ISSN 1308-8483
   ISSN 1308-8483
Antik Çağ'da Ege Tarihi -

   .::


  Yayın Tarihi: 3.3.2005    


Antik Çağ'da Ege Tarihi



     Kültürel kimliğe göre bugünkü Ege bölgesi daha çok Balıkesir ile Muğla arasındaki bölge olarak görünürken, coğrafyacılar morfolojik nedenlerden dolayı Ege'yi batıda Çeşme’yi, doğuda Evrendağ’ını, kuzeyde Bursa’yı, güneyde ise Marmaris'i sınır kabul ederler. Eski çağda ise Aigaios Pontos (Ege Denizi) adını verdiğimiz denizin kuzeyini Makedonya ve Trakya, doğu yönünü Anadolu çevirir, güney bölümü de Girit adasına değin uzanırdı.

     Anadolu yarımadasının orta güney ve güneydoğu bölgelerinde gerçekleştirilen kazılarla M.Ö. 7000-3000 yılları arasında yüksek düzeyde uygarlıklar ortaya çıkarılmıştır. Buna karşın kazı yapılmamış olduğu için Ege'de ve bütün Batı Anadolu'da bu dönemler yani M.Ö. 3000'den önceki çağlar, toprak altında saklı bulunmaktadır. M.Ö. 3000 ile 1050 tarihleri arasındaki Bronz Çağında Ege bölgesindeki kazılarda Miken uygarlığına ait eserler ortaya çıkmıştır. Miken uygarlığının etkisi gözlenmesine rağmen, Batı Anadolu'nun hiçbir yerinde yoğun ve büyük bir Miken dönemi iskanına rastlanmamış, küçük ticaret kolonilerinin varlığı saptanmıştır.

     M.Ö. 12. yüzyılın başında olagelen ve Ege Göçü denen büyük göç hareketi sırasında güneydoğu Avrupa halklarının Anadolu'yu işgal etmeleri Truva Krallığının ve arkasından Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasına neden oldu. Ege Göçünün bir kolu da Hellas'a (Yunanistan) yönelince, M:Ö. 1500-1200 tarihlerinde Suriye ve Batı Anadolu kıyılarında ticaret kolonileri kurmuş olan Akaların güçlü Miken Devleti de ortadan kalktı. Ege Göçünün neden olduğu Dor Göçü sonucu olarak da Hellas'ta oturan Aioller ve İonlar Batı Anadolu'ya geldiler.

     Bu göç dalgasıyla Batı Anadolu'ya gelenler, kıyı şeridine ilginç bir sıralanmayla yerleştiler. Truva ile İzmir arasında Aiollerin, İzmir ile Milet arasında İonların, Milet'in güneyinden Likya'ya değin uzanan yörede de Dorların oturduğunu görürüz.

     Batı Anadolu kıyılarına bir göz atılırsa, Truva savaşından sonra kurulan Aiol, İon ve Dor kentlerinin hepsinin küçük bir yarımada üzerine yerleşik olduğu görülür. Bunların çoğunun küçük yarımadacıklar üzerinde ve deniz kıyılarında kurulmuş olmaları, Hellenlerin denizci olmaları kadar yörenin yerlilerinden çekinmeleridir. Batı Anadolu kıyılarındaki doğu Hellenler kara yönünden gelebilecek yerli tehlikesine olduğu gibi, denizden gelmesi olası baskınlara karşı da kıta üzerinde olmak bakımından güvence altında idiler.

     Aiol yerleşmeleri Batı Anadolu'nun kuzey bölgesinde bulundukları için, M.ö. 9-7. yüzyıllarda Akdeniz ticaret merkezlerinden uzak kalmışlardı. Bu nedenle Aioller 7. yüzyıl ortalarına değin sadece tarım ve balıkçılıkla geçindikleri için geri bir düzeydeydiler.

      Buna karşılık İon kentleri daha M.Ö. 9. Yüzyılda Akdeniz yoluyla doğu dünyasını tanıyarak ileri bir yaşam düzeyine ulaşmışlardı. Böylece zenginliğe ve refaha erişen İonlar Batı Anadolu'nun kuzeyine doğru yayılmaya başladılar.

     Bayraklı, Erythrai, Foça ve Çandarlı'da gerçekleştirilen kazılarla, ayrıca başta Milet ve Efes olmak üzere diğer merkezlerde günışığına çıkarılan eserlere dayanarak elde edilen kronoloji 9 evreden oluşur:

1.-Kuruluş Evresi M.Ö. 1050-750
2.-Homeros Çağı M.Ö. 750-700
3.-Yükseliş Evresi M.Ö. 700-650
4.-Ege'nin altın Çağı M.Ö. 650-545
5.-Orta ve Geç Arkaik Evre M.Ö. 545-470
6.-Klasik Evre l M.Ö. 470-400
7.-Klasik Evre II M.Ö. 400-300
8.-Hellenistik Dönem M.ö. 300-30
9.-Roma Çağı M.Ö. 30- M.S 395

     Bu aşağı yukarı 1500 yıllık süreç içinde dünya tarihinin en önemli sosyal, bilimsel ve kültürel atılımları Ege'de geliştirilmiştir.

     M.Ö 1050-700 tarihleri arasında İon ve özellikle Aiol halkları tek odalı evlerde oturuyor, tarımla geçiniyorlardı. Şarapçılık önemli rol oynarken, hayvancılık ve balıkçılık da başlıca geçim kaynaklarıydı. Henüz ticaret gelişmemişti ve yazıyı kullanmıyorlardı Bu evrede halk ozanları bir çalgı eşliğinde destanları ve mitolojik öyküleri ezbere okuyorlardı. Seramik ürünleri dışında da sanat eserleri yok gibidir. Destan üreten evresini yaşayan Aioi yöresi insanlık tarihinin en büyük anıtsal yazın eseri olan Homeros'un (M.Ö. 750-700) İlyada'sının ortaya çıkmasını sağlamıştır.

     Bu sırada İonlar uluslararası ticarete başlamış ve yeni buluşların, keşiflerin peşindeydiler.

     M.Ö. 700-650'de yükseliş evresini yaşayan Ege'nin İon kentlerinde 2 odalı ve ön avlulu evlerini görüyoruz. Bu dönemin en önemli temsilcileri Bayraklı ve Erythrai'daki Athena tapınağına ait görkemli kalıntılardır.

     Milet ve Samos'ta ortaya çıkan kuşlu kaseler İonların seramik sanatındaki ilk özgün eserleridir.

     Ankhiloktos.Kallinos ve Simonides gibi eleştiri (hiciv) ustaları bu dönemde yaşadılar. Lesbos'lu Terpandiros yedi telli Lyra'ya yani heptetonik müziği bu evrede icat etti.

     Bu evreye kadar tarımla geçinen İon ve Aiol halkları çiftliklerinde Batı Anadolu'nun yerli halklarını kullanıyorlardı. Ancak Lidya ülkesinin 7. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren güçlü bir krallık haline gelmesi sonucu, yerli halk çiftliklerde çalışmaktan vazgeçince İon ve Aioller başka geçinme yolları arayarak ticarete yöneldiler ve bütün Akdeniz piyasasında söz sahibi olmaya başladılar.

     İonlar önce Aiol kentlerine sızma yolu ile, M.Ö. 8-9. Yüzyıllarda iskan etmeye başladılar. M.Ö. 700'lerde Propontis'te yavru kentler kurdular. Bu ticaret kolonileriyle Egeliler dünya pazarlarını ele geçirdiler.

     M.Ö. 650-545 yıllarını kapsayan ve Altın Çağ denen dönemde, Ege'deki İon kentleri dünyanın en önde gelen ticaret, bilim, sanat ve kültür merkezleri olmuşlardır. Bu evrede Ege'de çok odalı evlerin, görkemli tapınakların, banyolu odaların, parkeli yolların, taştan çeşme binalarının ve anıtsal taş mezarların yapıldığını ve ilk defa geometrik kent planları uygulandığını görüyoruz. Para da bu evrede Lidya ve Ege bölgesinin ortak buluşudur Mimnermos, Alkaios ve Sappho edebiyat tarihinin en ünlü ve başarılı adları arasında yer alan ozanlarıdır.

     Ege bölgesinin M.Ö. 545 tarihlerinde Pers egemenliğine girmesi ile İonların ve Aiollerin yüzyıl süren Altın Çağı’ndaki kültür liderliği son buldu. Ege'nin doğa filozofları, ressamları, heykeltraşları ve her çeşit sanat adamları ve yazarları Hellas'a ya da İtalya'ya göç ettiler. Sadece İran'da Susa'da başlayan "Kral Yolu" Ege'de son bulduğundan ekonomi ve ticaret uygun koşullar altında idi.

     Klasik evrede (M.Ö. 470-400) Ege'de kullanılan ızgara kent planı mimarlık tarihinin en önemli yaratılarından biridir. M.Ö. 400-300 yılları arasında Ege bölgesi yeniden ön plana geçmiş, yandıktan sonra yeniden inşa edilen Efes Artemis Tapınağı dünyanın 7 harikasından biri sayıldı.

     Ege Hellenistik dönemde (M.Ö. 300-30), Altın Çağı ölçüsünde olmamakla birlikte ikinci bir parlak süreç yaşamıştır. Bergama Zeus sunağının yontu eserleri dünya heykelciliğinin en başta gelen şaheserleridir.

     Roma çağında (M.Ö. 30-M.S. 395) Ege bölgesi bütün yarımada gibi Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altında idi. Hala ayakta duran, şehirlerdeki agora, tiyatro, odeion, kütüphane, çeşme ve hamamlar gibi anıtlar, Roma'dakileri aratmayacak güzellikteydiler.

     Foça ve yakın çevresinin prehistorik çağlarda, yakın çevredeki Kyme, Helvacı höyük gibi yerleşim görmüş olması olasıdır. Foça ve çevresinde yüzyılımızın başlarında araştırmalar yapmış Fransız arkeolog Felix Sartiaux, Foça yakınlarındaki bir tepeden topladığı olasılıkla Tunç çağına ait keramik örneklerinden söz etmektedir.

     1996 yılında Ömer Özyiğit tarafından İsmet Paşa mahallesinde gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıkarılan ve tanımlanan megaron, oriyantalizan ve arkaik dönemlerde kullanılmıştır. Tam plan veren bu megaronun M.Ö. 7. yüzyılın sonlarına doğru o ve yaklaşık 100 yıl yaşayarak, M.Ö. 5. yüzyılın başlarına kadar devam ettiği anlaşılmıştır. Bu mimari Phokaia'da şimdiye kadar Arkaik döneme ait tam plan veren en eski tek yapıdır.

     Doğu-batı doğrultusunda uzanan megaronun İon stilindeki sütun kaidelerine sahip olduğu anlaşılan iki sütunlu bir pronaos'u bulunmaktadır. Pronaos (ön avlu) arkasında asıl yaşama mekanı bulunmaktadır. Bu yaşama mekanının ön avludan girilen bölümü ince bir duvarla ayrılarak dar bir ara bölüm yaratılmıştır. Bu bölüm asıl oturma mekanının kapıdan gelen soğuktan korumaktaydı. Megaron'un kuzeyindeyse taş döşeli bir bahçenin varolduğu anlaşılmıştır. Yaklaşık 80 m2'lik bir alana sahip megaronun uzunluğu 12,45 m genişliği ise 6,45 m olarak saptanmıştır.

     Megaron büyük olasılıkla kiremitli bir beşik çatıyla örtülmekteydi, bu nedenle çatının iki dar tarafında yani, doğu ve batı da birer alınlık olmalıydı. Megaron'un kiremitleri son derece az sayıda ele geçirilmiştir.

     Kazılar sırasında aynı alanın daha sonraki dönemlerde de kullanıldığı saptanmıştır. Bu alanda ele geçen pişmiş toprak çocuk lahiti, mezar olarak kullanılmış 3 amfora ve tufa taşından yapılmış lahitler buranın M.Ö. 5. yüzyılda, Hellenistik ve Erken Roma dönemlerinde Nekropolis (mezar alanı) olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.

     Foça; antik adıyla Phokaia'nın kuruluşuna ve isminin kaynağına ilişkin çeşitli söylemler mevcuttur.

     Antik çağ yazarları Herodot, Strabon ve Şam'lı Nikolaos'tan günümüze ulaşan bilgiler, kentin M.Ö. 11.yy'da Peleponnes'in orta bölgelerinde yer alan Phokis'ten gelen Hellenler tarafından kurulduğunu gösterir. Kenti ilk kolonize edenler Aiollerdir. Phokaia yerleşimi Aiol kenti Kyme'den toprak istenerek kurulmuştur. 1956 yılında Prof Ekrem Akurgal'ın başlatmış olduğu arkeolojik kazılar sırasında bulduğu gri renkli Aiol keramikleri bu fikri destekler. Bu söyleme göre Phokaia adının Phokis'ten geldiği düşünülebilir. Önceleri Aiol yerleşmesinin bir parçası olan Phokaia, daha sonra İon Codrus sülalesinden kralların egemenliğini kabul ederek İon birliği "Panionion"a dahil olmuştur.

     Diğer bir antik yazar olan Pausanias'tan elde edilen bilgiler doğrultusunda; Phokaia İon kentleri Teos ve Erythrai tarafından kurulmuştur. Yine arkeolojik kazılarda bulunan protogeometrik seramikler İonların 9.yy'ın sonlarından itibaren Phokaia'da bulunduklarını gösterir. Diğer bir kanıt da Phokaia sikkelerinin üzerinde uzun bir süre Teos kenti simgesinin bulunmasıdır. Phokaia isminin bağlandığı diğer bir söylemse; Foça limanı girişindeki adaların fok balıklarına benzemesi ve Yunancadaki "Phoce"-Fok sözcüğüyle adlandırılmasıdır.


Kaynak : Foça Yerel Tarih Araştırma Merkezi çalışmalarından alınmıştır.








Okunma: 22019
Okunma: 22019











Uluay   
ZEYNEP'ce   




5423

   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)