HER ŞEY BİTER. / Zerrin SOYSAL
Zerrin SOYSAL

Zerrin SOYSAL

HER ŞEY BİTER.



Aklın kavramakta zorlandığı sonsuzluk dışında her şeyin bir sınırı, bir sonu vardır. Bunu biliriz bilmesine de kabullenmek istemeyiz.İşimize gelmez çoğu zaman. Başlangıçları kutlar, şenlik ateşleri yakarken gün gelip sona ereceğini aklımıza getirmeyiz. Halbuki her şey biter: Yollar biter, yolculuklar biter. Aşklar biter, hiç bitmeyecek sanılan sevgiler, dostluklar, duygular biter. Her doğan farkında olarak ya da olmayarak ölümünü yaşamaya başlar.

BaÅŸlangıçlar hep keyiflidir de bitiÅŸleri kutlamak kimsenin aklına gelmez. DoÄŸumları, düğünleri, açılışları düşünün. Bir de ölümleri, boÅŸanmaları ve kapanışları… Sonlar acılıdır, hüzünlüdür. Kahkahalar, gülüşler deÄŸil düş kırıklıkları, keder eÅŸlik eder bitimlere…

Otuz yıllık meslek hayatımı sonlandırırken bu kederi yaÅŸamadım nedense. Kendi isteÄŸimle alınmış bir karar olmasının payı büyük bunda ama, yine de yeterince açıklayıcı deÄŸil. Åžimdi hayatımın bu parçasını paylaÅŸmak için yazarken bunca kolay uzaklaÅŸabilmemin nedenlerini daha etraflıca düşünüyorum. İnsan yirmi beÅŸ yıl boyunca kapısını açtığı, iyi kötü pek çok anısını taşıyan bir yeri; kiÅŸiliÄŸini, yaÅŸamını büyük ölçüde ÅŸekillendiren mesleÄŸini, bu kadar kolay mı bırakır? Alışkanlıklara, irili ufaklı çok sayıda aÅŸinalıklara arkasını dönüp gitmek bu kadar basit midir? Sanırım içimdeki eczacının yıllar içinde günden güne yok oluÅŸundan kaynaklandı bu duygu eksikliÄŸi... Bir mesleÄŸin nasıl deÄŸiÅŸime uÄŸratıldığına, tarih kadar eski kimliÄŸinden uzaklaÅŸtırılıp bambaÅŸka bir kılığa büründürüldüğüne tanık olmanın yarattığı yabancılaÅŸma… Beyaz önlüğümü giyip eczanemde oturmayı sürdürsem bile artık bildiÄŸim eczacılığın yok olduÄŸunu görmenin getirdiÄŸi kabulleniÅŸ… Ayak uydurmaktansa bırakmayı yeÄŸledim.

1981 yılının yirmi yedi kasımını yirmi sekize baÄŸlayan gecenin ortasında kahverengi boyaları tam kurumamış bal peteÄŸi biçimli vitrin dolaplarını yerleÅŸtirirken her ÅŸey ne kadar farklıydı. Birkaç yıllık mesul müdürlük deneyiminden sonra ertesi sabah kendi eczanemi açacaktım. Anahtarını cebimde taşıdığım iÅŸyerimi… Hiçbir saÄŸlık kuruluÅŸunun bulunmadığı bir mahallede dertlere deva olacaktım. Tevazua gerek yok, elimden geldiÄŸince oldum da! Yıllarca başı sıkışan mahalleli eczaneye koÅŸtu. BitiÅŸik dükkanda bir saÄŸlık kabini açılıncaya kadar başı yarılan, dizi kanayan, karnı aÄŸrıyan geldi. Kaynanasına kızan, kocasıyla kavga eden… Doktora gidip derdini anlatamayan, çektirdiÄŸi filmi, aldığı tahlil raporunu kapan geldi. Dili kaşınana da, evini tahta kuruları basana da yardımcı olmaya çalıştık. İçlerinde en unutamadığım birkaç yıl önce diÅŸ çektirmeye gelen amcaydı. DiÅŸ hekiminin birkaç dükkan ilerde olduÄŸunu söyleyince “biliyorum kızım ama orada parayla çekiyorlar, ben belki siz burada bedavaya halledebilirsiniz diye sordum” demiÅŸti. Neyse… Yıllar boyu elemanlarımla birlikte elimizden geldiÄŸince yapabileceÄŸimizi yaptık, altından kalkamayacaklarımıza yol gösterdik. Komik olanlara da güldük elbette… Güzel günlerdi.

En fazla küçük çocuğu olan annelere yardımcı olduğumu hissediyordum. Eczanemi açarken fakir mahalle, kimsenin gücü yetmez diye hazır mama almamıştım hiç. Birkaç gün içinde yanıldığımı anladım. Tombul yanaklı bebek resimleriyle süslü albenili kutuların içindeki tozların kendi memesindeki sütten daha faydalı olduğunu düşünen kadınlar, pazar parasından kısıp mama sormaya geliyorlardı. Hepsini vazgeçirmeye gücüm yetmedi, mama da sattım ama eczacılığın yanı sıra bir çocuk annesi olmanın deneyimiyle birçoğuna mama tarifleri vermeyi yeğledim. İshalli bebeklere su içirmenin sakıncalı olmadığını, tam tersine bol bol verilmesi gerektiğini; bebekleri sık yıkamanın, güneşe çıkarmanın faydalarını dilimin döndüğünce anlattım. Sayemde bir bebek bile daha sağlıklı büyümüşse o yılları boşuna yaşamadığıma kanıt sayarım.

Zaman bir ÅŸeyleri getirirken bazılarını da alıp götürüyor doÄŸal olarak. Götürdükleri mi daha fazla, getirdikleri mi? Bunun muhasebesini yapamam, ben gözlemledim sadece… Åžimdi genç meslektaÅŸlarıma “eskiden yeÅŸil reçete diye bir kavram yoktu” desem inanmakta zorlanırlar. Evet, gerçekten de yoktu. Bu tür ilaçların kime verilip kime verilmeyeceÄŸi konusunda devletin eczacıya hiç deÄŸilse doktora duyduÄŸu kadar güveni vardı. Özel reçeteyle denetleme gereÄŸini duymuyordu. Yine gençlerin inanmakta zorlanacakları bir baÅŸka olgudan söz edeceÄŸim. Bir eczane devlete ilaç satmadan da ayakta durabiliyordu. Dolayısıyla ilaç ÅŸirketi- doktor- devlet ÅŸeytan üçgeninde bir piyon olmamıştı henüz. Hasta ve hastalıklar karlı bir sektöre dönüşmemiÅŸti. Fiyat kupürü kesmeden de eczane iÅŸletmeciliÄŸi yapılabiliyordu. Resmi reçetenin arkasına fiyat kupürü yapıştırmak… Bu densizliÄŸin, bu potansiyel hırsız muamelesinin nasıl sineye çekildiÄŸini hala anlamıyorum, anlayamadan da gideceÄŸim zaten. Yanlış anlaşılmak istemem. Eczanesinde tek başına oturup gelen tebliÄŸlere boyun eÄŸmekten baÅŸka çaresi olmayan meslektaşıma sözüm yok. Ama örgütlenmesini becermiÅŸ bir mesleÄŸin mensupları bunca töhmet altında bırakılmamalıydı diye düşündüm hep. Eczacının ilaçların tamamını verdim ÅŸeklindeki kaÅŸesi, imzası yeterli olmalıydı. Fiyat kupürü, yetmedi barkot kesmek, hastadan imza almak hırsızı niyetinden vazgeçirmeye yetmezken iÅŸini yapmaya çalışan eczacıyı bunaltmaktan baÅŸka iÅŸe yaramazdı, öyle de oldu nitekim. Daha fazla örnek vermek bu kısa yazının kapsamını aÅŸar.

Özetlersek yıllar içinde eczacılık anlamından iyice uzaklaşıp devletin hiçbir güvence vermeksizin bedavaya çalıştırdığı bir iÅŸ gücüne dönüştü. Bilgisayar başında oturup reçete edilmiÅŸ ilacın verilme tarihinin gelip gelmediÄŸini araÅŸtıran, hastaya doktorun yazdığı ilacın aynısını deÄŸil de devletin uygun gördüğünü vermesi gerektiÄŸini izah eden, aynısını isterse farkı cebinden karşılamak zorunda kalacağını söylediÄŸinde hasta tarafından kuÅŸkulu gözlerle izlenen, makasın sapı yüzünden baÅŸparmağında nasır oluÅŸan biri… Üstelik de epeyce ağır bir programı olan Eczacılık EÄŸitimi sırasında bunların hiçbirini öğrenmemiÅŸken… Öğrendiklerinin neye yaradığını gündeme getirmeye gerek bile duymuyorum.

Mezuniyetimin otuzuncu yılında mesleÄŸimi bu nedenlerle bıraktığımı söylersem samimiyetsizlik etmiÅŸ olurum. Ama eczacılık benim baÅŸladığım yıllardaki kadar güzel bir meslek olsaydı karar vermekte zorlanırdım. Ellinci yaşımda kendime özgürlük armaÄŸan etmek istedim, baÅŸardım. Bunu yapabildiÄŸim için de gerçekten mutluyum, kendimle gurur duyuyorum. Çünkü başından beri cenazesi eczanesinden kalkan biri olmamayı dilemiÅŸtim. Kendime ait yıllarımın olmasını arzulamıştım hep. Eczanemi; çok sevdiÄŸim, bir dediÄŸimi iki etmeyen elemanımı, tam ben bırakmak üzereyken asma katta beÅŸ tane birden yavrulayan mahallemizin güzel kedisi Melahat’i, yirmi beÅŸ yılımın emeÄŸini, iyi kötü bir dolu anı paylaÅŸtığım mahalle halkını çok sevdiÄŸim, çok güvendiÄŸim genç bir meslektaşıma bıraktım. Sayesinde emekliliÄŸin keyfini çıkarabildiÄŸim için her görüştüğümüzde teÅŸekkür ediyorum kendisine. O da sicili çok temiz, iyi bir eczane bıraktığım için bana minnettar. En azından bana öyle hissettiriyor. Müşterilerimin de keyfi yerinde, çünkü hiçbir kurumla anlaÅŸma yapmamakta direnen keçi inatlı eczacı kadından kurtuldular. Åžimdi yıllardır ayaklarının alıştığı eczaneden, kutusu makas darbeleriyle haÅŸat edilmiÅŸ de olsa ilaçlarını bedavaya alabiliyorlar.

Ben ÅŸimdi ne mi yapıyorum? Tüm zamanıma sahip olmanın keyfini çıkarıp, doktora ve ilaca muhtaç olmadan, uzun yıllar yaÅŸamımı sürdürmek için elimden gelen her ÅŸeyi… Tek kelimeyle YAÅžIYORUM.


Zerrin SOYSAL




1 AÄŸustos 2009 Cumartesi / 2049 okunma



"Zerrin SOYSAL" bütün yazıları için tıklayın...