Yazın üşümek de güzel / Işık Teoman
Işık Teoman

Işık Teoman

Yazın üşümek de güzel



Kütahya, Dursunbey-Alaçamlar son on yılda üç kez gidip kamp kurduÄŸumuz ve her gittiÄŸimizde farklı hava koÅŸullarını yaÅŸadığımız Türkiye’nin ender özel bölgelerinden biri. Aykut Fırat, Engin Yavuz ve ben bir eksiÄŸimiz var İsmet Orhon arkadaşımız. O da geçtiÄŸimiz aylarda 22 yaşındaki oÄŸlu Deniz Orhon’u yitirdi. Bu acı zor küllenir de aramıza döner İsmet, kardeÅŸimize sabırlar dilemekten baÅŸka yapacağımız bir ÅŸey yok.

Günler uzun olduÄŸu için günışığından oldukça fazla yararlanıyoruz. Sabah yine de çok erken bir saatte 06.00 da buluÅŸtuk. Artık otomobillerimiz çok eskidi, yolda zırt pırt garip sesler çıkarmaya baÅŸladı. Engin’in arabası 1994, benimki 1992 model, bu araçlarla yolculuk yapmak ve binlerce metre yüksekliÄŸe tırmanmak bir hayli zor. Ne yapalım koÅŸullar böyle ÅŸimdilik katlanacağız.

En iyi yol eski yol

Otoyol düşüncesini aklımızdan çıkardık “en iyi yol eski yol” diyerek, yola koyulduk. Az gidip uz gitmeden karnımız acıktı tabii. Yine klasik bir köy kahvehanesinde büyük boy bardakta çaylarla karnımızı doyurduk, kolesterolu bir günlüğüne de olsa unutup; İzmir’in ünlü boyozlarını mideye indirdik. Zaten son gezimizi Topuklu Yaylası’na yapmıştık ve üzerinden sanırım altı yedi ay gibi bir süre geçmiÅŸti.

Akhisar’a varmadan hava kapanmaya, bulutlanmaya baÅŸladı. GüneÅŸ yüzünü gösteriyor arada sırada, sıkıcı bir hava yaÄŸmur bekliyoruz; ama bir anda rüzgar çıktı. Akhisar’dan Sındırgı yoluna saptık. Eski İstanbul yolu ve çok virajlı, Karayolları virajları kaldırmak için çalışmalar baÅŸlatmış ve yol mıcır ile kaplanmış, dikkatli bir ÅŸekilde sürdürdük yolculuÄŸumuzu. Her zamanki gibi Kertil’de mola verdik. Kertil on yıldır aynen duruyor, hiç deÄŸiÅŸmedi. Birçok köy garip yapılar nedeniyle kimlik deÄŸiÅŸtirirken Kertil’de sadece evlerin çatılarında çanak antenler çoÄŸalıyor; baÅŸkaca bir deÄŸiÅŸiklik yok. Ne güzel deÄŸil mi?


Bölge nisan ayı gibi bir mevsim yaşıyor her yer yemyeşil


Üç fincan kahve 1.50 lira

Kertil’den sonra Mandıra köyünde Abdullah’ın kahvesine konuk olduk. O bölgeye yaptığımız geziler nedeniyle mutlaka Mandıra köyünden geçiyoruz ve Abdullah bize mis gibi kokan taze Türk kahvesi yapıyor. Bu arada üç kahvenin bedeli oldukça ağır; 1.50 lira. Bu da yetmiyormuÅŸ gibi bize her seferinde çay ısmarlamaya çalışıyor temiz yürekli Abdullah. GeçtiÄŸimiz yıl da Simav-Gölcük gezimiz sırasında Mandıra köyünde dört kilo bibere bir lira vermiÅŸtim. Köylü bu parayı bile zorla almıştı.

Mandıra köyünden sonra doÄŸanın yapısı bir anda deÄŸiÅŸti. Her yer yemyeÅŸil. Henüz sararan bir ot bile yok. Erikler olmamış, böğürtlenler daha yeni tomurcuk vermiÅŸ çiçeklenmeye baÅŸlamış. Sanki nisan ayına geri döndük. Oysa İzmir ve çevresinde otlar sararmaya baÅŸladı. BuÄŸday baÅŸakları da öyle. Sındırgı’ya girerken, binaların çatılarına şöyle bir göz attık; leylek yuvaları artık iyice azalmış, sadece belediye binasının çatısında bir çift leyleÄŸi ve iki yavrusunu görebildik, hüzünlü ama bu bir gerçek. Artık ya gelmiyorlar, ya da elektrik telleri leyleklerin sonları oluyor ve gelecek yıl yuvaları boÅŸ kalıyor.


Bu levhaların gösterdiği her yerde kamp kurduk


Sıra alışverişte

Sındırgı bölgenin en çaÄŸdaÅŸ ilçelerinden, genç kızlar caddelerde kentli kızları aratmayacak giysiler içinde, cadde boyunca geziniyorlar. Sındırgı pazaryeri hem de kapalı rengarenk bir yer. Odun ateÅŸinde kızartma yapacağız, o nedenle patates, kabak, patlıcan, biber ve domates aldık. Yanına tavuÄŸun inciÄŸinden ve koyun peyniri ile siyah zeytin ilave olarak biberli zeytin. Köylü kadınların yaptığı bakraç yoÄŸurdunu ve aslan sütünü de aldıktan sonra çarşı içinde nefis köfteler ve acı biber eÅŸliÄŸinde karnımızı doyurduk. Merkez fırından Sındırgı’ya has köy ekmekleri satın aldık ve Çaygören Barajı’na doÄŸru yola devam ettik.

Alaçamlar’a uzanırken üç kez de aynı yanlışı yaptık. Düğüncüler köyüne saptık, bir Karadeniz köyünden hiçbir farkı yok. Ama fakir mi fakir, on yıldır gidiyoruz bir çivi dahi çakılmamış, yollar kötü ve çok bozuk, ortalıkta kimseler yok. Sadece köy meydanındaki çamurdan sıvanmış fırının başında yaÅŸlı kadınlar ekmek piÅŸiriyor, kokular etrafa yayılıyor. Köyün içinde ahÅŸaptan yapılmış depo evler her zaman olduÄŸu gibi bize güzel fotoÄŸraf malzemesi oluyor. Birkaç köylü kadına selam verdikten sonra tekrar aynı yoldan geri dönüyoruz.


Haşhaş tarlaları


Haşhaşın tadına baktık

Yolda haÅŸhaÅŸ tarlaları ilgimizi çekti, tarlanın sahibi bizi davet edince O’nu kıramadık ve hoÅŸ fotoÄŸraflar çektik. KurumuÅŸ haÅŸhaÅŸ tohumlarının tadına baktık, tarla sahibinin ısrarlı ikindi yemeÄŸi teklifini geri çevirdik. Geride dört köy daha bıraktıktan sonra Aktuzla yoluna saptık ve tozun toprağın içinde sürdürdük yolculuÄŸumuzu. Engin’in arabasının LPG’si problem yaratmaya baÅŸladı, yaÅŸlandı artık araba, tekleye tekleye devam ettik. Karşımızdan tomruk taşıyan traktörler geliyor ve onlardan kaçmak için tali yollara sapıyoruz. Hava iyice soÄŸumaya baÅŸladı; son virajı döndükten sonra karşımızda Aktuzla ve bin 562 metredeyiz.


Tomruk taşıyan traktörler nedeniyle tali yollara girmek zorunda kalıyoruz


Yeşilin ortasında, üstümüzde mavi gökyüzü, beyaz bulutlar ve kuş sesleri, araçtan indik. Zaman kaybetmeden yürümeye başladık ormanın derinliklerine doğru yorgunluk atmadan. Kocaman bir yılan önümüzden kaçıp gitti, onlarca kertenkele yol boyunca bize eşlik etti. Papatyalar, gelincikler ve endemik bitkiler, toprak kokulu Dursunbey yolunda ilerledik, yorgunluk çökene kadar fotoğraf çektik.Geri dönüşümüzde minik bir yılan yavrusu Aykut Fırat ile kavgaya tutuştu. Minicik ama oldukça direnç gösterdi ve sonunda bitkiler arasında gözden kayboldu gitti.


Engin Yavuz patatesleri iyice kızarttı


Kızartmalar Engin Yavuz’dan

Simav Orman İşletme Müdürlüğü’ne bilgi vermemize karşın, Bigadiç Orman Bölge Müdürü’nün sitemini iÅŸittik, bir an burayı özel orman kendisini de buranın sahibi sandı, tabii ki önemsemedik. Rüzgar hızını artırmaya baÅŸlayınca çadırlarımızı hızlı bir ÅŸekilde kurduk ve kamp ateÅŸini yaktık. Aykut ile birlikte kızartmalıkları soyup temizledik ve Engin’in piÅŸirmesi için hazır hale getirdik. Buz gibi orman suyu ile rakılarımızı yudumlamaya baÅŸlarken, Engin odun ateÅŸinde patates, patlıcan, kabak ve biber kızartmaya soyundu. Aktuzla yangın ekibi az sonra yeni satın alınan arazöz ile görevden dönüp yanımıza uÄŸradı. Eski dostlardan sadece Yüksel kalmış. O da yangıncı olmuÅŸ, geçmiÅŸ yıllarda yemekhane sorumlusuydu ve bize mutlaka çay demleyip getirirdi. Bu sefer “hoÅŸ geldiniz” diyebildi, belki de yorgundu.


Çaygören Barajı kışın yağan yağışlar nedeniyle doluluk oranı en yüksek seviyede


Aykut’u ikinci tulum kurtardı

Hava iyice kararıp yıldızlar gülüşmeye baÅŸlayınca ve de çakır keyif olunca “iyi ki üçüncü kez gelmiÅŸiz.” dedik. Ancak geceye doÄŸru rüzgar ÅŸiddetini iyice artırdı ve aralık ayında olduÄŸu gibi üşümeye baÅŸladık. Kat kat giyinmemize karşın rüzgar dışarıda kalmamıza izin vermeyince çadırlarımıza çekildik. Gece yarısına doÄŸru duyduÄŸum sesler nedeniyle dışarı çıktım. Rüzgar çadırı iyice sarsıyordu. Aykut’un çadırından ışık dışarı süzülüyordu. Seslendim, ”Çok üşüyorum, zatürre olacağım, tir tir titriyorum.” diyen Aykut’un imdadına, Engin Yavuz’un yanında getirdiÄŸi ikinci uyku tulumu yetiÅŸti.


Aktuzla kulesinde Akif Kaya bu binada kalıyor


Sabah erkenden kalktık, rüzgar hızını kesmemiÅŸ, o nedenle ateÅŸ yakmamaya karar verdik ve eski ekipten gözetleme kulesinde görevli Akif Kaya’nın yanına uÄŸradık. Akif, kuzine ateÅŸinde çay demledi, ekmek kızarttı, peynir, ekmek, domates ve tereyağı eÅŸliÄŸinde bize mükellef bir kahvaltı ettirdi. Onlar sohbet ederken, ben gözetleme kulesine çıktım. Kule beÅŸik gibi sallanıyordu ama ben yine de bol bol fotoÄŸraf çektim. Kahvaltı sonrası dönüşü Bigadiç üzerinden yaptık. Yollar çok kötüydü ama Bigadiç’e ulaÅŸana kadar, ormanların içinden, öyle güzel, öyle görkemli yerlerden geçtik ki, sanıyorum dördüncü kez bu bölgeye gelip kamp kuracağız.


Aktuzla gözetleme kulesi rüzgarda beşik gibi sallanıyor



Düğüncüler köyünde depolar



Aktuzla depolama alanı



Yollarda o kadar çok kaplumbağa kurtardık ki



Aykut Fırat fotoğraf çekmeye hazırlanıyor



Dursunbey'e giden topraklı yolda Aykut ve Engin kendilerini doğaya teslim etmiş fotoğraf çekiyorlar



Kamp alanı güneş batıyor



Ayut'un karnı acıkmış Engin'i sıkıştırıyor



Çadırlar toplanıyor. İşte en zor an gelmiş



Kamp alanından ayrılış vakti



Dönüş yolculuğu gün batımı



Işık Teoman

isikteoman@gmail.com



19 Haziran 2009 Cuma / 6004 okunma



"Işık Teoman" bütün yazıları için tıklayın...