PORTAKAL ÜSTÜNE DÜŞÜNMEK / Zerrin SOYSAL
Zerrin SOYSAL

Zerrin SOYSAL

PORTAKAL ÜSTÜNE DÜŞÜNMEK



Francis Ponge’in kapı üzerine yazdığı bir metni okurken aklıma portakal düşüverdi. Daha önceki yazılarımı okuyanların yabancısı olmadığı, tuhaf çaÄŸrışımlı zihnimin bir oyunu yine. (Öyle ya, kapı nireeeee, portakal nire ama keyfimin kahyası yok ki! Üstelik kahyaların her türlüsüne ne Åžam’ın ÅŸekeri ne Arabın yüzü tavrı sergilediÄŸim de beni tanıyan herkesin malumu)

Söz konusu metin “Krallar kapılara dokunmazlar. Bu mutluluÄŸu bilmezler.” diye baÅŸlar ve okuyana daha ilk satırda beklenmedik bir üstünlük duygusu yaÅŸatır. Kapılara dokunmak bir ayrıcalıkmış da zavallı krallar bu zevkten mahrummuÅŸ gibi bir duyguya kapılır, kendimizi ayrıcalıklı hissederiz. Yazının devamında ufkumuzda yeni kapılar aralanır, daha önce hiç aklımıza gelmeyen ve bu yazıyı okumasak gelmesi olanaksız düşüncelere kapılırız. Hayatımızda kapıların ne kadar yer tuttuÄŸunu, bir mekanla aramızda oluÅŸturduÄŸu engeli, açılıp kapanan kapılarla dolu bir dünyada yaÅŸadığımızı vs.vs…

Sıradan bir nesneden yola çıkarak düşüncenin ha bire dallanıp budaklanan yollarında rasgele dolaÅŸmamızı saÄŸlayan bu tür yazıları çok severim. Bir zamanlar Salah Birsel’in denemelerini ya da Enis Batur’un yazılarını okurken hissettiÄŸim aÅŸağılık duygusuyla karışık az buçuk kıskançlığa kapılsam da, okuduÄŸum satırların bir kiÅŸiye deÄŸil, benim de bir parçası olduÄŸum büyük insanlık mirasına ait oldukları düşüncesiyle avunur, yazara şükran duygularımı gönderirim.

Kapılar konusuna kafa yormayı şaire bırakıp portakala dönelim.

Ben de portakala taktım, ne yapalım?

Manav tezgahlarımızın en uzun dönemli süsü, bizim coÄŸrafyamız için mütevazı bir meyve. Kusursuz bir küre formuna eÅŸlik eden enerji dolu bir renktir portakal öncelikle. Sonra iç ferahlatan bir koku; serinletici, ferahlatan bir tat…Natürmortların vazgeçilmez parçası; kesilmiÅŸ, dilimlenmiÅŸ, bütün… Ayaklı bir tabağın kıyıcığında, yuvarlandı yuvarlanacak. CoÄŸrafya derslerinde Dünya’nın Ay’la ve GüneÅŸ’le kurduÄŸu, az kalsın Galileo Galilei’nin başını yitirmesine yol açacak iliÅŸkiyi anlatmak için kullanılan malzeme. Evrende bir portakal kadar bile cürmü olmayan gezegenimizin GüneÅŸ’in etrafında dönmesi yetmiyormuÅŸ gibi bir de kendi etrafında semaya dururken aydınlanan ve karanlıkta kalan yüzlerini canlandırmak için bir ışık kaynağına ihtiyaç vardır. Ders kitaplarında kaynak olarak tepesinde kusursuz formda aleviyle bir mum çizilir.

Gece ve gündüz nasıl oluşur çocuklar?

Ben biliyorum öğretmenim!

Bir parmak öğretmenin gözüne doğru uzanır.

Her sınıfta öğretmenin aferinlerini yaşama hedefi yapmış böyle bir inek nasılsa vardır. Pis ukala! Ben de biliyordum portakalın mumu görmeyen tarafının gece olduğunu ama aferin delisi değilim.Tenezzül etmedim sadece, o kadar.

Çocukların hayal gücüne güvenen öğretmenler portakalın pütürlü yüzeyini dağlarla özdeşleştirip örneği daha da canlı hale getirirler. Kabuğa o muhteşem kokuyu veren uçucu yağ zerreciklerinin dolu olduğu pütürler mandalinada olduğu gibi yarı şeffaf değildir ama yine de varlığını hissettirir.

ÇocukluÄŸumun kışlarında çok deÄŸerliydi portakal. Tek bir parçası ziyan edilmeden yenir, kabukları kompostoya ya da aÅŸureye konmak için kurutulup saklanırdı. Sapına yakın iÅŸe yaramaz parçaları bile çöpe atılmaz, yanan sobanın üstüne konup oda havasının güzel kokması saÄŸlanırdı. Ya içindeki dilimler… Tertipli bir ev kadının yerleÅŸtirdiÄŸi çekmeceler gibi muntazam sıralanmış, hem bir bütünün parçası hem de kendi içinde bir bütün olan dilimler… Işığa tutup bakınca içindeki iÄŸ gibi hücrelerin seçildiÄŸi yarı geçirgen görüntüsüyle parmak büyüklüğündeki mucizeler…

Biyoloji dersinde yumurtayla birlikte gözle görülebilecek büyüklükteki hücreye örnek gösterilen, C vitamininin dayanıksız formülünü kusursuzca korumak için doÄŸanın bulduÄŸu çare; incecik bir sapla dilimin ortasına baÄŸlanan iÄŸ ÅŸeklinde portakal hücreleri… İki diÅŸ arasında patlayan hücreden dağılan tat, koku, serinlik, zevk… YoÄŸun tempolu yaÅŸamdan küçük bir zaman çalıp bir portakalı hakkını vererek yemeÄŸe kendini verenlerin yaÅŸayacağı minik ama eÅŸsiz haz… Bu küçük zevklerin ne kadar farkına varabiliyoruz? ÇoÄŸu zaman günlük kaygılar yüzünden ne yediÄŸimizi bile düşünmeden alelacele yutuyoruz lokmalarımızı.
Kaygılardan uzak yaşayanlarımız da gözünü çok yükseklere, keşfedilmemiş hazlara dikmiş durumda. Bu güzelim tadı ayırt etmekten çok uzak.

Portakalı bilmeyen insanlarla aynı dünyayı paylaşıyor olmamıza ne dersiniz? Portakalın meyve vermeden önce mis kokulu çiçeklerle donanıp ortalığı bayram şenliğine çeviren ağaçlarının yetişmediği iklimlerden söz ediyorum. Kuşkusuz onların da bizim hiç bilmediğimiz ağaçları, çiçekleri, değişik lezzette meyveleri var. Yine de portakal o kadar hayatımızda, meyvelerimiz arasında yeri o kadar sağlam ki onu tanımamış, tadına varmamış bir insan düşünmek tuhaf geliyor. Anlamsız olduğunu bile bile garip bir merhamet besliyorum portakalı tanımamış insanlara. Onlar adına üzülüyorum.

Ya portakal elini uzatsa dokunabileceÄŸi mesafede olduÄŸu halde yiyemeyenler? Bir manav tezgahından yutkunarak geçmek zorunda kalanlar? En acısı “portakal isterim” diye tutturup aÄŸlayan çocuÄŸunu susturmak için biriktirdiÄŸi tüm öfkeyi onun küçücük suratına bir tokat patlatarak dindirmeye çalışanlar?

Krallar kapılara dokunmanın mutluluğunu bilmezler ama bir portakal alamamanın, evine bir lokma götürememenin zehir acısını da bilmezler. Çoğu zaman neden oldukları mutsuzlukların farkında da değildirler işin kötüsü.


Zerrin SOYSAL




19 Mart 2010 Cuma / 2196 okunma



"Zerrin SOYSAL" bütün yazıları için tıklayın...