
Sebahattin Karaca
ALİ KAYA, FOÇA’NIN YAÅžAYAN TARİHİ
Kenti kent yapan içinde yaÅŸayan insanları ve tarihidir. Ali Kaya, Foça ve BaÄŸarası için adeta yaÅŸayan bir tarihtir. Kuvvetli hafızaya sahip olan Ali Kaya’nın yaÅŸadıkları, anımsadıkları, hatıraları, BaÄŸarası ve Foça için belgesel tadında bir söyleÅŸiye dönüştü. Ömrünün önemli bir bölümünü eÄŸitime adamış, eÄŸitimin her kademesinde çalışmış, Emekli İlçe Milli EÄŸitim Müdürü, Ali Kaya mübadele, muallim mektepleri, Cumhuriyetin ilk dönemleri, İkinci Dünya Savaşı ve çok partili döneme geçiÅŸ sırasında özellikle Foça’da ve BaÄŸarası’nda yaÅŸananlarını, hikaye tadında anlatırken, ben de kaleme alabildiklerimi sizlerle paylaÅŸmak istiyorum.
Hocam, ben ve Foça’nın eÅŸraflarından pek çok insan sizi yeteri kadar tanıyoruz ama tanımayanlar için ve hakkınızda hiçbir ÅŸey bilmeyenler için, klasik soru ile söze baÅŸlamak istiyorum;
Kendinizden biraz bahseder misiniz?
-Osmanlıların Selanik ve Kavala’yı almalarından sonra, ata atalarım (Ege Yörükleri) 1356 yılında Yunanistan’daki bugünkü Kavala ÅŸehrinin köylerine yerleÅŸmiÅŸler. Toplam altı köyde yaÅŸamışlar. Altı köyün hiçbirisinde Rumlar yaÅŸamamış. O bakımdan gittikleri ilk günden mübadele yıllarına kadar Rumca öğrenmeden hep Türkçe konuÅŸmuÅŸlar. Erkekleri eÅŸek veya katır sırtında köylerden Kavala’ya gider, evin ihtiyaçlarını alırlarmış. Bu vesileyle Kavala’ya gelince denizi ve deniz kıyısındaki yaÅŸamı görür ve bilirlermiÅŸ. Ama kadınları hep köylerde kalırmış. Bu bakımdan mübadele sırasında ilk defa gemiye bindiklerinde denizi görmüşler. Kadınların denizi görmeleri babalarımızın da Foça’ya yerleÅŸmesine neden olan sebeplerden birini teÅŸkil etmiÅŸ. Mübadil olarak Kavala’nın köylerinde yaÅŸayan ve sadece tütüncülükle uÄŸraÅŸan atalarımız Foça’daki Rumlardan boÅŸalan evlere veya BaÄŸarası hudutları dahilinde bulunan yine Rumların terk ettiÄŸi kulelere yerleÅŸtirilmiÅŸler. Kule evler genel olarak tütün ekilen tarlaların bir köşesinde oluyordu. Yani her kule evin bir ekilebilir, biçilebilir tarlası vardı.
Esasında atalarımız Kavala'nın köylerinde asırlarca tütün ekip biçmişler. Hatta bugün bile Kavala'da tütün ekip biçmek Kavala'nın en büyük uğraş alanıdır... Foça'ya yerleşmeleri şöyle olmuş: Kavala'dan gelenler bir müddet İzmir ve civarında araştırma yapmışlar. Görmüşler ki Bağarası köyünde tütün ekilip biçiliyor. Bunun üzerine bu bölgeye yerleşmeye karar almışlar. İşte bu çerçevede Foça'ya yerleşmeyi kabul eden etmiş, etmeyen de Bağarası köyüne tütün tarımı yapmak üzere yerleşmiş.
Hocam, bildiÄŸim kadarıyla siz mübadele yıllarından hemen sonra doÄŸdunuz, 2. Dünya Savaşı’na tanıklık ettiniz. O yıllara ait baÅŸta eÄŸitim olmak üzere neler söyleyebilirsiniz?
- Ben 1928 yılında doğmuşum. Ben doğmadan önce dört yaşında bir abim vefat etmiş. Annem babam mübadeleden önce Kavala'da evlenmişler. Kavala'dan gelince başta Foça'ya yerleşmişler. Üç sene sonra da Bağarası'nda 12 zeytin ağaçlı, ekmeye biçmeye müsait olan tarlayı almışlar. Tarlanın içinde bulunan kule eve de yerleşmişler. Ben doğduktan bir müddet sonra, yani ben 3-4 yaşımdayken annem ciddi ölçüde hastalanınca ve o yıllarda medeni kanun olmadığından olsa gerek babam, rahmetli Avni Yavuz'un halası ile ikinci evliliğini yapmış. Babamın ikinci eşinden de bir erkek kardeşim var idi. 2007 yılında vefat etti. Bağarası'nda eski İzmir valisi Kazım Dirik'in yaptırdığı bir ilkokul vardı. İlkokulu burada bitirdim. O yıllarda, Foça kale içinde, şimdiki kazı alanında taş duvarları örülmüş bitmiş bir ortaokul yapılıyordu. Annem ve ben ortaokulu Foça'da okuyacağım için seviniyorduk. Foça'da bahçeli bir evimiz vardı. Evi bir subaya kiraya vermiştik. Kiracıyı çıkartacaktık, eve yerleşecektik ve ben yeni yapılan ortaokula devam edecektim. Ne var ki çatının yapılmasına bile, başlayan II. Dünya Savaşı müsaade etmedi ve okul birkaç sene yapılamadı. Hatta o yıllarda parası da olsa insanın, istediği her şeyi istediği kadar alamazdı. Evdeki nüfus sayısına göre muhtardan karne alınırdı. Karne ile gıda dağıtılırdı. İlkokulu bitirdiğim yıl Bağarası'nda aynı zamanda öğretmenim ve Rauf Çelebi'nin akrabası olan İbrahim Duran isimli Foça'nın yerlisi annemle konuştu. Kendisini ikna etti. Böylece ben, İzmir Şirinyer Kızılçullu'da bulunan muallim mektebine yazıldım. Daha sonra bu okulların adı Köy Enstitüleri olarak değiştirildi. Bu okula kaydım ise şöyle gelişti: İbrahim Duran Foça ve köylerinden ilkokulu yeni bitiren 25 öğrencinin sınavlara katılmasını sağladı. Sınavları Kozbeyli köyünden birisi, (şu an ismini hatırlayamıyorum) bir diğeri Avni Uyar ve ben olmak üzere üç kişi kazandık. Anadolu'daki muallim mekteplerinden farklı olarak bizim okul, bize daha müfredatın yanı sıra ek imkanlar veriyordu. Mesela her hafta sinema veya tiyatroya götürmek gibi, mutlaka denize götürüp yüzdürmek gibi, tramvaya bindirmek gibi imkanları vererek bize şehir hayatını ve şehirde yaşamayı öğretiyorlardı. O yıllarda ikisi Karşıyaka'da olmak üzere 5 veya 6 tane sinema vardı. Bunlar Elhamra, Yeni Sinema, Tayyare, Lale sinemalarıydı. Okulu bitirdikten sonra Bağarası köyüne kendi okuluma öğretmen olarak atandım ve orada dokuz sene görev yaptım. Bu arada Bağarası köyünün saygın eşrafından Kerim Güven'in kızı ile evlendim. İlki 1951 yılında doğan Bülent, ikincisi Levent olmak üzere iki oğlum var.
Toplam dokuz yıl BaÄŸarası'nda öğretmenlik yaptıktan sonra kura çekip askere gittim ve askerliÄŸimi yedek subay olarak yaptım. Askerlik görevim bitince bu defa beni yine Foça'nın köylerinden biri olan HorozgediÄŸi İlkokulu'nda görevlendirdiler. Aradan 4,5 ay geçmeden Foça İlkokulu'na atadılar. Yeni görevimde iÅŸbaşı yaptım. Aynı yıl bugünkü karşılığı İlçe Milli EÄŸitim Müdürlüğü olan Foça Maarif Müdürlüğü'ne vekaleten atandım. Açılan sınavları kazandım ve 1959 yılında bu defa bakanlık tarafından asil maarif müdürü olarak yeniden Foça’ya atandım.
Yedek subay olarak askere alındım. Altı ay Ankara’da bir yıl da Denizli’de vatani görevimi tamamladım. Askerlik için Ankara’da bulunduÄŸum süre içersinde çocukluk arkadaşım Sabri YirmibeÅŸoÄŸlu, yüzbaşı rütbesi ile Anıt Kabir Komutanlığı yapıyordu. Ara sıra beni ziyarete gelirdi. BaÄŸarası’nda birlikte büyümüştük. O Harbiye’ye gitti. Adım adım yükselerek Orgeneral oldu. Özel Harp İdaresi BaÅŸkanlığı yaptı. Babası körüklü fotoÄŸraf makinesi ile Atatürk mahallesindeki ÅŸimdi heykelin bulunduÄŸu yerde kendisine ait kahvehanesinin bir köşesinde fotoÄŸrafçılık yapardı. İstihkam dersine bir binbaşı girerdi. Notu çok kıttı. 59 üzerinden 60 bile vermezdi. Ben kafaya taktım. Hocadan 100 alacağım diye. Sabaha kadar ders çalıştım. Ertesi gün yapılan sınavda bir köprü nasıl havaya uçurulur diye soru geldi. En iyi bildiÄŸim konuydu. Bugün bile sorunun cevabını veririm. Cevabını öyle güzel ve öyle ayrıntılı verdim ki hoca yine yüz puan vermedi. 1 puanımı kesti 99 puan verdi.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Çocukluk ve gençlik yıllarımda BaÄŸarası’nda oturduk. Oysa Foçalılar hemen hemen tamamı yaz aylarında BaÄŸarası’na tütün, pamuk, üzüm ve zeytin hasadı yapmak için gelirdi. BaÄŸarası, Foça’nın arka bahçesi gibiydi. Åžimdiki gibi deÄŸildi. Foça yaz aylarında adeta boÅŸalırdı. BaÄŸarası’nda kule evimiz ve bahçemiz vardı. Babam erken öldüğü için dokuz yaşında yetim kaldım. Romatizmadan dolayı annemin bedeni külçe gibiydi. Çok fazla bir iÅŸ yapamazdı. Ama çok tutumluydu. Okulların kapalı olduÄŸu yaz aylarında, sabahın erken saatinden gün batımına dek 25 kuruÅŸa yevmiyeye giderdim. Tütün toplardım. Pamuk toplardım.
İsmet İnönü’nün Foça ile baÄŸlantısını ve siyasete nasıl ilgi duydunuz, biraz anlatır mısınız?
-Hayır dersem yalan olur. İlgilendim ama emekli olduktan sonra. Kuşçulu muallim okulunda okurken İsmet İnönü okulumu ziyaret etti. Orada gördüm. Nereli olduÄŸumu sordu. Foçalı olduÄŸumu söyledim. Daha sonra öğrendim ki, babası Hacı RaÅŸit Bey Foça’da 1-2 yıl Müstantik (sorgu hakimi) olarak görev yapmış. Hatta o sırada annesi Cevriye’nin sütü az olduÄŸundan, Foçalı Molla AyÅŸe’nin annesi aynı zamanda İsmet İnönü’nün de sütannesi olmuÅŸ. Dolayısıyla İnönü’nün Foça’da bir sütkardeÅŸi varmış. Molla AyÅŸe, Atatürk Mahallesi’nde ÅŸimdiki Gönülcan inÅŸaat malzemeleri satış yeri olan dükkanın arkasındaki boÅŸlukta bulunan ve kendilerine ait evde ölünceye kadar yaÅŸamış. Benimde gönlümde Atatürk ve İsmet İnönü sevgisi vardı. Dolayısıyla CHP’ye ilgi duyuyordum. 1950 yılına kadar tek partili dönemden çok partili döneme geçildi. Emekli olduktan sonra ben de CHP’ye üye oldum. Parti ilçe baÅŸkanlığı ve belediye meclis üyeliÄŸi yaptım. Reha Midilli baÅŸkanlığı sırasında baÅŸkan yardımcılığı görevini yürüttüm. O dönem Süleyman Ege ve Hatice Yılmaz’dan çok faydalandık. Mevzuatları iyi öğrenmiÅŸtim. Süleyman Ege, Merkez Bankası’nı bile emanet verebileceÄŸiniz dürüstlükte bir insandı.
O günlerden aklınızda kalan, unutamadığınız anılarınız var mı?
Bir gün arkadaşım Mehmet’le akÅŸam pamuk tarlasından eve dönüyorduk. Yol topraktı, hava sıcaktı. Öküzün çektiÄŸi kaÄŸnı arabaları ile tütün balyaları ve pamuk çuvalları taşınırdı. Öküzler ve kaÄŸnı arabaları gide gele toprak yolu toz kadar inceltmiÅŸti. Öyle ki insanın ayağı yürürken toza topraÄŸa gömülüyordu. Yolun iki kenarında ılgınlar insan boyundaydı ve çok sıktı. Ben önden koÅŸarak giderken, Mehmet arkadan yavaÅŸ yavaÅŸ geliyordu. Arkama baktım. Mehmet bir ara kaybolmuÅŸtu. İhtiyacını gidermek için ılgınların arasına gittiÄŸini düşündüm. Ben de ılgınların arasına saklandım. Niyetim onu korkutmak ve eÄŸlenmekti. Ilgınların arasına saklandım. Mehmet’in gelmesini beklemeye baÅŸladım. Çok geçmeden ayak sesi duydum. Mehmet’in geldiÄŸini var sayarak, ılgınların arasından yüksek sesle hurra! diye yola fırladım. Gelen sesler Mehmet’in ayak sesleri deÄŸilmiÅŸ. Yanlarında köfeler baÄŸlı üzerinde bir kadın oturan merkebin ayak sesleriymiÅŸ. Merkep benim ani hareketimden ürküp dört nala kalkınca eÅŸeÄŸin sırtındaki köfeler bir yana fırladı. Üstündeki kadın bir yana. Devecilerin ve aynı zamanda bugün tarlasında yevmiyeci olarak çalıştığım Hanife teyzenin külçe gibi toza topraÄŸa düştüğünü hatta adeta çakıldığını gördüm. Çok utandım. O an yerin dibine girdim. Arkama bile bakmadan koÅŸa koÅŸa eve gittim. Yüzüm kıpkırmızı olmuÅŸtu. Annem bende garip bir ÅŸeylerin olduÄŸunu hemen fark etti. Israrla sormasına raÄŸmen ne olduÄŸunu söylemedim. Korkudan ayaklarım titriyordu. Neyse ki ertesi gün Hanife hanım teyzeye bir ÅŸey olmadığını duyunca rahatladım. BaÄŸarası köyünde çocukluÄŸumda yaÅŸadığım en ilginç ÅŸey buydu.
Tuz depoları ve kapanış hikayesi.
Bunun yanında Foça tuz depolarının kapatılması beni çok üzmüştü. Osmanlılar zamanında birisi Büyük Deniz’de diÄŸeri Küçük Deniz’de olmak üzere, devlet tarafından yapılmış iki adet çok büyük depolar vardı. Daha sonraları Osmanlılar dış ülkelere ödenmesi gereken eski borçlar çerçevesinde kurulmuÅŸ (Düyun-u Umumiye) tarafından Rumlara satılmış. Çam altından çıkartılan tuzlar, bu bölgede deniz çok sığ olduÄŸu için, altı düz olan maunalarla Foça’ya getirilirdi. İskeleye yanaÅŸan maunaların içinde ki tuz çuvallarla insan sırtında depolara taşınırdı. Depoların dolum iÅŸi günlerce sürerdi. BaÅŸta Japonya olmak üzere diÄŸer ülkelerden gelen büyük gemilere yükleme iÅŸi de yine insan gücü ile olurdu. Öyle ki gemilere dolum günlerinde 300 – 400 kiÅŸi yevmiye ile çalışırdı. Yeterli işçi bulunamadığı tarım ürünleri hasat zamanlarında çocuklar bile günlük 25 kuruÅŸ yevmiye, kurÅŸun baÄŸlanarak iÅŸaretlenmiÅŸ küçük çuvallarla sırtlarında akÅŸama kadar tuz taşırlardı. Gemi dolduÄŸunda herkes parasını alırdı. O gün veya onu takip eden günlerde berberlerin, kasapların, manavların, bakkalların, lokanta sahiplerinin yüzü gülerdi. Herkes iÅŸ yapardı veya borçlar ödenir, alacaklar alırlardı.
Tuzun maliyetini kiloda 1 kuruÅŸ düşürmek için, bu defa Çamaltı’na santifuruj inÅŸa ettiler. Gemiler açıkta bekletildi. Tuz, pompalar veya bant üzerinde gemilere yüklenir oldu. Böyle olunca en kısa zamanda meÅŸhur Foça tuz depoları atıl kaldı. Kapandı. Bu durum Foça ekonomisine büyük zarar verdi. İnsanlar ek gelirlerinden oldu. Mauna sahipleri iÅŸsiz kaldı.
Hayran olduğum yetenekli Foça insanları.
Bunun dışında hayranlıkla izlediÄŸim insanlar da vardı. Onlardan bir tanesini anlatayım. Aycan Dirim’in akrabalarından Sadi EmiroÄŸlu, makinadan çok iyi anlardı. Bir keresinde motoru bozulduÄŸu için Menemen ovasına mecburi iniÅŸ yapan Alman uçağını, bir binbaşı ile onarıp, uçurdular ve Gaziemir’e indirdiler. Bir baÅŸka seferinde İzmir’den yük almış büyük bir gemi motoru bozulunca Foça Büyükdeniz’e sığınmış. İzmir’den gelen usta 1000 TL. istemiÅŸ. O zaman çok büyük para.
Gemi sahibi; 300 TL.’ye İstanbul’a çektiririm demiÅŸ. Bu sırada duruma tanık olan Mehmet Işık (Fenerci Mehmet) “Yahu bir durun hele bizim bir arkadaşımız var. Motordan iyi anlar. O bir baksın” der. Bunun üzerine Sadi EmiroÄŸlu bulunur, durum anlatılır. Sadi EmiroÄŸlu geminin motorunu tamir eder, Motoru çalıştırır. Gemi sahibi mutluluktan uçar. Sadi beye para vermek ister. O kabul etmez. Tüm ısrarlara raÄŸmen para almayan Sadi beye, Aycan Dirim; İhtiyacın da var. Neden almıyorsun! diye tepki gösterir.
Foça’da o yıllarda benzer ÅŸeyler çok olurdu. Maddiyattan daha ziyade, maneviyata önem verilirdi.
Hocam bu keyifli ve öğretici sohbet için, geçmişe ışık tutan aktarımlarınız için, şu andan itibaren Foça tarihine mal olacak, paylaştığınız deneyimleriniz için size ne kadar çok teşekkür etsem azdır.
Sebahattin Karaca
sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com

Kenti kent yapan içinde yaÅŸayan insanları ve tarihidir. Ali Kaya, Foça ve BaÄŸarası için adeta yaÅŸayan bir tarihtir. Kuvvetli hafızaya sahip olan Ali Kaya’nın yaÅŸadıkları, anımsadıkları, hatıraları, BaÄŸarası ve Foça için belgesel tadında bir söyleÅŸiye dönüştü. Ömrünün önemli bir bölümünü eÄŸitime adamış, eÄŸitimin her kademesinde çalışmış, Emekli İlçe Milli EÄŸitim Müdürü, Ali Kaya mübadele, muallim mektepleri, Cumhuriyetin ilk dönemleri, İkinci Dünya Savaşı ve çok partili döneme geçiÅŸ sırasında özellikle Foça’da ve BaÄŸarası’nda yaÅŸananlarını, hikaye tadında anlatırken, ben de kaleme alabildiklerimi sizlerle paylaÅŸmak istiyorum.
Hocam, ben ve Foça’nın eÅŸraflarından pek çok insan sizi yeteri kadar tanıyoruz ama tanımayanlar için ve hakkınızda hiçbir ÅŸey bilmeyenler için, klasik soru ile söze baÅŸlamak istiyorum;

Kendinizden biraz bahseder misiniz?
-Osmanlıların Selanik ve Kavala’yı almalarından sonra, ata atalarım (Ege Yörükleri) 1356 yılında Yunanistan’daki bugünkü Kavala ÅŸehrinin köylerine yerleÅŸmiÅŸler. Toplam altı köyde yaÅŸamışlar. Altı köyün hiçbirisinde Rumlar yaÅŸamamış. O bakımdan gittikleri ilk günden mübadele yıllarına kadar Rumca öğrenmeden hep Türkçe konuÅŸmuÅŸlar. Erkekleri eÅŸek veya katır sırtında köylerden Kavala’ya gider, evin ihtiyaçlarını alırlarmış. Bu vesileyle Kavala’ya gelince denizi ve deniz kıyısındaki yaÅŸamı görür ve bilirlermiÅŸ. Ama kadınları hep köylerde kalırmış. Bu bakımdan mübadele sırasında ilk defa gemiye bindiklerinde denizi görmüşler. Kadınların denizi görmeleri babalarımızın da Foça’ya yerleÅŸmesine neden olan sebeplerden birini teÅŸkil etmiÅŸ. Mübadil olarak Kavala’nın köylerinde yaÅŸayan ve sadece tütüncülükle uÄŸraÅŸan atalarımız Foça’daki Rumlardan boÅŸalan evlere veya BaÄŸarası hudutları dahilinde bulunan yine Rumların terk ettiÄŸi kulelere yerleÅŸtirilmiÅŸler. Kule evler genel olarak tütün ekilen tarlaların bir köşesinde oluyordu. Yani her kule evin bir ekilebilir, biçilebilir tarlası vardı.
Esasında atalarımız Kavala'nın köylerinde asırlarca tütün ekip biçmişler. Hatta bugün bile Kavala'da tütün ekip biçmek Kavala'nın en büyük uğraş alanıdır... Foça'ya yerleşmeleri şöyle olmuş: Kavala'dan gelenler bir müddet İzmir ve civarında araştırma yapmışlar. Görmüşler ki Bağarası köyünde tütün ekilip biçiliyor. Bunun üzerine bu bölgeye yerleşmeye karar almışlar. İşte bu çerçevede Foça'ya yerleşmeyi kabul eden etmiş, etmeyen de Bağarası köyüne tütün tarımı yapmak üzere yerleşmiş.

Hocam, bildiÄŸim kadarıyla siz mübadele yıllarından hemen sonra doÄŸdunuz, 2. Dünya Savaşı’na tanıklık ettiniz. O yıllara ait baÅŸta eÄŸitim olmak üzere neler söyleyebilirsiniz?
- Ben 1928 yılında doğmuşum. Ben doğmadan önce dört yaşında bir abim vefat etmiş. Annem babam mübadeleden önce Kavala'da evlenmişler. Kavala'dan gelince başta Foça'ya yerleşmişler. Üç sene sonra da Bağarası'nda 12 zeytin ağaçlı, ekmeye biçmeye müsait olan tarlayı almışlar. Tarlanın içinde bulunan kule eve de yerleşmişler. Ben doğduktan bir müddet sonra, yani ben 3-4 yaşımdayken annem ciddi ölçüde hastalanınca ve o yıllarda medeni kanun olmadığından olsa gerek babam, rahmetli Avni Yavuz'un halası ile ikinci evliliğini yapmış. Babamın ikinci eşinden de bir erkek kardeşim var idi. 2007 yılında vefat etti. Bağarası'nda eski İzmir valisi Kazım Dirik'in yaptırdığı bir ilkokul vardı. İlkokulu burada bitirdim. O yıllarda, Foça kale içinde, şimdiki kazı alanında taş duvarları örülmüş bitmiş bir ortaokul yapılıyordu. Annem ve ben ortaokulu Foça'da okuyacağım için seviniyorduk. Foça'da bahçeli bir evimiz vardı. Evi bir subaya kiraya vermiştik. Kiracıyı çıkartacaktık, eve yerleşecektik ve ben yeni yapılan ortaokula devam edecektim. Ne var ki çatının yapılmasına bile, başlayan II. Dünya Savaşı müsaade etmedi ve okul birkaç sene yapılamadı. Hatta o yıllarda parası da olsa insanın, istediği her şeyi istediği kadar alamazdı. Evdeki nüfus sayısına göre muhtardan karne alınırdı. Karne ile gıda dağıtılırdı. İlkokulu bitirdiğim yıl Bağarası'nda aynı zamanda öğretmenim ve Rauf Çelebi'nin akrabası olan İbrahim Duran isimli Foça'nın yerlisi annemle konuştu. Kendisini ikna etti. Böylece ben, İzmir Şirinyer Kızılçullu'da bulunan muallim mektebine yazıldım. Daha sonra bu okulların adı Köy Enstitüleri olarak değiştirildi. Bu okula kaydım ise şöyle gelişti: İbrahim Duran Foça ve köylerinden ilkokulu yeni bitiren 25 öğrencinin sınavlara katılmasını sağladı. Sınavları Kozbeyli köyünden birisi, (şu an ismini hatırlayamıyorum) bir diğeri Avni Uyar ve ben olmak üzere üç kişi kazandık. Anadolu'daki muallim mekteplerinden farklı olarak bizim okul, bize daha müfredatın yanı sıra ek imkanlar veriyordu. Mesela her hafta sinema veya tiyatroya götürmek gibi, mutlaka denize götürüp yüzdürmek gibi, tramvaya bindirmek gibi imkanları vererek bize şehir hayatını ve şehirde yaşamayı öğretiyorlardı. O yıllarda ikisi Karşıyaka'da olmak üzere 5 veya 6 tane sinema vardı. Bunlar Elhamra, Yeni Sinema, Tayyare, Lale sinemalarıydı. Okulu bitirdikten sonra Bağarası köyüne kendi okuluma öğretmen olarak atandım ve orada dokuz sene görev yaptım. Bu arada Bağarası köyünün saygın eşrafından Kerim Güven'in kızı ile evlendim. İlki 1951 yılında doğan Bülent, ikincisi Levent olmak üzere iki oğlum var.
Toplam dokuz yıl BaÄŸarası'nda öğretmenlik yaptıktan sonra kura çekip askere gittim ve askerliÄŸimi yedek subay olarak yaptım. Askerlik görevim bitince bu defa beni yine Foça'nın köylerinden biri olan HorozgediÄŸi İlkokulu'nda görevlendirdiler. Aradan 4,5 ay geçmeden Foça İlkokulu'na atadılar. Yeni görevimde iÅŸbaşı yaptım. Aynı yıl bugünkü karşılığı İlçe Milli EÄŸitim Müdürlüğü olan Foça Maarif Müdürlüğü'ne vekaleten atandım. Açılan sınavları kazandım ve 1959 yılında bu defa bakanlık tarafından asil maarif müdürü olarak yeniden Foça’ya atandım.
Yedek subay olarak askere alındım. Altı ay Ankara’da bir yıl da Denizli’de vatani görevimi tamamladım. Askerlik için Ankara’da bulunduÄŸum süre içersinde çocukluk arkadaşım Sabri YirmibeÅŸoÄŸlu, yüzbaşı rütbesi ile Anıt Kabir Komutanlığı yapıyordu. Ara sıra beni ziyarete gelirdi. BaÄŸarası’nda birlikte büyümüştük. O Harbiye’ye gitti. Adım adım yükselerek Orgeneral oldu. Özel Harp İdaresi BaÅŸkanlığı yaptı. Babası körüklü fotoÄŸraf makinesi ile Atatürk mahallesindeki ÅŸimdi heykelin bulunduÄŸu yerde kendisine ait kahvehanesinin bir köşesinde fotoÄŸrafçılık yapardı. İstihkam dersine bir binbaşı girerdi. Notu çok kıttı. 59 üzerinden 60 bile vermezdi. Ben kafaya taktım. Hocadan 100 alacağım diye. Sabaha kadar ders çalıştım. Ertesi gün yapılan sınavda bir köprü nasıl havaya uçurulur diye soru geldi. En iyi bildiÄŸim konuydu. Bugün bile sorunun cevabını veririm. Cevabını öyle güzel ve öyle ayrıntılı verdim ki hoca yine yüz puan vermedi. 1 puanımı kesti 99 puan verdi.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Çocukluk ve gençlik yıllarımda BaÄŸarası’nda oturduk. Oysa Foçalılar hemen hemen tamamı yaz aylarında BaÄŸarası’na tütün, pamuk, üzüm ve zeytin hasadı yapmak için gelirdi. BaÄŸarası, Foça’nın arka bahçesi gibiydi. Åžimdiki gibi deÄŸildi. Foça yaz aylarında adeta boÅŸalırdı. BaÄŸarası’nda kule evimiz ve bahçemiz vardı. Babam erken öldüğü için dokuz yaşında yetim kaldım. Romatizmadan dolayı annemin bedeni külçe gibiydi. Çok fazla bir iÅŸ yapamazdı. Ama çok tutumluydu. Okulların kapalı olduÄŸu yaz aylarında, sabahın erken saatinden gün batımına dek 25 kuruÅŸa yevmiyeye giderdim. Tütün toplardım. Pamuk toplardım.
İsmet İnönü’nün Foça ile baÄŸlantısını ve siyasete nasıl ilgi duydunuz, biraz anlatır mısınız?
-Hayır dersem yalan olur. İlgilendim ama emekli olduktan sonra. Kuşçulu muallim okulunda okurken İsmet İnönü okulumu ziyaret etti. Orada gördüm. Nereli olduÄŸumu sordu. Foçalı olduÄŸumu söyledim. Daha sonra öğrendim ki, babası Hacı RaÅŸit Bey Foça’da 1-2 yıl Müstantik (sorgu hakimi) olarak görev yapmış. Hatta o sırada annesi Cevriye’nin sütü az olduÄŸundan, Foçalı Molla AyÅŸe’nin annesi aynı zamanda İsmet İnönü’nün de sütannesi olmuÅŸ. Dolayısıyla İnönü’nün Foça’da bir sütkardeÅŸi varmış. Molla AyÅŸe, Atatürk Mahallesi’nde ÅŸimdiki Gönülcan inÅŸaat malzemeleri satış yeri olan dükkanın arkasındaki boÅŸlukta bulunan ve kendilerine ait evde ölünceye kadar yaÅŸamış. Benimde gönlümde Atatürk ve İsmet İnönü sevgisi vardı. Dolayısıyla CHP’ye ilgi duyuyordum. 1950 yılına kadar tek partili dönemden çok partili döneme geçildi. Emekli olduktan sonra ben de CHP’ye üye oldum. Parti ilçe baÅŸkanlığı ve belediye meclis üyeliÄŸi yaptım. Reha Midilli baÅŸkanlığı sırasında baÅŸkan yardımcılığı görevini yürüttüm. O dönem Süleyman Ege ve Hatice Yılmaz’dan çok faydalandık. Mevzuatları iyi öğrenmiÅŸtim. Süleyman Ege, Merkez Bankası’nı bile emanet verebileceÄŸiniz dürüstlükte bir insandı.
O günlerden aklınızda kalan, unutamadığınız anılarınız var mı?
Bir gün arkadaşım Mehmet’le akÅŸam pamuk tarlasından eve dönüyorduk. Yol topraktı, hava sıcaktı. Öküzün çektiÄŸi kaÄŸnı arabaları ile tütün balyaları ve pamuk çuvalları taşınırdı. Öküzler ve kaÄŸnı arabaları gide gele toprak yolu toz kadar inceltmiÅŸti. Öyle ki insanın ayağı yürürken toza topraÄŸa gömülüyordu. Yolun iki kenarında ılgınlar insan boyundaydı ve çok sıktı. Ben önden koÅŸarak giderken, Mehmet arkadan yavaÅŸ yavaÅŸ geliyordu. Arkama baktım. Mehmet bir ara kaybolmuÅŸtu. İhtiyacını gidermek için ılgınların arasına gittiÄŸini düşündüm. Ben de ılgınların arasına saklandım. Niyetim onu korkutmak ve eÄŸlenmekti. Ilgınların arasına saklandım. Mehmet’in gelmesini beklemeye baÅŸladım. Çok geçmeden ayak sesi duydum. Mehmet’in geldiÄŸini var sayarak, ılgınların arasından yüksek sesle hurra! diye yola fırladım. Gelen sesler Mehmet’in ayak sesleri deÄŸilmiÅŸ. Yanlarında köfeler baÄŸlı üzerinde bir kadın oturan merkebin ayak sesleriymiÅŸ. Merkep benim ani hareketimden ürküp dört nala kalkınca eÅŸeÄŸin sırtındaki köfeler bir yana fırladı. Üstündeki kadın bir yana. Devecilerin ve aynı zamanda bugün tarlasında yevmiyeci olarak çalıştığım Hanife teyzenin külçe gibi toza topraÄŸa düştüğünü hatta adeta çakıldığını gördüm. Çok utandım. O an yerin dibine girdim. Arkama bile bakmadan koÅŸa koÅŸa eve gittim. Yüzüm kıpkırmızı olmuÅŸtu. Annem bende garip bir ÅŸeylerin olduÄŸunu hemen fark etti. Israrla sormasına raÄŸmen ne olduÄŸunu söylemedim. Korkudan ayaklarım titriyordu. Neyse ki ertesi gün Hanife hanım teyzeye bir ÅŸey olmadığını duyunca rahatladım. BaÄŸarası köyünde çocukluÄŸumda yaÅŸadığım en ilginç ÅŸey buydu.

Tuz depoları ve kapanış hikayesi.
Bunun yanında Foça tuz depolarının kapatılması beni çok üzmüştü. Osmanlılar zamanında birisi Büyük Deniz’de diÄŸeri Küçük Deniz’de olmak üzere, devlet tarafından yapılmış iki adet çok büyük depolar vardı. Daha sonraları Osmanlılar dış ülkelere ödenmesi gereken eski borçlar çerçevesinde kurulmuÅŸ (Düyun-u Umumiye) tarafından Rumlara satılmış. Çam altından çıkartılan tuzlar, bu bölgede deniz çok sığ olduÄŸu için, altı düz olan maunalarla Foça’ya getirilirdi. İskeleye yanaÅŸan maunaların içinde ki tuz çuvallarla insan sırtında depolara taşınırdı. Depoların dolum iÅŸi günlerce sürerdi. BaÅŸta Japonya olmak üzere diÄŸer ülkelerden gelen büyük gemilere yükleme iÅŸi de yine insan gücü ile olurdu. Öyle ki gemilere dolum günlerinde 300 – 400 kiÅŸi yevmiye ile çalışırdı. Yeterli işçi bulunamadığı tarım ürünleri hasat zamanlarında çocuklar bile günlük 25 kuruÅŸ yevmiye, kurÅŸun baÄŸlanarak iÅŸaretlenmiÅŸ küçük çuvallarla sırtlarında akÅŸama kadar tuz taşırlardı. Gemi dolduÄŸunda herkes parasını alırdı. O gün veya onu takip eden günlerde berberlerin, kasapların, manavların, bakkalların, lokanta sahiplerinin yüzü gülerdi. Herkes iÅŸ yapardı veya borçlar ödenir, alacaklar alırlardı.
Tuzun maliyetini kiloda 1 kuruÅŸ düşürmek için, bu defa Çamaltı’na santifuruj inÅŸa ettiler. Gemiler açıkta bekletildi. Tuz, pompalar veya bant üzerinde gemilere yüklenir oldu. Böyle olunca en kısa zamanda meÅŸhur Foça tuz depoları atıl kaldı. Kapandı. Bu durum Foça ekonomisine büyük zarar verdi. İnsanlar ek gelirlerinden oldu. Mauna sahipleri iÅŸsiz kaldı.
Hayran olduğum yetenekli Foça insanları.
Bunun dışında hayranlıkla izlediÄŸim insanlar da vardı. Onlardan bir tanesini anlatayım. Aycan Dirim’in akrabalarından Sadi EmiroÄŸlu, makinadan çok iyi anlardı. Bir keresinde motoru bozulduÄŸu için Menemen ovasına mecburi iniÅŸ yapan Alman uçağını, bir binbaşı ile onarıp, uçurdular ve Gaziemir’e indirdiler. Bir baÅŸka seferinde İzmir’den yük almış büyük bir gemi motoru bozulunca Foça Büyükdeniz’e sığınmış. İzmir’den gelen usta 1000 TL. istemiÅŸ. O zaman çok büyük para.
Gemi sahibi; 300 TL.’ye İstanbul’a çektiririm demiÅŸ. Bu sırada duruma tanık olan Mehmet Işık (Fenerci Mehmet) “Yahu bir durun hele bizim bir arkadaşımız var. Motordan iyi anlar. O bir baksın” der. Bunun üzerine Sadi EmiroÄŸlu bulunur, durum anlatılır. Sadi EmiroÄŸlu geminin motorunu tamir eder, Motoru çalıştırır. Gemi sahibi mutluluktan uçar. Sadi beye para vermek ister. O kabul etmez. Tüm ısrarlara raÄŸmen para almayan Sadi beye, Aycan Dirim; İhtiyacın da var. Neden almıyorsun! diye tepki gösterir.
Foça’da o yıllarda benzer ÅŸeyler çok olurdu. Maddiyattan daha ziyade, maneviyata önem verilirdi.
Hocam bu keyifli ve öğretici sohbet için, geçmişe ışık tutan aktarımlarınız için, şu andan itibaren Foça tarihine mal olacak, paylaştığınız deneyimleriniz için size ne kadar çok teşekkür etsem azdır.
Sebahattin Karaca
sebahattinkaraca35@hotmail.com
"Sebahattin Karaca" bütün yazıları için tıklayın...