ISSN 1308-8483

ŞEHİRLER, MEKANLAR VE İNSANLAR
  Yayın Tarihi: 5.4.2015    


ŞEHİRLER, MEKANLAR VE İNSANLAR



Birisi Avrupa’da, diğeri Asya’da, birisi İzmir‘de diğeri Bamberg‘de, İzmir’deki 115 yılllk, Bamberg’deki 720 yıllık. İkisi de kent merkezinde ve ikisi de otel. Bamberg’de 720 yıllık tarihi binada otelcilik hizmeti, güncel koşullarda fevkalade vermeye devam ediyor. İzmir’deki ise, yani 115 yıllık olan ve Osmanlıların son döneminde, İzmir’in en güzel otellerinden biriyken, bugün maalesef terkedilmiş bir bina olarak, hizmet veremez durumda, yıkılacağı günü bekliyor.

İzmir tarihi çok eski

Bu acı durum tablosundan yola çıkarak, konuya girmek istiyorum. M.Ö.10. yüzyılda bugünkü Bayraklı’da Yunanistan’ın orta kesiminden gelerek Symrna şehrini kuran “Aolisler” bugünkü İzmir’in temellerini atmışlardı. Daha sonra Symrna’ya İyonlular yerleşmişti. Arkasından Persler, Büyük İskender, Bizanslılar, Osmanlılar kente hakim olmuş ve yönetmişlerdi. Bunların her biri, kendilerine ait kültür ve medeniyet işaretleri sayılan pek çok eseri İzmir kentine kazandırmışlardı.

Son dönemin taş bina oteli

Araştırmacı yazar, Orhan Beşikçi’nin ifadelerine göre; Anafartalar Caddesi’nin Basmane Meydanı’na yakın bir noktada, Kulalı Cihanzade Hüseyin Fehmi Bey tarafından 1902 yılında bir otel yaptırıldı. Adı Cihanzade Oteli (Cihan Palas) idi. Taştan yapılan bina, zemin üzerine iki kat ve bir çatı katına sahipti. Zemin katta avluya açılan otel girişi, üst katlarda ise otel odaları mevcut olup, çatı katı lokanta ve gazino olarak kullanılıyordu. Bina kemerli bahçeleri, taş duvarları ile dönemin mimarisinin zarafet ve inceliklerini taşıyordu. Otel içinde geniş aile odaları ve bakıcı odalarının yanı sıra farklı katlarda ise bekar odaları bulunmaktaydı. 115 sene önce bile, otelde hizmet kalitesi ve konfor üst seviyedeydi. Geniş bir resepsiyonu ve ön bürosu olan otelin odalarında gömme banyolar, soğuk - sıcak su, telefon, oda servisi bulunmaktaydı. Balolar, yemekler, toplantılar düzenlenir, eğlenceler tertip edilirdi. Cihanzade Oteli (Cihan Palas), Osmanlının son döneminin iddialı tesislerinden birisiydi. Cumhuriyet döneminde el değiştiren otelin adı, Emniyet Oteli olmuştu. Uzun süre bölgenin iyi otelleri arasında yer alan yapının, bugün dahi görenleri hayrete düşürdüğüne dikkat çeken Beşikçi, otelin bulunduğu Basmane bölgesinin Agora ve çevresiyle İzmir’in bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olduğuna vurgu yapan Beşikcioğlu: bu bölgedeki yapıların yeniden eski işlevine kazandırılmasının gerekli olduğunu ifade etti.

Sahip çıkmak şart

Bölgede yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan, birçok yapının kafesler içine alındığına işaret eden Beşikçi, ”Tehlike oluşturduğu için çelik kafeslerle çevrilen yapılar, bir süre sonra tamamen çöküyor. Eski bir binayı çelik kafese almak çözüm olmuyor. Bir dönem İzmir’in en önemli oteli olan bu tarihi taş yapıda çatıdan başlayarak çökmeler oluşmuştur. Daha fazla çökmeden tedbir almak gerekiyor” demiştir. Maalesef İzmir’de benzer pek çok eski otel binası bugün aynı durumundadır.

Kaldı ki bu fikre tamamen katılıyorum

Tam da bu noktada, yarım asırdır turizmin içinde bulunan, tarih ve turizm üzerine araştırmalar yapan birisi olarak Orhan Beşikçi’nin ifadelerinin tamamına katıldığımı söylemek isterim. Önemli mekanlara, semtlere, yaşanmışlıklara saygı duyulmalı, sahip çıkılmalı ve gelecek nesillere mutlaka aktarılmalıdır.

Başkaları şehir, semt ve mekanlarını nasıl koruyor.

Buradan Bamberg’e geçmek istiyorum. Bamberg, Almanya’nın güneyinde Bavyera Eyaleti’nde bir kenttir. Regnitz Irmağı kıyısındadır. MS 902 yılında küçük bir kasaba olarak kurulan kent, 1007 yılında II. Henry tarafından Piskoposluk merkezi durumuna getirildi. 1802’de Bavyera topraklarına katılana kadar, din devletinin yönetim merkezi olarak kaldı. 1817’de Başpiskoposluk konumu kazandı. Bu dönemlerde yapılan tüm yapılar koruma yasa ve teknikleri ile kentin orta çağını ayna gibi yansıtmaktadır. Bamberg bugün iki bölümden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi, eski kenti çevreleyen modern kenttir. Diğeri ise modern kentin tam ortasında kalan 1200 yıllık ortaçağ mimari ve yaşamını en canlı şekilde bugüne taşıyan eski Bamberg’tir. Eski Bamberg’in içerisinde 1392 yılında yapılmış, kapı numarası 2002 olan (bugünkü kapı numarası 4) ve geçirdiği evrelerden sonra bugün otelcilik hizmeti veren 720 yıllık binadan biraz bahsetmek istiyorum. Bugün barok tarzındaki tarihi binada modern ve çağdaş otelcilik hizmeti verilen yapı; 1520 yılında güçlendirilmiştir. 1740 yılında da iç kısımlarda önemli tadilatlardan sonra dış cephe de barok tarzıyla yenilenmiştir. 1975 yılına gelindiğinde bina Bosch ailesinin mülkiyetine geçmiştir. Bosch ailesi Ortaçağın göstergesi olan bu binada, 1977 yılından beri, anıtlar kurulunun izniyle birbirinden güzel ve her türlü ihtiyaca cevap veren donanıma sahip 19 oda ve 14. yüzyılın mimarisinin izlerini taşıyan kahvaltı salonu ile dünyanın her yerinden gelen konuklarına otelcilik hizmeti vermektedir. Kısaca koruma bu şekilde yapılarak her şey kendi orijinalliğinde gelecek nesillere aktarılıyor. Bugün Bamberg küçük bir kasaba olmasına rağmen Avrupa’da en çok turist çeken tarihi şehirlerin başında gelmektedir.

Sevgili okurlarım

Şimdi sizlerle bu iki örnekten çıkışla, kafamı karıştıran ve cevabını bulamadığım soruları paylaşmak istiyorum. Başka ülke insanları yaklaşık 720 yıllık binada bugün çağdaş otelcilik hizmeti verirken, aynı zamanda tarihi yaşatırken, bizlerde 120 yıl öncesinin mimarisiyle yapılmış tarihi değeri olan bir oteli yıkılmak üzere kendi kaderine terk ediyoruz.

Bunun sebebi acaba nedir?

Şehir planları yapılırken eski dokuyu gözardı eden imar planları mıdır, vizyonsuzluk mudur, uzlaşma kültürünün eksikliği midir, kıyakçılık veya oy avcılığı adına kent dokusunun bozulmasına göz yuman zihniyet midir? Uzun vadeli planları becermek kabiliyetinden yoksun olmak mıdır? Adam sendecilik, eğitimsizlik veya gerekli kanunları çıkaramamak mıdır? Bu durumlar toplumsal halimizin ve içinde bulunduğumuz haleti ruhiyemizin yansıması değil midir.

Neden başka toplumlar belli bir dönemin izlerini taşıyan tarihi değeri olan yapıları, semtleri, kentleri gelecek nesillere aktarmak için azami özeni gösterip, bu uğurda hiçbir şeyi esirgemiyorken, biz aynı konuya gerekli özeni gösteremiyoruz. Esasında gerekli olan özeni, herkesten daha çok bizim göstermemiz lazım. Çünkü dokuzdan fazla medeniyet üzerinde yaşanan tek ülke, bizim ülkemizdir. Türkiye’dir.

Kültüre – doğaya – insana – yaşlıya - özürlüye – ve insanoğlunun dışındaki tüm canlılara ve onların yaşamlarına saygı duymak, gelişmişliğin ve millet olmanın en büyük göstergesidir.













Sebahattin Karaca
sebahattinkaraca35@hotmail.com



Okunma: 1476









   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)