ISSN 1308-8483

ÖKÜZ ARABASI İLE 1000 KİLOMETRE
  Yayın Tarihi: 7.6.2014    


ÖKÜZ ARABASI İLE 1000 KİLOMETRE



Bu yazımda;

Selanik- Kumarlı Köyü’nden öküz arabası ile başlayan ve aylarca süren yolculuktan sonra, Manisa- Kayışlar Köyü’nde son bulan mübadele yolcusu, 87 yaşında ve evlendiği günden beri de Foça’da sakin, huzurlu ve sağlıklı bir hayat sürdüren ailenin en büyüğü ve çok sevileni olan, Uzun, zor, yorucu bir hayata ve yüzündeki derin çizgilere rağmen, neşeli, mutlu ve umut dolu olan Zeynep Gönülcan’ın herkese örnek teşkil edecek hayat hikayesinden bazı bölümlerini aktarmak istiyorum.

30 Ocak 1923 yılında Lozan Antlaşması gereği, Türkiye’de yaşayan Rumlarla, Yunanistan’da yaşayan Türklerin mübadele ile göçleri zorunlu kılınmıştır.

Mübadele yasasına göre:
Halklar kendilerine ait ve doğdukları evleri, toprakları terk etmek zorunda kalmışlardır. Onlardan birisi de Selanik yakınlarındaki Kumarlı köyünde annesiz üç kardeşi ile yaşayan 12 yaşındaki Zeynep kızdır.



EDİRNE KAPISI AÇILDI

Zeynep babasının ormana odun toplamak için gittiği bir günde; köy meydanında “Edirne kapısının mübadillere açıldığını” duyar duymaz, ablasına koşarak durumu haber verir. Ablası henüz daha 12 yaşında olan Zeynep’in ormana giderek babasına haber vermesini ve biran önce babasının gelmesini ister. Anneleri daha önce vefat etmiş olan çocukların ablası bir yandan evdeki eşyaları toplamaya başlar. Diğer yandan hava kararmadan Zeynep’in ormanda babasını bulması için dua eder. Arabaya sığacak ne varsa, baba gelinceye kadar hazırlamaya çalışır. Akşam vakti korkarak ormana giden Zeynep ürkek sesiyle baba! baba! diye seslenerek babasını bulur ve Edirne kapısının açıldığını haber verir. Haberi duyan baba arabaya doldurduğu odunları bırakarak, boş öküz arabasıyla kızını da alarak köye geri döner. Eve geldiklerinde öküz arabasına konulacak hemen hemen her şeyi abla ustalıkla hazırlamıştır. Olabildiğince daha fazla eşyayı sığdırabilmek için yorgan ve döşeklerin içleri dahi boşaltılmış yalnızca kılıflar ve diğer zaruri malzemeler arabaya konulmuştur.

Hava kararmaya başladığında öküz arabasının üzerinde bir baba ve dört kardeşin geriye dönüşü olmayan sancılı ve acılı yolculuğu başlamıştır. O vakte kadar Rumlarla Türklerin beraber yaşadığı Kumarlı köyündeki Rum komşuları, bir baba ve dört kardeşi uğurlarken gözyaşlarına boğulmuşlardır. Özellikle baba ve abla için bu yolculuğun iki anlamı vardır. Bundan böyle doğduğu ve büyüdüğü evlerini ve köylerini bir daha asla göremeyecekler ve bilmedikleri şehirlerde, köylerde kendilerine yurt edineceklerdir.

Birbirlerine sarılarak öküz arabasının üstünde gece gündüz yol giden aile nihayet Edirne kapısına ulaşmıştır. Oraya vardıklarına gördükleri manzara daha da hüzün vericidir. Yüzlerce aile Türkiye’ye giriş için nüfus kağıdı ve yerleşeceği yer için yazı almak üzere sırada beklemektedirler. Sıra Zeynep ve ailesine geldiğinde kendilerine Manisa’nın Kayışlı köyüne yerleşmesi için evrak ile nüfus kağıdı verilmiştir. Bu sırada çocukların seyahat sırasında daha fazla tayin ve ekmek alabilmeleri için yaşları olduğundan yüksek gösterilmiştir. Nüfus kağıtlarını ve yerleşim belgelerini alan ailenin, bu hüzünlü yolculuğun başladığı andan itibarenki ilk mutluluğudur.

UZUN VE ZOR YOLCULUK

Belgelerini ve nüfuslarını alan Zeynep ve ailesi Edirne’den, Tekirdağ’a, Tekirdağ’dan Eceabat’a , Eceabat’tan Manisa Kayışlar Köyü’ne kadar öküz arabası ve aylarca sürecek çetin yolculuğa başlamıştır. Yolculuk Çanakkale dağlarında, zor hava koşullarında geçmiştir. Kimi zaman köylüler buyur etmişlerdir, yardımcı olmuşlardır, kimi zaman yorgunluk susuzluk açlık canlarına tak etmiştir. Hastalıklar da olmuştur. O yıllarda Gripin’den başka ilaç olmadığını 87 yaşına kadar ilaç kullanmadığını, babalarının kendilerine gösterdiği şefkatle tüm zorlukları aştıklarını söylerken duygulanan Zeynep nine ve kardeşlerinin, öküz arabasının sırtında aylarca süren yolculuğu Manisa’nın Kayışlar köyünde geçici olarak son bulmuştur.

Köye geldiklerinde Rumlardan boşalan bir eve, muhtarlık tarafından yerleştirilmişlerdir. Ailenin artık yeni bir köyü yeni bir evi vardır. Her şeyden önce zorunlu göçün zor yolculuğun bitmesinden dolayı hepsi mutludur. Gözleri sevinç yaşları ile doludur. O gece kendilerine dair elde avuçta ne varsa yerlere sererek, dört duvarın arasında keyifli bir gece geçirmişlerdir.



Buraya kadar mübadele yolculuğunu bir çırpıda anlatan Zeynep nineye soruyorum.

S.Karaca: Zeynep nine Kayışlı köyü mübadele yolculuğunun son noktası mıydı ?

Z.Nine: Hayır son noktası değildi, burada babam orakla ekin biçmeye, bizler ise yevmiyeli tarım işçisi olarak tütün, pamuk vs. toplamaya giderdik. Kayışlı’da bir müddet kaldıktan sonra kendi isteğimiz ile amcamın eşi ve onun anne babasının yaşadığı Aydın-Sultanhisar’a göçtük. Bu göç bizim devletten tarla ve toprak alamamamıza yol açtı. Çünkü devletin yerleştirdiği yerde kalmayanlara devlet ’’Kendi imkanlarınla hayatını idame ettiriyorsun düşüncesiyle’’ tarla vermiyormuş. Dolayısıyla Sultanhisar’a göç tarla ve toprak alamamamıza yol açtı. Burada da yine tarım işçisi olarak yaşamaya devam ettik.

S.Karaca: Foça’ya gelişiniz nasıl oldu ?

Z.Nine: Sultanhisar’da birkaç sene kaldıktan sonra, bilemediğim bir sebepten dolayı ailece Foça-Bağarası köyüne göç ettik ve yerleştik burası bizim için mübadelenin son durağı oldu ve ben bu arada 18 yaşına geldiğimde evlenme yoluyla Foça’ya yerleştim.

S.Karaca: Kiminle ve nasıl evlendiniz biraz anlatabilir misiniz?

Z.Nine: Abisi ve diğer kardeşleriyle Erzincan’ın Kemah ilçesinden Foça’ya yerleşen Gönülcan ailesinden Ali ile evlendim. Babam beni at arabasıyla Bağarası’ndan Foça’ya getirdi. Foça’da şu anda taksi durağının yanındaki parkta iki katlı taş bir bina vardı. Bu bina aynı zamanda belediye binasıydı, belediyede nikahımız kıyıldı ve bu vesile ile Foça’ya yerleştim. 70 yıldır Foça’da yaşıyorum.

S.Karaca: Eşinizden ve o zaman ki Foça’dan biraz bahseder misiniz?

Z.Nine: Eşim Ali Gönülcan; çok çalışkan bir insandı. Bir yandan hayvancılık yapar diğer yandan ticaretle uğraşırdı. İnsanları çok sever herkesin yardımına koşardı. Maalesef onu kayıp etmemin üzerinden 10 yıldan fazla zaman geçti. Ben de kendisine hayvancılık yaparken yardımcı olurdum. Kolay günler değildi yoksulluk fukaralık tüm Türkiye’de olduğu gibi Foça’da da hüküm sürüyordu. Öyle ki tarlaya ekilen tohum tanelerini toplayarak karınlarını doyuranlar vardı. Yoksullukla mücadele etmek için çok çalışmak gerekiyordu. Güzel komşuluklar vardı. Gündüz çalışırdık, sokak aydınlatması yoktu, geceleri fenerlerle aileler birbirine ziyarete giderlerdi.

S.Karaca: Kaç çocuğunuz oldu?

Z.Nine: Yiğit, Ahmet, Fırat adında üç oğlum, Ayten adında bir kızım oldu. Benim okuma imkanım olmadı. Hep göçer idik. Bu günkü gibi her yerleşim noktasında okul ve öğretmen de yoktu. Ama çocuklarımızı şükür okutabildik.

S.Karaca: Son olarak şunu sormak istiyorum. Bunca yaşanmışlığın ardından gençlere ve zamane insanına söyleyebileceğiniz bir şeyler var mı?

Z.Nine: Elbette var. Her şeye rağmen vatanını - milletini sevmelerini, çalışkan olmalarını, İyi aile olup iyi nesiller yetiştirmelerini, hem isterim, hem de dua ederim.

Zeynep Nine’ye bu güzel söyleşiden dolayı teşekkür ederim.

Sevgili okurlar bir başka yazıda bir başka örnek yaşam hikayesinde buluşmak dileğiyle.




Sebahattin Karaca
sebahattinkaraca35@hotmail.com



Okunma: 2380









   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)