ISSN 1308-8483

Osmanlının yalın ayak postacıları
  Yayın Tarihi: 30.11.2014    


Osmanlının yalın ayak postacıları



Erdem ile Yaşar ömürlerinin son gününe kadar doğal değil, doğa üstü yaşadılar. Doğdukları günden öldükleri güne kadar hiç ayakkabı giymediler. Yokluktan değil alışkanlıktan giymediler. Yazın sıcağında, kışın soğuğunda hatta ayazında, fırtınasında hep yalınayaktılar. Arkadaşları, komşuları, mahallenin insanı, tüm kasaba halkı, kış aylarında çorap üstüne çorap, üstüne mest, onun da üstüne bir ayakkabı giyerken, onlar yalın ayak karda kışta kıyamette bir ömür tükettiler. Kış aylarında yollar buz tuttuğunda her iki kardeş altları meşine dönüşmüş çıplak ayakları ile kayak yaparken, ayakkabılı herkesi geride bıraktıkları için, mahallenin çocukları arasından onları kıskananlar bile olurdu. Her ikisi de 50 yaşını doldurmadan analarından nasıl yalınayak doğdularsa, aynı doğallıkta yaşama veda edip gittiler.

Osmanlı posta idaresi üzerine yaptığım bir araştırmada, Avusturya’nın Graz şehrinden elime ulaşan bir resim, bana bir yandan, yıllar öncesinin Erdem ile Yaşar kardeşleri hatırlattı. Diğer taraftan Osmanlıların bir dönemine ışık tuttu. Bu anlamda kendimce, her iki durum arasında bir bağ kurarak araştırmaya devam ettim. Evet Osmanlılar da görevin önemine göre çocukluktan olmak üzere kendilerini özel eğitimle yetiştirmiş, gençleri posta işinde görevlendiriyorlardı.

Bunların başında yalın ayak (bir başka adı ile ivedi) postacılar geliyordu. Yalın ayak postacılar, çocukluktan itibaren çıplak ayakla koşmayı, olabildiğince hızlı olmayı öğreniyorlardı. Bir yandan ayak altlarının meşin gibi (işlenmiş koyun derisi) olmasını, soğuk - sıcak dahil hiçbir şeyden olumsuz etkilenmemeyi sağlıyorlar, diğer yandan bacaklarını, kaslarını, bileklerini, ve gövdelerini güçlendiriyorlar, mukavemetlerini arttırıyor ve her birisi birer Maraton koşucusu gibi oluyordu.

İstanbul’dan Edirne’ye, iki günde yalın ayak.

İstanbul’da saraydan çıkan bir mektup veya ferman yada başka bir şey, yalın ayak posta koşucuları ile iki günde Edirne’ye ulaştırılıyordu. İki şehir arasında, belirli mesafelerde değişim noktaları (istasyon) bulunmaktaydı. Bu istasyonlarda yorulanın yerine zinde olan yola devam ediyordu.

Yalın ayak posta koşucusunun bacaklarına ve kemerlerine küçük küçük çok miktarda çan bağlanırdı. Koşarken çanların çıkardığı seslerden dolayı yaban ve saldırgan hayvanlar yaklaşamazdı. Başındaki fes yağmurdan, feste takılı püsküller ise, sineklerden korurdu. Bir elinde kendisini savunmak için kısa saplı balta taşırken diğer elinde enerjisinin bittiği yerde, dilinin üzerine dökmek üzere, içinde toz şeker olan bir şişe taşırdı.

Osmanlı toprakları büyüdükçe yalın ayak posta koşucuları, görevlerini, uzun mesafelerde kullanılmak üzere özel yetiştirilmiş atlı posta ulaklarına bırakmıştır. Atlı posta ulakları (posta Tatarları). Böylece Osmanlı, atlı posta düzenine geçmiştir.

Haberleşmeye ve postaya çok önem veren Osmanlılar her dönemin ve ihtiyacın durumuna göre çözüm veya çare üretmiştir.

“Tatarın atı gibi koşuyorsun” veya “ Yaya kaldın Tatar ağası “ gibi sözler buradan gelmektedir.



Sebahattin Karaca
sebahattinkaraca35@hotmail.com



Okunma: 1348









   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)