
Halim YAZICI
TELDEKİ ANNE KUŞ YORGUNDU DİNÇER AĞABEY
Düşündüm ve aklıma ilk kez gelen bir ÅŸeyi yaptım bu akÅŸam. Bu akÅŸam ilk kez uçurtmamı almadan geldim baÅŸucuna ÅŸiirimin. Kasnağı kargıdan, pelikanı hamurdan, gönyesi yaÄŸmurdan deÄŸildi çünkü tuÅŸları piyanomun. Ben de iÅŸte tam da bu yüzden terk ettim ne varsa uçurtmama ve ne varsa rüzgârına dair o’nun. Kızacağını bilerek aldım bütün bu kararlarını ölümün.
Kırlangıçların, çekirgelerin, kır çiçeklerinin benim yüzüme bir daha bakmayacağını bilerek çürüttüm yıllarca cebimde sakladığım bütün erik kokularını. Üniversitede, kampüs bahçesinde, zeytin ağaçlarının gölgesinde okuduğum kitaplar kadar, senin kadar gerçekti. Ne yapsam, nasıl çırpınsam bir daha geri gelmeyeceğini bildiğim bir anneanne masalıydı yaşadıklarımız.
Buna rağmen uçurtmamı bu akşam almadan geldim. Daha doğrusu kuyruğuna astığım jilet keskin çıktı, ellerimi kestim. Bundan böyle uçurtmamın kuyruğuna astığım jiletin rengine daha dikkatli bakacağım. Maviye çalıyorsa tamam, mor ötesi ise, bir düşüneceğim. Belki de iki kez. Ellerimi kanatan jiletin pasından yoruldum açıkçası. Ne zaman körfezin bir ucundan bir ucuna geçsem, hep bir diken olup karşıma çıkıyor hayalleri çocukluğumun. Hangi körfez olduğu önemli değil.
ÖrneÄŸin Bergama’da, Maltepe’nin maÄŸarasına girsem, yeniden çalılar ve kuÅŸları sığırtmaçların bir daha kanatsa çocuk bacaklarımı. Kalbim kanasa bir daha baÅŸucunda sevgilimin. Telefos mitosundaki aslan yense ölümü Asklepion’da yılanlı mozaik atlaslı peleriniyle.
Aslında uçurtmamı bu akÅŸam bilerek almadan geldim. Size az önce ÅŸaka yaptım. Yorgunum çünkü. Nasıl yorgun olursa plaklarımın rengi, flütünün sesi nasıl yorgunsa Ian Anderson’un, iÅŸte öyle yorgunum Dinçer aÄŸabey. Papatyalar nasıl kanattılarsa ellerimi Çandarlı Körfezi’nde, iÅŸte öyle yorgunum. Babam nasıl teslim ettiyse ömrünü caz plaklarına ve onu ilk kez çalan kırmızı-beyaz pikabın iÄŸnesine, iÅŸte öyle yorgunum.
Sen de yorgun muydun Dinçer ağabey? Senin kalbin az önce durdu. Senin kalbin bu yüzden mi durdu?
Pikabımın kalbi çalışıyor. Pikabımın kalbi bittiÄŸinde, Kemeraltı’nda KızlaraÄŸası Hanı’na gidip alıyorum, çalışıyor. Defterimin, kitabımın, “Sır Odası”nın ve Karşıyaka’da Bostanlı’nın kalbi çalışıyor. Kedilerin, köpeklerin, üç kağıtçıların ve düzenbazların, elektrik direklerine asılan sarı beyaz renkli ÅŸair afiÅŸlerinin, Kıbrıs Åžehitleri Caddesi boyunca sanatçı pazarlayan afiÅŸlerin kalbi çalışıyor. Papalinaların, deniz kestanelerinin, pavuryaların, vapurların, senin kalbin çalışmıyor bir tek. Seninki az önce durdu. Neden durdu Dinçer aÄŸabey?
Bu akşam uçurtmamı bilerek almadan geldim. Çünkü uçurtmamın kuyruğuna bağladığım jilet bilerek kesti bileklerimi. Üstelik kördü ve paslıydı. Kaç metre çıksa göğe, bir o kadar keskinleşiyordu kesme gücü ömrümü. En son iki top kırnap harcadım, bakkal Hüseyin amcadan aldığım. Nerdeyse bayram paramın tümünü harcayarak aldım. Yine de yetmedi gücüm. Bütün kırnapı saldım, yine de inatla daha da yükselmek istiyordu göğün uçuk derinliklerine.
Peki kim kuruyor bu pilini kalbimizin? Ya hırsızların, sanat sevicilerinin kalbini kim? Dil balıklarının ve vapurlarınkini kim, neden kuruyor? Durduğunu bilerek ve görerek ve üstelik ısparozların mevsimi henüz gelmemişken. Tek bir balıkçının parmaklarının ucunu ne bir tek misina, ne bir tek olta henüz kanatmamışken. Tek bir teknenin dibi delik değilken henüz, ne de bir şiir henüz terk edilmemişken.
Hep bu soruya yanıt aradım durdum Dinçer aÄŸabey. Bulamadım. Bulamayacağımı bildiÄŸim halde aradım durdum senden sonra. BulduÄŸum çırpınan bir nefesti. Körfezin kumru satan dilenci çocuklarıydı belki de bulduÄŸum. Belki de teldeki anne kuÅŸtu…
“benden önce ölme / teldeki anne kuÅŸ / masallarım var / anlatacaklarım bitmedi / sen de biliyorsun / yaÄŸmurlar da / ayrılıklar tamamlanmadı / buzullar koparken bedeninden / kavuÅŸmadı Atlantis / çırpınan nefesine henüz.” h.y.
- Dünya Kitap Dergisi Şubat 2010...
Halim YAZICI
www.halimyazici.com
Düşündüm ve aklıma ilk kez gelen bir ÅŸeyi yaptım bu akÅŸam. Bu akÅŸam ilk kez uçurtmamı almadan geldim baÅŸucuna ÅŸiirimin. Kasnağı kargıdan, pelikanı hamurdan, gönyesi yaÄŸmurdan deÄŸildi çünkü tuÅŸları piyanomun. Ben de iÅŸte tam da bu yüzden terk ettim ne varsa uçurtmama ve ne varsa rüzgârına dair o’nun. Kızacağını bilerek aldım bütün bu kararlarını ölümün.
Kırlangıçların, çekirgelerin, kır çiçeklerinin benim yüzüme bir daha bakmayacağını bilerek çürüttüm yıllarca cebimde sakladığım bütün erik kokularını. Üniversitede, kampüs bahçesinde, zeytin ağaçlarının gölgesinde okuduğum kitaplar kadar, senin kadar gerçekti. Ne yapsam, nasıl çırpınsam bir daha geri gelmeyeceğini bildiğim bir anneanne masalıydı yaşadıklarımız.
Buna rağmen uçurtmamı bu akşam almadan geldim. Daha doğrusu kuyruğuna astığım jilet keskin çıktı, ellerimi kestim. Bundan böyle uçurtmamın kuyruğuna astığım jiletin rengine daha dikkatli bakacağım. Maviye çalıyorsa tamam, mor ötesi ise, bir düşüneceğim. Belki de iki kez. Ellerimi kanatan jiletin pasından yoruldum açıkçası. Ne zaman körfezin bir ucundan bir ucuna geçsem, hep bir diken olup karşıma çıkıyor hayalleri çocukluğumun. Hangi körfez olduğu önemli değil.
ÖrneÄŸin Bergama’da, Maltepe’nin maÄŸarasına girsem, yeniden çalılar ve kuÅŸları sığırtmaçların bir daha kanatsa çocuk bacaklarımı. Kalbim kanasa bir daha baÅŸucunda sevgilimin. Telefos mitosundaki aslan yense ölümü Asklepion’da yılanlı mozaik atlaslı peleriniyle.
Aslında uçurtmamı bu akÅŸam bilerek almadan geldim. Size az önce ÅŸaka yaptım. Yorgunum çünkü. Nasıl yorgun olursa plaklarımın rengi, flütünün sesi nasıl yorgunsa Ian Anderson’un, iÅŸte öyle yorgunum Dinçer aÄŸabey. Papatyalar nasıl kanattılarsa ellerimi Çandarlı Körfezi’nde, iÅŸte öyle yorgunum. Babam nasıl teslim ettiyse ömrünü caz plaklarına ve onu ilk kez çalan kırmızı-beyaz pikabın iÄŸnesine, iÅŸte öyle yorgunum.
Sen de yorgun muydun Dinçer ağabey? Senin kalbin az önce durdu. Senin kalbin bu yüzden mi durdu?
Pikabımın kalbi çalışıyor. Pikabımın kalbi bittiÄŸinde, Kemeraltı’nda KızlaraÄŸası Hanı’na gidip alıyorum, çalışıyor. Defterimin, kitabımın, “Sır Odası”nın ve Karşıyaka’da Bostanlı’nın kalbi çalışıyor. Kedilerin, köpeklerin, üç kağıtçıların ve düzenbazların, elektrik direklerine asılan sarı beyaz renkli ÅŸair afiÅŸlerinin, Kıbrıs Åžehitleri Caddesi boyunca sanatçı pazarlayan afiÅŸlerin kalbi çalışıyor. Papalinaların, deniz kestanelerinin, pavuryaların, vapurların, senin kalbin çalışmıyor bir tek. Seninki az önce durdu. Neden durdu Dinçer aÄŸabey?
Bu akşam uçurtmamı bilerek almadan geldim. Çünkü uçurtmamın kuyruğuna bağladığım jilet bilerek kesti bileklerimi. Üstelik kördü ve paslıydı. Kaç metre çıksa göğe, bir o kadar keskinleşiyordu kesme gücü ömrümü. En son iki top kırnap harcadım, bakkal Hüseyin amcadan aldığım. Nerdeyse bayram paramın tümünü harcayarak aldım. Yine de yetmedi gücüm. Bütün kırnapı saldım, yine de inatla daha da yükselmek istiyordu göğün uçuk derinliklerine.
Peki kim kuruyor bu pilini kalbimizin? Ya hırsızların, sanat sevicilerinin kalbini kim? Dil balıklarının ve vapurlarınkini kim, neden kuruyor? Durduğunu bilerek ve görerek ve üstelik ısparozların mevsimi henüz gelmemişken. Tek bir balıkçının parmaklarının ucunu ne bir tek misina, ne bir tek olta henüz kanatmamışken. Tek bir teknenin dibi delik değilken henüz, ne de bir şiir henüz terk edilmemişken.
Hep bu soruya yanıt aradım durdum Dinçer aÄŸabey. Bulamadım. Bulamayacağımı bildiÄŸim halde aradım durdum senden sonra. BulduÄŸum çırpınan bir nefesti. Körfezin kumru satan dilenci çocuklarıydı belki de bulduÄŸum. Belki de teldeki anne kuÅŸtu…
“benden önce ölme / teldeki anne kuÅŸ / masallarım var / anlatacaklarım bitmedi / sen de biliyorsun / yaÄŸmurlar da / ayrılıklar tamamlanmadı / buzullar koparken bedeninden / kavuÅŸmadı Atlantis / çırpınan nefesine henüz.” h.y.
- Dünya Kitap Dergisi Şubat 2010...
Halim YAZICI
www.halimyazici.com
"Halim YAZICI" bütün yazıları için tıklayın...