ISSN 1308-8483
WİNTERBERG WİNTERBERG / Sebahattin Karaca
  Yayın Tarihi: 15.9.2018    


WİNTERBERG WİNTERBERG



Batıda ilk göz ağrısı

Tren, istasyona yaklaşırken gün ağarıyor, alacakaranlık yerini nazlı nazlı aydınlığa bırakıyordu. 70’ın Mart ayıydı. Wiesbaden’den gece yarısı bindiğimiz tren, Frankfurt üzerinden aktarmalı olarak sabaha doğru Winterberg garına girmek üzereydi, yol boyu ara istasyonlarda dize kadar kar gördüğümüz oluyordu. Oluyordu olmasına ama asıl karı Winterberg’de gördük. Pencereden dışarı baktığımızda insan boyu kar şaşırtmıştı bizi. Buz gibi bir hava vardı. Bizim giysilerimiz biraz yazlığa çalıyordu. Diğer yolcular bize göre bayağı bir sıkı giyinmişlerdi. Şükür serde gençlik ve delikanlılık vardı. Aksi taktirde bu soğukta dişlerimiz ya kilitlenir yada şakırdardı.

Trenden indik. Tahsin isminde, İstanbul Otelcilik Okulu’ndan bir stajyer öğrenci, beni ve yanımdaki sınıf arkadaşım Fevzi Tiftik’i karşıladı. İstasyondan dışarı çıktık. Bir taksi bizi bekliyordu. İyi ki de bekliyordu. Aksi durumda biz taksi bekleseydik üzerimizdeki ince kıyafetlerle herhalde donardık. Biz de Tahsin gibi stajyer öğrenciydik. Ankara Otelcilik Okulu’ndan, Hotel Kurhaus Winterberg’e staja gelmiştik. Çok geçmeden otele ulaştık. Burada staj süresinde otelcilik bilgilerimizi geliştirecektik. Daha da önemlisi bir yıl içinde Almancayı ana dilimiz kadar iyi öğrenmek zorundaydık. Çünkü bir yıl sonra Ankara’ya döndüğümüzde okul bitirme sınavları Almanca dili üzerinden yapılacaktı. Yani okulu bitirebilmek ve diplomayı alabilmek için Almancayı çok iyi öğrenmekten başka bir seçeneğimiz yoktu.



Kurhaus Winterberg

2. Dünya Savaşı’nda yaralıların tedavi edildiği hastane olarak kullanılan otelde 220 yatak bulunmaktaydı. O dönemin de en iyi teknik donanımına sahipti ve çok moderndi. Kış sporları ve yarışmalarının yapıldığı pistlere çok yakındı. Şehir merkezine yürüme yolu ile 10-15 dakika mesafedeydi. Otele varışımızdan bir gün sonra işbaşı yaptık. Okulda Fransızca ve İngilizce öğrenmiştik. Almancayı hiç bilmiyorduk. Bir hafta önce 5-6 gün Wiesbaden’de Josef Baum Haus’da dil kursu verdiler, paraları öğrettiler, ardından haydi bakalım asıl her şeyi staj yerlerinde öğreneceksiniz diye, Almanya’ya ayak bastıktan bir hafta sonra işbaşı yaptırdılar. Bu arada İstanbul Otelcilik Okulu’ndan Muammer ve Fikret adında iki öğrenci daha, staj için geldiler. Kısa sürede tanıştık, kaynaştık. 15 günde memleket, aile, anne, baba, kardeşler burnumuzda tütmeye başlamıştı. Buraya ayak bastığımız günden beri kar hiç durmadı. Hep yağdı. Otelden bir kilometre uzakta personel evinde kalıyorduk. Bir keresinde kar ve tipi yüzünden yolumuzu kaybettik. İşe geç gittik. Bu olayın ardından işletme müdürü bize personel evinden otele giden yeraltı yolunu gösterdi. Işıklı geniş ve temiz bir geçitti. Yinede geçerken ürperiyorduk. 2. Dünya Savaşı sırasında karargah olarak kullanılan iki bina arasındaki bu geçitten kim bilir kimler ve hangi koşullarda gelip geçti. Düşüncesi bile ürpertiyordu.



Bir hafta sonra şehirde keşif turu

Bir hafta sonra hem tünelden hem otelden dışarı çıktım. Yanımda bir başka iş arkadaşım vardı. Bu defa sıkı giyinmiştik. Kimi yerde tuz, kimi yerde kum serpili olan yolda, yürümek pek de keyifliydi. Bir dörtyol ağzına geldik. Burası şehrin merkezi olsa gerek. İlk gün taksi ile geçerken Tahsin de aynı şeyleri söylemişti. Oteller, restoranlar, kafeler, dükkanlar özellikle pastacılar ne ararsan sanki en alası buradaydı. İçimden işte turistik yer böyle olsa gerek dedim. Etrafta turist kaynıyordu. Hemen hemen hepsi kayak yapmak için gelmişti sanki. Çoluk, çocuk, genç, ihtiyar herkesin omzunda bir çift kayak vardı. Sağa sola koşuşturuyorlardı. Bizde Uludağ’da olduğu gibiydi. Ancak Uludağ’da mevsim kısa. Öğrendiğimize göre burada kış mevsimi yazdan daha uzun sürüyormuş. Gördüğümüz her şey hoşumuza gidiyordu. Yeni bir Dünya’ya merhaba der gibiydik. Sevinçliydik, burada olmaktan, çalışmaktan, dil öğrenmekten kendimizi şanslı hissediyorduk. Mekanları, dükkanları, kafeleri, vitrinleri tek tek inceliyor memleketle mukayese ediyorduk. Gezmekten yorulduk. Güzel bir kafede pasta yiyelim kahve içelim diye Cafe’ İtaliano’ya girdik. Keyifli bir mekandı. Biraz dinlendikten ve ısındıktan sonra, mutluluktan sarhoş gibi dolaşa dolaşa kar yığınlarının arasında kaybolmadan otelimize döndük.

Hiçbirimiz kış sporlarından ne yazık ki anlamıyorduk. Kışımız, çalışmakla izin günlerimizde spor yapanları izlemekle, ara sıra sinemaya gitmekle geçiyordu. Hafta sonları toplanıp diskoya gittiğimiz de oluyordu. Almanca öğrenmek için otelde çalışmanın çok faydasını görüyorduk. Türkler olarak kendi aramızda da Almanca konuşmaya özen gösteriyorduk. Başta garip geliyordu sonra eğlenceli olmaya başladı.



Sürücü kursu

Almancamın gelişmesine faydalı olacağına inandığımdan, boş vakitlerimi daha iyi değerlendirmek istediğimden sürücü kursuna yazıldım. “Yılan deliğine sığmayınca kuyruğuna çalı bağlar” misali öğrendiğim azıcık Almanca ile kursa yazıldım. Bir anda 20-25 her yaştan Alman’ın arasında sınıfta yerimi aldım. Kısa sürede ben onlara onlar bana alıştı. Hatta ilerleyen zamanda bazıları ile çok da güzel dostluklarım oldu. Hem okulda hem de pratik araç sürüşleri esnasında keyif alıyor başardıkça mutlu oluyordum. O ara Almanya’nın kuzeyinde deniz kenarında bulunan juist- Norderney’da stajlarını bitiren Nalan ile Sevgi de Winterberg’e bizim çalıştığımız otele geldiler. Bir süre sonra Nalan’la başlayan arkadaşlık ilerledi. Çok iyi anlaşıyorduk... ve bir gün arkadaşlığımızı nişan yüzüğü ile taçlandırdık. Sürücü kursuna işten artan vakitlerimde devam ediyordum. Birkaç ay sonra 7 aralık 1970 tarihinde ehliyetlerini alanların arasında, kutlama yapanların yanında yerimi aldım. Bir kafede kutlama yaptık. Ardından arkadaşlarımdan ayrıldım, sevinçle otele döndüm. Akşam otelde de biz Türkler kendi aramızda küçük bir kutlama yaptık. Muammer; “Şimdi sıra geldi araba almaya” dedi. Ben de “para suyunu çekti” dedim. ”O zaman hep birlikte alırız” dedi. Öyle de oldu. Ertesi gün kendi aramızda 1.000.- Mark topladık. Ortak kasa yaptık. (O zaman Almanya’da Mark vardı Euro yoktu) Bir Opel Kadet aldık. O günden sonra hepimizin hayatı biraz daha renklendi. Ortak olan boş zamanlarımızda gerek Winterberg’ın çevresinde, gerek, çevre kasabalarda gezip dolaşıyor başka başka yerler keşfediyorduk. Yaşadıklarımız hatırlara ve anılara dönüşüyordu.



Yaz geldi güzellik ortaya çıktı

Mayıs aylarının sonlarına doğru kar yağışı azaldı. Akabinde karlar yavaş yavaş erimeye başladı. Havalar serin geçtiği için erime bizim ülkemizde olduğu gibi 3-5 günde biteceğe benzemiyor. Karların erimesi yaklaşık 20 gün sürdü. Ardından yanı başımızdaki olimpik havuz ortaya çıktı. Üç tramplen ile çok güzel ve çekici görünüyordu. Havuzu görünce oyuncağını bulmuş çocuklar gibi sevindik. Arkadaşlarla aramızda havalar ısınınca burada sıkça yüzeriz diye şakalaştık. Aramızda hiçbirimiz maalesef ne kayaktan, ne atlama pistinden (Sprungschanze), yarış kızağından (Bobbahn) veya daha başka kış sporlarından bir haberdik. Oysa burası her türlü kış sporları için mükemmeldi. Winterberg yaz aylarında da çok güzeldi. Sokaklar caddeler pırıl pırıldı. Özellikle herkesin buluştuğu ortak alanlar ve merkez meydanı o kadar güzel düzenlenmişti ki akşamları hem kent sakinleri ve hem de tatilcileri bir arada güzel vakit geçiriyorlardı. Sıkça büyük bir orkestra açık hava konseri veriyor, her türlü klasik müzik çalıyordu. Işıklandırmalar, parklar, bahçeler cömertçe güzellikler saçıyordu.

Evet havalar iyice ısındı. İşten artan zamanlarımızda veya izinli olduğumuz günlerde orman içindeki patika yollardan yürümek, yüzmek, araba ile sağa sola daha kolay gidebilmek güzeldi. Nadir olsa da Cumartesi günleri bazen yakın, bazen de civar köylerdeki diskoteklere gidiyor ve eğleniyorduk.

Hayat yaşayabildikten sonra her yerde ve her yaşta güzel oluyor.

Teşekkürler Winterberg, genç yaşta bize bu tecrübeleri ve bu güzellikleri yaşattığın için.
















Sebahattin Karaca

sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com

2064











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)