’nın Siverek İlçesine baÄŸlı Demirci köyü.)
Emre Aydın (Öğretmen)

-“ OÄŸlum le de” –“lö” – OÄŸlum le desene” “lö” Emre öğretmenin sesi yükselir “le de oÄŸlum le de”. Zilkif ÅŸaÅŸkın biraz da utangaç Emre Öğretmenin yüzüne bakar. Böyle baÅŸlar Denizlili Emre Aydın’ın, ana dilleri Kürtçe olan çocuklara Türkçe öğretme serüveni.

Bir minibüsün üstünde, çuvalların ve tavukların arasında, koca bir bavul… Sağı solu çorak, uzun ince bir yolda sarsıla sarsıla yol alırlar. Emre Aydın moda kesilmiÅŸ, jöleli saçları dalgın dalgın seyreder o uçsuz bucaksız, yeÅŸilliksiz toprağı. DiÄŸer yolculara pek benzemez. Onların baÅŸlarında poÅŸular var, ÅŸalvarlı, sakallı ve bıyıklılar.

İlerde, önce bir Türk Bayrağı görünür. Sonra tek katlı bir bina. “Milli EÄŸitim Bakanlığı Demirci İlk Öğretim Okulu” levhası duvarda. Çevresinde ne bir ev ne bir canlı ne de bir aÄŸaç! Emrecik büyük bavuluyla bakar kalır okula. Cebi çalar. AnneciÄŸi arıyor. Kalacağı odayı anlatır “yerlerde karıncalar”. KonuÅŸurlar biraz. İyi oldu bu konuÅŸma. Emre’nin morali düzelir. Sonra biraz temizliÄŸe kalkar. ÇeÅŸmeden su akmıyor. Bir kaynaktan su taşır. Yorulur, terler. Alışmamıştır. Ne de olsa Denizlili. AkÅŸam, anneye bu konu da rapor edilir. Ertesi gün tertemiz giyinmiÅŸ (beyaz gömlek, kravat, siyah pantolon, ucu sivri ayakkabılar) Saçlarına bol bol jöle sürer, alışkın parmak hareketleriyle saçına ÅŸekil verir. Okulun kapısında volta atmaya baÅŸlar. Gelen giden yok. Tek tek çocukları aramaya baÅŸlar. Ya tezek topluyorlar, ya toprak kazıyorlar, ya da çamaşır yıkıyorlar. Daha sonra köyün “önemlileri“ olduÄŸu anlaşılan iki erkek gelip Emre’yi şöyle bir alıcı gözüyle incelerler. “Yarın hepsi gelecek.” Sabah çocuklarda bir hazırlık. Zilkif bir maÅŸrapa ile yüzünü yıkar, annesi eteÄŸi ile siliverir yüzünü. Rajda’nın saçı öyle gür ki tarak girmiyor. Neyse ilginç bir saç “modeli” baÅŸarırlar. Önlükler giyildi. Çantası olan taktı sırtına. Sınıf doldu ve Emre’nin çilesi baÅŸladı. BeÅŸ sınıf bir arada. En sıkıntılısı birinci sınıf. AkÅŸam anneye telefon: “Anne ya bunlar Türkçe bilmiyorlar. Nasıl Matematik filan öğreteceÄŸim? En iyisi Türkçe’den baÅŸlayayım.”

Biraz da köyde dolaşalım. Çocukların annelerinden bir ikisini görürüz. Daha doğrusu hızla geçen hayalet gibi, hiç konuşmadan, kafalarını kaldırmadan çalışırlar. Ev işi yapıyorlar. Pardon ev değil. Karanlık mekanlar. Yerlerde halı, televizyon, müzik seti mevcut.

Kadınlar ve yaÅŸadıkları yerler, o köy dizilerindeki “konaklar”a hiç benzemiyor. Kadınlarda ipek eÅŸarplar, kollarında bilezikler, gözlerinde sürmeler yok. Çocuk okuldan geldiÄŸinde önüne bir tepsi karpuz koyuyorlar. Çapıt ekmeÄŸi ile aÄŸzına tıkıştırıyor. Utangaç Rajda yerde ödevini yaparken annesi çamaşıra yolluyor. Çocukların çalışmadığı zaman yok. Elleri, tırnakları yıpranmış, sanki ağır işçi gibi. Rajda hep suskun, kaÅŸları çatık bir kız. Ama öğretmenine utanarak tatlı tatlı gülümser arada sırada. Emre öğretmen bazen ümitsizliÄŸe düşer “Siz beni annamıyonuz deÄŸil mi? “Ben de sizi annamıyom“ der suskun topluluÄŸa.

Zamanla çocuklar öğretmene, öğretmen de onlara alışır. Bakışlarından onları sevdiği anlaşılır. Türkçeyi de öğrendiler biraz. 23 Nisanda eğlendiler, ağaç ektiler. Emre öğretmen velileri toplantıya çağırdı. Babalar, biraz utangaç sıralara oturdular, gülüştüler. Çok konuşmadan ayrıldılar. Karne zamanı, baba karneye bakıp Kürtçe bir şeyler söyler. Başını okşar. Ayrılma zamanı geldi. Emre Öğretmen koca bavulunu yükledi yine yola koyuldu.

Film bitti. Sessiz kaldık bir süre. İlk patlayan ben oldum. “Hiçbir ÅŸey asla deÄŸiÅŸmiyor hatta geriliyor”. Aklıma ilk gelen kentlilerin AB’ye girme hayalleri. “Böyle mi gireceksiniz AB’ye? Buraların kalkınması ve onların düzeyine gelebilmesi için milyonlarca avro yetmez! Onların 70 milyon insan diye kendi aralarında “korkuyla” söz ettikleri kabus bu iÅŸte. AB’ye engel ne din ne de kültür. Fakirlik. Fakirlik. OÄŸuz ise baÅŸka bir ÅŸeye takmış. “Hani köylümüz konukseverdi? ÇocuÄŸa bir tas ayran, bir yumurta bile getirmediler. Hani öğretmen el üstünde tutulurdu?“

Onları romanlarda okurduk. Hani ÅŸu köy romanlarında. Devran deÄŸiÅŸti. Sonra Almanya’da yaÅŸamış bir arkadaÅŸla konuÅŸtuk filmi. O da zorla Türkçe öğretmeye karşı çıktı. Ben de ona Almanya’da çocukların ana okulundan itibaren Almanca öğrendiÄŸini ancak 30 yıl sonra göçmenlerin, Türkçeyi haftada 4-5 saat öğrenmeleri için verdiÄŸimiz savaşı hatırlattım. Åžimdi, o çocukların geleceklerini yönlendirebilmeleri için mutlaka Türkçe öğrenmelerini destekliyorum.

Filmden sonra merak ettiÄŸim bir iki ÅŸey daha oldu. 1) Kızlardan acaba kaç tanesi “kocaya“ verildi? 2) Babasından, karnesi için aferin alan çocuk, kente amcalarının yanına “çalışmaya” gönderildi mi? 3) Onlarca çocuÄŸun arasına daha kaç bebek dünyaya gözünü açtı? 4) Köyün erkekleri kafalarını çalıştırıp bir çeÅŸme, en azından bir tulumba yaparak su sorununu halletmeyi düşündüler mi? 5) Emre öğretmen tekrar o köye çocukların yanına döndü mü? Yoksa rapor mu aldı?

Aslında hepimizin sorması gereken bir soru var: ”O çocukların orada acaba ÅŸansı var mı?”


Zuhal ÖZÜGÜL




2 Nisan 2010 Cuma / 3060 okunma



"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...