Güney sanrıları / Sahil kasabaları / Nurdan ÇAKIR TEZGİN
Nurdan ÇAKIR TEZGİN

Nurdan ÇAKIR TEZGİN

Güney sanrıları / Sahil kasabaları



Aynı mevsime denk gelen güruh halindeki seyahatlerden hoÅŸlanmadığımdan, ara mevsimlerde yolda olmak bana iyi geliyor. Pamuk bulutların arasından gülümseyen güneÅŸin koruyup kollamasıyla, yağışlı ılık bir cemre dönemiydi. Burnum uzamasın kuzeye göre ılıktı demeliyim! İkinci cemrenin suya düşüşünü zor beklemiÅŸtim. TopraÄŸa düşen son cemreyle bahar birdenbire geliverecekmiÅŸ düşüncesi Åžubat’ın son günleri tüm benliÄŸimi öyle esir almış ki, sanki “bir ÅŸeylere yetiÅŸmeliyim” ruh halindeydim!

Karmaşıktım yola çıkarken. İyidir tabi arada bir karışmak, sürekli olmasın da! Bu yıl, kışın uzun sürdüğü konusunda hemfikir olmadığım kimse yoktur herhalde...

Sözün özü Mart başı birkaç gün güneydeydim. Döneli neredeyse on beÅŸ gün oluyor. Dalından kopardığım Datça bademleri henüz tırnak üzeri kadar bile büyümemiÅŸlerdi. Körpelikleri hala damağımda. İnsan dolu dolu yaÅŸadığında pek çok yaÅŸanmışlık bellekte dertop olup birbirini sıkıştırıyor. Her biri "git öte gel beri" kıvamında koyun koyuna demleniyor derinde! Yazma isteÄŸi baÅŸka isteklerin önüne geçmeyince de ‘yazmak’ olsun diye yazılmıyor haliyle...

İnsanın içindeki bam teline ilk dokunan ‘o ÅŸey’ genellikle ilk çıkış noktası oluyor. ‘Hah bunu yazmalıyım’ diyorsun, hatta hatırlamak için birkaç kare de fotoÄŸraf çekiyorsun. Hele de bir iki satır not da aldıysam sökün etsin sözcükler deÄŸil mi? Etmiyor. Sözcüklerin yavan kalıp anlamını yitirdiÄŸi zaman aralıkları giderek çoÄŸalıyor son günlerde. Bunu sık yaşıyorum, yaÅŸ almak bu olsa gerek! Heyecanlar yer deÄŸiÅŸtiriyor. Bazı coÅŸkular uzarken bazıları saman alevi gibi anlık soluveriyor.

Bozburun, Söğüt, Selimiye arasındaki badem ağaçlarının altında sayısız arı kovanı ve binlerce vızıldayan arı, oraların başka bir gezegen olduğu hissine kapılmama neden olur hep. Yemyeşil otlaklar, çiriş ve sarımsak çiçekleri, ballıbabalar, kır papatyaları, ebegümeci çiçekleri, dağ laleleri adeta istilaya uğramıştı yine. Yenilebilir otların aromasına karışan bütün yaban çiçeklerinin kokusu, börtü böcek, doğanın ritmi, hepsi cennetin kendisiydi! Yazın kavrukluğunda asla görülemeyecek kadar rengârenk bir cennet.

Gelgelelim insanız iÅŸte, nerede görsel hazzı iliklerimizde hissetsek aÄŸzımız da kımıldasın isteriz; “hadi Söğüt’de bir ÅŸeyler atıştıralım bir bardak çay içelim, ay yoksa kalamar rakı filan mı yapsak” deme gafletinde bulunduk. Yok. Mart ayında öyle bir yer yok. Selimiye’ye geçtik orada da yok. Önceki yıllarda da yoktu, ne bekliyordum ki! Turizm sezonu resmen baÅŸlamadan güneyde hayat baÅŸlamaz, hep unutuyorum iÅŸte... Bodrum’dan, Marmaris ve Fethiye’nin sahillerine kadar terk edilmiÅŸ kovboy kasabası havası bütün kıyılar için geçerli. Köy ve koycukları saymıyorum. Onların hizmeti okulların açılış ve kapanışına göre ayarlı zaten, hiç ÅŸaÅŸmaz!

Hadi hizmetten vazgeçtim, ÅŸantiye gibi yıkık döküklüğüne ne demeli? Sahil kasabalarında yaz-kış yaÅŸayan insanlara ne büyük haksızlık bu! Hem haksızlık, hem saygısızlık… Yazın üç dört ay her yer güllük gülistanlık, canlı, bakımlı, düzgün. ÇoÄŸu, İstanbul baÅŸta olmak üzere dışarıdan para kazanmaya gelen ÅŸipÅŸak esnaf; sonbaharda otelini, restoranını ya da hediyelik vs. eÅŸya dükkânını öyle bir kapatıp gidiyor ki, sanırsın arkasından atlı kovalamış! Åžefini, müdürünü, aşçısını, komisini, tezgâhtarını alıp son sürat kaçmış adamlar. Buzdolaplarında yarısı dökülmüş yiyecekler, kopmuÅŸ kablolar, boÅŸa akan sular, taÅŸmış lavabo ve foseptikler, hayvan ölüleri, yıkık dökük duvarlar, uçmuÅŸ çatılar hepsi hak getire… Bir görüntü kirliliÄŸi ki orada sürekli yaÅŸayanların makus talihi olmuÅŸ!

Bu turizm cennetlerinde yazın yükünü tutup para kazanan esnaf, yerleÅŸik halka saygı duymak adına iÅŸletmesini derli toplu bıraksa, geride kalanları da düşünse ne iyi olacak…

Aklımın ermediÄŸi; bu sahillerin yerlileri yedi sekiz ay kış boyunca bu rezilliÄŸe nasıl katlanıyorlar? Bir de ölü gibi sessizleÅŸen konut ve otellerin ruhu esrikleÅŸtiren terk edilmiÅŸlik duygusu var ki en vahimi de bu. Ben de yıllardır kuzeydeki sahil kasabalarında yaşıyorum, kuzeyde de durum farklı deÄŸil, lâkin güneyin hali gerçekten içler acısı. Kışları hepsi birer ölü kasaba ve bahara karşı Haziran’a kadar adeta birer ÅŸantiye! Oteller boyanıyor, ustalar çalışıyor, binalar her sezon yeniden yıkılıp yeni baÅŸtan inÅŸa ediliyor, her yer yeni sezonun tüket yok et sarmalı için.

Foça’dayken de, kapalı kepenkleriyle hayaletli ev görünümündeki yazlıklar canımı sıkardı kışın. Bakımsız bahçelerden, terk edilmiÅŸ evcil hayvanların hüzünlü bakışlarından çok rahatsız olurdum. Allahın sopası yok, güneydekileri görünce Foça gülsuyu kaldı!

Büyük şehirde yaşayanlar arasında tatlı bir güney ütopyası vardır; günün birinde, belki de emekli olunca yıllardır yaşanılan şehir kargaşasını terk etme cesareti gösterilecek, güneyde sakin bir sahil kasabasına yerleşilecektir. Küçük bir bahçeli ev satın alınıp, olmadı kiralanıp huzura erilecektir! Birkaç çiçek sebze filan ekilecektir, tavuk, kedi, köpek beslenip balık tutmaya gidilecektir, yörenin yerlisiyle ahbaplık edilecek onlardan kasabalı ruhu öğrenilecektir.

Pek çok ÅŸehirliyi bu güney sevdası oyalar. Büyük çoÄŸunluk hiçbir zaman yaÅŸadığı ÅŸehri terk edemese de hayallere kim engel? Çift olanlar bahçelere sığmayan ÅŸehirli hayaller kurarlarken, yalnızların güney hayallerinde baÅŸka ÅŸeyler de vardır; kasabalı yağız bir balıkçıya aşık olmak gibi meselâ! Yine kendisi gibi kitap ve deniz sevdalısı biriyle tanışmak, günbatımlarının yalnızlığıyla romantik düşler kurmak, ufka dalan güzel ÅŸehirli bir kadının ruhundaki fırtınaları dindirmek…

Kışları, kaloriferli ÅŸehir evlerinde Ege ve Akdeniz güneÅŸinin hayaliyle yanıp tutuÅŸanlar, bilmezler ki güneyde insanlar kış geceleri çok üşür. Kışlar sessiz, kışlar melankoli çiçeÄŸi kokar sahil kasabalarında. Poyraz vuuvv diye esti miydi üşüyen baÅŸlar hindi kafası gibi omuzlara gömülür. Bütün bedenler soÄŸuk taÅŸ evlerin kapalı kepenkleri ardındadır artık. Çünkü kıştır, soÄŸuktur. Kış kasabaları terk edilmiÅŸliÄŸin o keskin hüznünü taşır hep. Hele de erken inen uzun kış gecelerinde…

Her ÅŸey soÄŸuk ve karabasan kıvamında deÄŸil elbet. Pek çoÄŸu da kışların sessizliÄŸinde bulur kendini, orada olma nedenidir sessizlik. Bu kasabaların dingin mistisizmi içinde derinlere gömülü bazı yaralar yeniden kanamaya baÅŸlar. Yazar, çizer misiniz, sanatın belirli alanları yaÅŸamınızın görünmez mührü mü? Ha, bakın o zaman her ÅŸey deÄŸiÅŸir. Ruhun fırtınaları anca susar kış sahillerinde, susar ve iç sesiniz konuÅŸmaya baÅŸlar. Kendi kendisiyle konuÅŸan, kendi tenini acıtan insanlar görürsünüz iskelede, denizin sesine karışır mırıltıları. Sonsuz hesaplaÅŸmalardadır bilmem kaçıncı kez, deniz durulmadan sakinlemeyen…

Uzaklaşırsınız bilerek yanlarından. Ne ÅŸehirli ne kasabalısınızdır; salt arafta bir yabancı! Kavafis gibi ardınızdan gelen bir ÅŸehir de yoktur artık…

Of…

Bahar diyordum; yolda olmak, Mart uyanışı, cemreler diyordum, nevruz, yaşam enerjisi filan üç kuruşluk iyi hissetmelerden öteye geçemedim. Oysa ne çok güzel şey vardı yazılacak! Onlar kendilerini biliyorlar, hele şu can sıkıcı sahil şantiyeleri konusunu yazmış olmanın rahatlığını yaşayayım diyordum, asıl güzellikleri anlatmak zaten çok keyifli diyecektim.

Ruhumu çok üşüten bir sahil kasabası düştü yüreÄŸime yine hiç yoktan. Susayım…


















Nurdan ÇAKIR TEZGİN




24 Mart 2015 Salı / 2695 okunma



"Nurdan ÇAKIR TEZGİN" bütün yazıları için tıklayın...