ISSN 1308-8483
   ISSN 1308-8483
GİRİŞ GELİŞME VE SONUÇ / Şevki AKYAR

   .:: Serbest Kürsü



  Yayın Tarihi: 3.6.2011    

GİRİŞ GELİŞME VE SONUÇ / Şevki AKYAR



İnsanlar üçe ayrılırlar. Farkında olmayanlar, olanlar ve farkındalık yaratmaya çalışanlar. Ben çok kısa süre içerisinde bunun üçünü de yaşadım.

Kooperatif başkanımız bana telefon etti. Slow Food muymuş neymiş? Ne olduğunu bilmediği bir yerden, birileri onu aramış. Dediğine göre Genova'da tatile gidilecekmiş. Bana gider miyim diye sordu. Ben de çok işim olduğunu söyleyip, geçiştirmek için "Sen neden gitmiyorsun?" dedim. O da bana "Oğlum ben Türkçe'den başka bir dil bilmiyorum ki. Sen hiç olmazsa bir şeyler anlarsın da paylaşırız döndüğünde," dedi. Hayrola neyi paylaşacağız dedim. O da bana Foça Slow Food-Zeytindalı Convivium lideri Gül Girişmen Hanım ile konuşmam gerektiğini söyledi. Aradım buldum kendisini. Konuştuk, tanıştık, içimden ne gereksiz şeyler bunlar demedim desem yalan olur, bu kadar işin arasında. Gül Hanım Slow Food hakkında konuya o kadar hakim ki, konuşurken işin özünü bana hissettirdi olsa gerek, birden karnım acıktı. Ama neye? Uzun zamandır önemini hissetmeden, düşünmeden atıştırdığımız abur cubura değil, doğanın bize cömertçe verdiği en güzel, en saf ve kimyasal bulaşmamış ota, balığa, meyveye, sebzeye acıktığımı hissetim.

Bilgisayarımın başına oturdum ve Slow Food hakkında çok detaylı bir araştırma yaptım. Carlo Petrini' nin 86' da ne kadar zor ama bir o kadar da insancıl bir amaçla bu işe başladığını saygıyla izledim. İkinci bölüme gelmiştim. Artık sıra Genova tatilini; farkındalığı pekiştirme, bilmediklerimi öğrenme, bildiklerimi başkalarıyla paylaşma, ve İstanbul' dan birlikte yola çıkacağımız Lüfer Koruma Timi adlı aktivistlerle misyona gitme, şeklinde değiştirdim zihnimde.


Atatürk Hava Limanı' ndayım. Sabah saat 6. Uçuş işlemlerini yapmak için bekliyorum ve diğer iki aktivisti hiç tanımıyorum. Önümden elinde zor taşıdığı üç çantasıyla bir genç kız geçti koşar adımlarla. Önce aldırmadım sonra ise aynı genç kızı iki kez daha gördüm, sanki birçok şeyden daha önemli bir göreve gidecekmiş telaşındaydı. İçimden kesin birinci aktivist bu dedim. (Bunu tanışmamızdan sonra kendisine hiç söylemedim.)

Bingo ! Telefonum çalıyor, arayan Ayşenur Hanım, ve tam karşımda. Yanında da güneşten kapkara olmuş teni, sanıyorum doğa için yaptığı mücadelelerden kalmış yorgun bakışlarıyla Müfit Bey. Sonra Nilhan Hanım da bize katılıyor. Tanışıyoruz ve yola çıkıyoruz.



Milano, Genova derken Fiera di Genova. Biriçim ve Carmelo çok tatlı iki genç karşıladı bizi. Daha elimizdeki valizleri otele bırakmadan, posterleri, dövizleri ve bayrakları asmaya başladık. Üç katlı büyük bir fuar binası, ilk katta tadım ve küçük küçük tanıtımlar, hediyelik eşya satışları, ikinci katta çok geniş bir alanda her türlü deniz ürünü tanıtım, satış ve tadımı yapılıyor. En üst katta da özel toplantı ve konferanslar veriliyor. Elimizden geldiği kadar çabuk, hiçbir şeyi kaçırmadan tanıtım yapıyoruz, tadıma katılıyoruz, birebir konuşmalarla, veriyoruz alıyoruz.



Slovenyalı balık çiftliği üreticisinin ürettiği levrek ve çipuraları 3 değişik teknikle pişirilmiş halde tadıyoruz, ve yanında uygun şaraplar. Verilen bilgiye göre, çiftlikte üretilen balıklara

diğer ülkelerdeki teknikte olduğu gibi ne canlı ne ölü balık, ne de suni yem veriliyor. El ile yemleme tekniğiyle otçul besinlerle beslenen levrek daha az yağ tuttuğu için kesinlikle daha sağlıklı olduğunu tahmin ediyorum. Yedikten sonra normalde balık yendiğinde aşırı yağın bıraktığı koku ve ağırlık hissedilmiyor, ben beğendim.

İkinci kata çıkıyoruz ve hemen hemen tüm ürünleri inceleyip, birçoğunu tadıyoruz. Kendimi o kadar kaptırmışım ki neredeyse başkasına istiridye kalmayacaktı. Diğer balıkçılarla konuşuyorum. Derken Ayşenur Hanım karşımda "Hala doymadınız mı? Gelin biraz aktivistlik yapalım," diyerek bizi aşağıya götürüyor. Hava kararıncaya kadar lüferi, çinekopu, yaprağı ve İstabul'u neredeyse alt katta duymayan kalmıyor.

İkinci gün. Sabahtan boş vaktimiz varmış, Müfit Bey ile Genova kaçamağı yapıyoruz. Balıkçı limanını bulup, balıkçılarla çok zor şartlarda konuşmaya çalışıyorum. Sailor'dan başka İngilizce bildikleri tek bir sözcük yok. Canım çıkıyor. Amacım özellikle trolcülerle konuşup hangi tekniği kullanıyorlar? Tuttukları balık türleri neler? Öğrenmeye çalışıyorum.. Benim kendi geliştirdiğim selektif trol ağının dizaynını çizip onlara verdim. Nasıl yapacaklarını tarif ettim ve çok gurur duydum. Niye biliyor musunuz? Onlara seçiciliğin önemini anlatan AB dışındaki bir devletten gelen bir kişi olmaktan. Sürdürülebilir balıkçılığın gerekli şartlarından birisi de kesinlikle seçici avcılıktır.

Müfit Bey ile fuar alanına dönüyoruz ve limanda balıktan yeni gelmiş bir balıkçı teknesi, taptaze balıklar, bizim kanto dediğimiz açık arttırma usulü satış yapılıyor. Bu zannediyorum ki dünyanın her yerinde aynı. Satıcı çok cazgır. Herkese sataşıp balıkları en yüksek fiyata satmaya çabalıyor. İlginç olan bizim ülkemizde çok ucuz olan bazı türler burada pahalı, bizde pahalı olan türler ucuz. Örneğin küçük adabeyi, trigonya, sigara balığı, ganos 20-25 € iken orta tekir 8-12 € . Hatta satıcı, bayana yanlışlıkla içine karışmış kıymetli balık diye gösterdiğim iri tekiri "Pardon, pardon bu fiyatı düşürür" diyerek, küçük sigara balıklarının içerisinden özür dileyerek geri aldı. Bizde tutulması yıl boyu yasak olan mis ahtapotun ( mosko, kilosu Türkiye'de 1 tl ) önünde İtalyanlar'ın almak için kuyruğa girdiklerini gördüm. Dayanamayıp nasıl pişirdiklerini sordum. Bir saat suda kaynatıp, dilimleyip, zeytinyağı ve limonla salata yaptıklarını ve beyaz şarabın yanında harika olduğunu söylediler. ( Eh artık mosko ahtapotun piyasasını da arttırmışımdır herhalde. )

Üçüncü gün Biriçim ve Carmelo yine bizi fuar alanında karşılıyorlar ve görev devam ediyor. Bugün Michele Rumiz ile tanışıyorum. İzmir Foça'dan yanıma verdikleri doğal zeytinyağı, sabun ve Volkan Sucukçu Bey'in ciddi ve özverili bir çalışmayla bize yeniden kazandırdığı Foça Karası şarabını kendisine veriyorum. Şarabın hikayesi ve Foça'nın güzelliği çok ilgisini çekti olsa gerek Foça'ya geleceğine dair bana söz veriyor. Ardından bir toplantıya katılıyoruz, Ayşenur Hanım konuşmacı. Şilili bir kafes balıkçısı, büyük balık şirketlerinin kendi av sahalarını parselleyip çok yüksek fiyatlara kiraladıkları için kendilerinin bu sahalardan yararlanamadıklarından şikayetçi. Başka bir istiridye üreticisi regülasyonların ağırlığından şikayetçi. Balık kooperatifleri sözcüsü, bağımsız olamamanın kendi regülasyonlarını kendilerinin yapamadıklarından şikayetçi. Aynı zamanda balıkçının, denizin temizlenmesi konusunda çok önemli aktörlerden birisi olduğunu rakamlarla paylaşıyor, ve Ayşenur Hanım. Zannediyorum konuşmasıyla dinleyicilerin çok dikkatini çektiği için olsa gerek herkes pür dikkat onu dinliyor. Lüferin İstanbullu için sadece bir balık olmayıp, kültürün bir parçası olduğunu tiyatrel anlatımla çok iyi bir şekilde vurguladı. Korunması ve bilinçli avlanılmasıyla daha sonraki nesillerin de bu harika balığı tatmaları gerektiğini, gerek bilimsel araştırmalarla gerekse verdiği tecrübelerle kanıtlanmış örneklerle lüferin neslini devam ettirebilmesi için avlanılacak boyun kesinlikle 24 cm nin altında olmamasını dinleyicilere kanıtladı.

Ben de rezerve alanlarını korumakla görevli askeri temsilciye görevlerinde hangi yöntemi kullandıklarını, işe yarayıp yaramadığını ve trol balık ağlarındaki torba göz açıklığının minimum kaç cm olması gerektiğini sordum. Rakam sürpriz idi çünkü bizde 44, onlarda 40 milimetre imiş. Toplantı sona erdi, biz yine oradaki balıkçılarla sohbetimize devam ettik. Ve akşam herkes otele döndüğünde Moritanya'dan gelmiş olan üç bayan delegeyle Afrika'daki balıkçılık sorunlarıyla ilgili uzun uzun konuştuk. Çok zor durumdalar. Ülkelerindeki balıkçılar, kıyılara hapsolmuşlar, açıklarda büyük balıkçı filoları tuttukları balığı karaya çıkarmadan direk Avrupa'ya gönderdiklerinden ve kıyıları besleyen açık resif kenarlarındaki iri anaç balıkların hızla azalması sebebiyle kıyı balıkçılığının tükenmeye yüz tuttuğu için kahrolduklarını ve hiçbir şey yapamadıklarını anlattılar. O an aklıma AB' nin Slow Fish alanındaki standında gördüğüm son çalışmaları anlatan JRC Reference Report' ta okuduğum illegal avlanmanın durdurulmasıyla ilgili bölüm geldi. Adamlar yöresel balıkların DNA kodlarını çözmüşler ve Dünya'nın herhangi bir yerinde çalınan balığın orjininin bulunmasını kolay hale getirmişler. Eğer bu çalışırsa, zeki olduğunu sanan gelişmemiş zekalı gelişmiş ülke pançovillaları avuçlarını yalayacaklar.

Sürdürülebilir balıkçılığı nasıl sağlayacağımız çok açık. Önce balıkçı farkında olacak, balığın da varlığının, çoğalmayla ve çoğalmasına fırsat vermekle olduğunu anlamazsa eğer, o tuttuğu bebek balıkları satın almayacak tüketici. Almayacak ki o düşüncede balıkçının da çoğalmasına fırsat vermeyecek.

Nice farkındalık için uğraşanlara selam olsun!

Şevki Akyar








Okunma: 1813
Okunma: 1813












Booking.com


   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)