ISSN 1308-8483

FREUD VE FELSEFE I
Büyük Ayı'nın Soluk Yıldızı   

Oğuz ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 20.2.2011    


FREUD VE FELSEFE I


Önceki yazılarda Freud’un görüşlerini ele alırken bazı noktalarda eleştirel açıklamalarda bulunmuştuk. Şimdi bu açıklamaları tamamlamaya ve derinleştirmeye çalışalım.

Freud’un psikanalizine ve buna dayanan toplum, tarih, kültür teorilerine bir bilim demek mümkün değildir, bu teoriler bilimsel yöntemleri dışlar ve yerine spekülasyonları geçirir. Freud, psikanalizi bir serüven diye tanımlamasına karşın, yine de bir bilim sayar. Ancak açık seçik kavramlar yerine Nietzsche’ye dayanarak söylenceyi [mit] tercih etmesi bu görüşle çelişir. Bilincimizin teorik düzeyini söylenceye indirgeme eğilimi de Nietzsche’den kaynaklanır.

Biyolojik ve Mekanik İnsan İmgesi

Freud bilinç-dışı ile bilinci karşı karşıya getirir, bu durum, yaşamın ve aklın yaşam-felsefesi açısından karşılaştırılmasının psikanalize özgü bir çeşitlemesidir. Bu karşılaştırma, haz ilkesini biyolojik-içtepisel “id” aşaması diye ve gerçeklik ilkesini de akılcı “ben” ile “üst-ben” aşamaları diye sınıflandırarak karşılaştırılmasına da uygun düşer.

Freud’a göre bireysel psişik gelişmenin asıl temeli, büyük ölçüde aklın dışında olan bilinç-dışıdır. Bu ruhsal öğe, bireyin, çalışma sürecine girmesinden önceki dönemde, hatta dil-öncesi gelişimi sırasında oluşur. Demek ki söz konusu olan, toplumun, dilin, emeğin ve bilincin yadsınması temeline dayalı bir ruhsal öğedir, yani sonuçta insanlıktan uzaklaştırılmış insanı belirleyen insanlık-öncesi bir ruhsal öğedir. Dahası: İnsan gerçi psişik olarak belirlenir, ama ruhsal öğe akıl-dışıdır.

Başka bir deyişle burada, dış etkilerden değil, sadece ilktarihsel ailevi yıkımlardan etkilenen, doğuştan gelen ve sözde biyolojik güçlerden, içgüdülerden, içtepilerden söz edilmektedir. Üstelik bu durum kalıtımsal-psişik değişmezliklerde de görülür. Freud’a göre bu tür “biyolojik yapılar” bilinçsiz, bilinç-öncesi ve bilinçli psişik gelişmemizin temelini oluşturur; ilkesel olarak uzay ve zaman dışıdırlar, yani felsefenin temel sorunu anlamında idealdirler. Ancak Hegel’in idea’sı gibi gelişmezler, yani hiçbir zaman değişmezler; kısacası sözcüğün Hegelci anlamında metafiziktirler. Eğer gelişme varsa, bu, sadece doğuştan varolan güçlerin gelişmesi biçimindedir. Bu gelişme, iki temel içtepinin [yaşama ve öldürme] mücadelesine dayanarak gerçekleşir. Bu içtepilerin mücadele güçleri, Freud’un, mekanik biliminden ve Nietzsche’den aldığı “içtepi enerjisi”nin bozulmayan dengesi nedeniyle sınırlı kalır. Böyle bir temel üzerinde sadece nicel değişmeler mümkündür. Buna göre toplum yaşamı da değişmez, durağandır. Bu koşullarda eğitim, dönüşüm, toplumsal reformlar da zorunlu olarak durağan kalan bir sistem içindeki nicel değişmeler çerçevesinde gerçekleşir. Bütün bu nedenlerden dolayı psikanaliz diyalektik değildir.

Bu teoride bilinç, iki bilinç-dışı öğe, yani yaşama ve öldürme içtepileri arasındaki mekanik bir oyunun sonucu olur. Hareket görünümü altındaki bu durağanlıkta, bu sözde diyalektikte, yerine göre kimi zaman birinci ilke, kimi zaman da öteki ilke daha güçlü bir şekilde etkili olur. Bu durum, çelişki sorununu ele alış açısından Hegelci düzeyin bile gerisinde kalır. Ayrıca bu iki temel içtepinin yakınlaşmasına dair görüşte yer alan gelişme düşmanlığı da gözden kaçmaz. Buna diyalektik bir sentez denemez; içtepisel gelişmenin gerilemeye, doğumdan önceki duruma, ölüme ulaşma çabası da gerçek bir diyalektikle, gelişmeyle bağdaşmaz.


Sürecek


Oğuz ÖZÜGÜL
oguzozugul@hotmail.com



Okunma: 2924









   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)