ISSN 1308-8483
TÜRKİYE’DE OTEL AÇMAK, OTELCİ OLMAK ZOR ZANAATTIR / Sebahattin Karaca
  Yayın Tarihi: 5.5.2018    


TÜRKİYE’DE OTEL AÇMAK, OTELCİ OLMAK ZOR ZANAATTIR



60’lı yılların ortalarında Ankara’da, o zamanın ilk ve tek Otelcilik Okulu olan “Turizm ve Otelcilik Meslek Lisesine kaydımı yaptırdım. Türkiye’de turizmin T’sinin temelinin atıldığı yıllardı. Ders yılının ilk haftasıydı. Hangi hoca olduğunu, itiraf ediyorum şu an hatırlayamıyorum. Hoca anlatıyordu. “Otel inşa edilmesi öncesinde, yerinin iyi tespiti, otelin bizzatî yapılması kadar önemlidir. Hatta yanlış bir yere oteli yaparsanız, o otelden başarı elde etmeniz zorlaşır. Bir otel için merkezi yerde olması, ulaşılabilirliği bakımından kolay erişilir, gürültüsüz ayrıca manzara imkanına sahip olması çok önemlidir. Aksi taktirde kendi kendinize en başından itibaren işletmeciliği zora sokmuş olursunuz” diyor ve devam ediyordu. Çok doğru söylediğini, söylediklerinin ne kadar mühim olduğunu, sonraki yıllarda, mesleğin içine iyice girdikçe, mesleki olarak kendimi geliştirdikçe, daha iyi anladım.

Hocamız güzel anlatmasına rağmen, Türkiye gerçekliğinde müşteri memnuniyetini sağlama konularını da bir hayli eksik bırakmıştı.

Turizm, belediye hizmetleri ile doğrudan ilgili sektördür.

1981 yılında, Ege’nin güzel bir sahil kasabasında, eşimle birlikte otel açtık. Otel, kentin merkezinde, doğru yerde, doğru köşede, ulaşılabilirliği kolay, üstelik de deniz manzaralıydı. Hocanın anlatmadığı, öğretmediği bir yığın gerçeği de, bundan sonra öğrenmeye başladık. Kurdeleyi kestikten üç gün sonra fosseptik doldu. Hemen belediyeyi aradık. Durumu ilettik.

"Sıraya aldık. En kısa zamanda gelir, müşterilerinize söyleyin suyu fazla kullanmasınlar” dediler. Kulaklarıma inanamadım. Duyduklarımız bizi şaşkına çevirdi. “Suyu az kullanın veya banyo yapmayın” diye bir şey müşteriye söylenir mi? Başladık beklemeye. Basit bir vidanjör bizim için “kurtarıcı” oldu çıktı. Gözümüz bir vidanjörde, bir fosseptik de, ping pong topu gibi gidip geliyordu. Gün bitti, gece bitti, ertesi gün vidanjör tam kahvaltı sırasında geldi. Bu defa koku yayılmasın diye fosseptiği çektirmek istemiyoruz. Ama çaresiziz. Fosseptikten taşan su maalesef, o dönemde, önümüzdeki denize gidiyor. Bu daha da vahim bir konu. Kahvaltı yapan misafirlerimizin tamamından özür üstüne özür dileyerek fosseptiği boşalttırdık. Hemen aynı gün başkanlığa çıkıp durumu anlattık. Başkan; başka hiçbir seçeneğin olmadığını söyleyerek bizi teselli etmeye çalıştı. Ancak bu böyle gidemezdi. En kısa sürede vidanjör aldık. Şoför tuttuk. Çareyi kendimiz bulmak zorunda kaldık.

Şükür sorunu çözdük derken, aynı haftanın sonunda yani Cumartesi günü otel yine doluyken, akşamüstü yağmur yağdı. Şehir elektrikleri bir gitti, pir gitti. Bir türlü gelmek bilmiyor. Meğer hatlar o kadar eskiymiş ki, tellere kuş bile konsa elektrik gidermiş. Daha vidanjör şokunu atlatamadan elektrik sorununun içinde bulduk kendimizi. Ha babam, de babam bir, iki hafta içinde otele jeneratör elektrik hattı döşettik. Jeneratör aldık. Başta jeneratör sesinden komşuların bazıları şikâyetçi olsalar da, zamanla biz kendilerine işin vahametini anlattıktan sonra müspet karşıladılar.

Sularda da sıkça kesinti yapıldığı durumunu inşaatı yaparken öğrendiğimizden, otelin bünyesinde sızdırmasız, büyükçe bir su deposu yaptırmış, yanı başına hidrofor montaj ettirmiştik. Çünkü şehir suları da, ya arıza nedeni ile ya da elektrik kesilmesinin ardından gidiyordu. Su kuyularında elektrik olmadığından su verilemiyordu.

Forsu bitiren teknik

O zamanlar telefon da çok önemliydi. PTT’den telefon zor bulunurdu. İlanla satılık telefon hattı bulunur-alınır-satılırdı. Biz de bir tanıdığın iki telefonundan birisini dolgun ücret karşılığında devrini alırdık. Sorunu böyle çözecektik. Ancak telefon manueldi. Santral memuru ile iyi hatta çok iyi geçinmek gerekirdi. Düşünün, telefonla rezervasyon yaptıracak müşteri:

- “Alo bana şu oteli bağlar mısınız?”
- “Valla o otel cevap vermiyor size şu oteli bağlayım mı?”

Sizin anlayacağınız, her şey santralcinin iki dudağı arasında sıkışır kalırdı bu defa. “Allah’ım ne yapalım da, buna da bir çözüm bulabilelim” diyorduk. Bulamadık. Buna çözüm bulamadık. Ama 80’li yılların sonunda şükür manuel ve fişli telefon santrallerinin yerini dijital santraller alınca bu sorun kendiliğinden çözüldü. Hatta cep telefonları yaygınlaşınca onların da önemi azaldı.

Daha çözüm bulacağımız daha nelerin olabileceğini, ilerleyen yıllar bize gösterecekti. İlk yılda okulda öğretilmeyen neler varsa, bir bir öğreniyor, onları da tecrübeden kazanç olarak haneye yazıyorduk.

Aradan yıllar geçti. Yeni yeni işletmeler açıldı. Aralarında disco-bar gibi müzikli mekanlar da vardı. Hatır gönül ilişkisi işte, olur olmaz çok yere canlı müzik ruhsatı verdiler. Özellikle bar ve diskolardan gelen volümü yüksek müzik sesi ve gürültüden, sabahın dörtlerine kadar uyuyamayan müşterilerimizin haklı şikayetleri karşısında çözüm üretmek için, nereye başvurursak vuralım, çaresiz kalıyorduk. Ne yasaların, ne yöneticilerin gücü bunlara yetemiyordu. Rahat ve huzur içinde uyumalarını sağlamak için parasını aldığımız konuklarımızın, her sabah resepsiyonda aynı konuyu dile getirmeleri karşısında, boyun büküp haklısınız demekten yerin dibine giriyorduk. Türk misafirlerimize durumu anlatmak biraz daha kolay oluyordu. Onların çoğu bu durumun ülkenin her yerinde yaşandığını bildikleri için, hoş karşılamasalar da, bize “haklısınız bu bir ülke gerçeğidir” diyerek, kimi zaman bizi bile teselli ediyorlardı. Ama yabancı konuklar “bu ne çılgınlık, bu ne büyük yanlış, insan sağlığını doğrudan bozan bu ses, bu gürültüye hangi yönetici, hangi idareci göz yumabilir. Buna nasıl müsaade edebilirler” diye söze bir başlıyorlar ve öyle devam ediyorlardı. Bu duruma biz kendimiz bir çözüm bulmalıydık. Bu güzel ilçeye otel açmak bizim tercihimizdi. Ceremesine katlanacaktık, başka çare yoktu. Sonuç olarak, odaların tüm pencerelerini söktürdük. Onun yerine ses geçirmesin diye, üç camlı, iki aralıklı pencereler yaptırdık. Sorunu böylece bir nebze çözebildik.

Turizm barışı, huzuru, güvenliği ve güzelliği sever

Bu defa boykot ve grevlerin oda satışlarını zaman zaman durma noktasına getirdiğini gördük. Hele hele ülkemizde istikrar bozan terör olayları olduğunda veya komşularla dalaşa girildiğinde, onun da ötesinde iki komşu ülke birbiriyle savaşsa bile, olan Türk turizmine oluyordu. Kaç defa bunun acısını çektiğimizi sayamadık bile. Her defasında ekonomik olarak yeniden ayağa kalkmak için çok büyük fedakarlıklar yaptık.

“Turizm barışı, huzuru, güvenliği ve güzelliği sever”. Bu ortamın bozulmasından, en fazla da sektöre yatırım yapan otelciler olumsuz etkileniyor. Böyle zamanlardan biz de sıkça payımızı aldık. Bazen bunalıma bile girdiğimiz oldu. Ama işimizi mesleğimizi sevdiğimizden kahrına katlanıp yola devam ettik.

Son zamanlarda da İnternet baş belası oldu. Her ne kadar özelleşmiş olsa da oryantal düşüncenin ürünü işte, birkaç saat internetin kesilebiliyor olabileceğini bize öğrettiler. İşin kötü tarafı ona hiçbir alternatif bulamıyor olmamızdır. Müşteri “internet yok” dediğinde, her defasında ülkemizdeki kurum anlayışını şaşkınlıkla izliyoruz. Arayıp sorduğumuzda, “arıza var” cevabını şak diye yapıştırıyorlar.

Tatlı dilli, güler yüzlü, temiz, titiz, diksiyonu iyi, dakik, disiplinli, çalışkan ve dürüst eleman bulmak başta kolay olmadı. Ancak uzun vadeli düşündüğümüzde işbaşı yaptırdığımız pek çok elemana haftada bir eğitim imkanı sağlayarak, kendilerini geliştirme fırsatı yarattık. Böylece hem verimliliği sağlayabildik, hem de başarılı olmak için gereken şartlardan bir tanesini daha halletmiş olduk.

İçi bizi, dışı başkasını

Okul sonrası, öğrendiklerimizden dolayı nerdeyse hemen hemen her gün bir bedel ödüyorduk. Türkiye’de otel işletmenin önünde duran sorunların bir kısmını kendi imkanlarımızla çözdük. Ancak bazıları var ki, onları çözmek ya yerel yönetimlerin işi, ya da ülkemizi yönetenlerin görevi. Bu bağlamda ödediğimiz bedellere ise, ülke gerçekleri doğrultusunda, asla bir çözüm üretilemeyeceği ve bu gerçeğin, asla değişemeyeceği inancı, bu inançtan doğan ümitsizlik ise insanı içten içe yiyip bitiriyor. Kısaca içi biz otelcileri, dışı başkalarını yakıyor.




Sebahattin Karaca

sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com

1874











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)