ISSN 1308-8483
FAL BAKMIYORDUM AZİZİM YAŞIYORDUM / Elif Y. ÖZEL
Elif Y. ÖZEL    
  Yayın Tarihi: 29.7.2017    


FAL BAKMIYORDUM AZİZİM YAŞIYORDUM

Son zamanlarda kendimi, iki satırın arasına sıkışmış kalmış ve üç beş kelimeye de kendisini kurtarmaları için haber salmış nafile cümleler gibi hissediyordum.

Böylesi bir hissiyatı yaşamak yetmezmiş gibi, üstüne bir de, cebimde taşıdığım “yaşanacaklar listesindekileri” yaşamamak adına da olsa, hayatı kaldığı yerde öylece bırakıp gitmenin yollarını aramayı da kalkamayacağımı bile bile pusuya yatmayı da tarafıma sunulmuş promosyon ödülleri misali kabulden sayıyordum.

Çabalasam da bir türlü aradıklarımı bulamıyordum. Bulsam da, bulduğum şeylerin aradığım şeyler olup olmadığından emin olamıyor, emin olamadıkça da, hayatı bıraktığım yerden devralmaya mecbur kalıyordum.

Olmuyor ya da olamıyordu işte. Olmamasının ya da olamamasının sebeplerine gelince.

Bana göre bu durumun en geçerli sebebi, mecburiyetlerimin her şartta ve durumda isteklerimin önüne geçmesiydi.

Ayrıca, elime verilen listeyi uygun şekilde ve uygun sürede yaşayabilmek için uymam gereken bütün kurallar, söz konusu ben olunca, ricadan öte emir sayılıyor, aynı zamanda emre itaatsizlik etmeyim diye de gereken her türlü tedbir kararı vakitlice alınıyordu sanki. Hatta almakla da kalınmıyor, alınan bütün kararlar aynı anda hükme bağlanıyordu. İşte bu yüzden de, sıraladığım her sebep öyle ya da böyle geçerliliğini korumaya ısrarlı bir şekilde devam ediyordu.

Peki ya bu durumda, umulanla bulunan arasındaki farkı makul seviyelere indirgeyebilmem için benim ne yapmam gerekiyordu?

Öncelikle, kendisine veda etmiş bunca insanın arasına karışmış olsam da, kendimde kalabilmeyi başarmalı, başaramasam da, “denedim olmadı” cümlesini en kurallı haliyle kurabilmenin farklı yollarını bulmalıydım.

Bütün gerekçeleri peş pese ve de en etkili şekilde sıralayabilmenin en etkili yöntemini kullanarak da öyle ya da böyle vakit kazanmalıydım.

Durum bu denli vahimken, özellikle de her şeyin bu denli farkındayken, söylemek zorunda olduğum ne varsa hepsini, papatya falı bakmadığımı, bilakis yaşıyor olduğumu idrak etmiş biri olarak dümdüz ve de dimdik söylemeli, aynı zamanda, kapak olacak kabiliyette cümleler kurmayı da ihmal etmemeliydim.

Kısacası, “hayatın kaybolan parçalarıyla birlikte kaybolmamalı, kaybolmamak için de her türlü yolu denemeli, kendim de dahil olmak üzere herkese, bağıra çağıra da olsa bu durumu bir şekilde duyurabilmeyi başarmalıydım.

Bütün bu yaşananlar bir yana elbette burun buruna olduğum bazı gerçekleri de göz ardı etmeden…

Çünkü kabul etmek isteseler de istemeseler de, yaptıklarımın bir tekinin bile suç unsuru taşımadığının hepsi farkındaydı. Ben de farkında olduklarının farkındaydım tabii ki..

Bu yüzden, bütün kartlarımı açık tutmalı ve maç bitene kadar da o sahada olmalıydım. Maç aleyhime sonuçlansa da, centilmenliği elden bırakmamalıydım.

Yani, kendim için seçtiğim yaşama sebeplerini hayata geçirirken, kendi istediğim şekilde yaşamalı, sonuçlarına da öyle ya da böyle katlanmalıydım.

Kısacası, acılarımın hükmünü yaralarımın yüküne denk getirecek yöntemleri, onların usulleriyle değil, bizzat kendi usullerimle arayarak yol almalıydım.

Bana şapka çıkarttıracak bir duruşu olmayan bu hayatı, ne onlar gibi selamlayarak karşılamalıydım ne de onlar gibi itaat ederek yaşamalıydım yani.

Hoşlarına gitse de gitmese de, bu hayattaki yegâne amacımın, hayatın ta kendisine ulu orta dil çıkarabilmek olduğunu, bunu yapabilmek için de, yapmam gereken ne varsa yapacağımı, bunları yapmadan da bu bahsi kapatmayacağımı söylemeyi de unutmamalıydım.

Hele de “duyuyor muydum yoksa duruluyor muydum?” kararsızlığında yaşıyorken, hoş olmakla nahoş olmak arasında gidip geldiğimi de her fırsatta kendime hatırlatmalıydım. Çünkü yöntem ne olursa olsun bir şekilde kendimde kalmalıydım.

Listede yer alan ve hükmünü yitirirmiş ne kadar madde varsa, yeni liste hükme bağlanana kadar, her birinin tek tek ve de farklı yöntemler kullanarak canlarına okumalı, bunu da en asli görevim saymalıydım.

Aklım ardımda kalmasın diye de mutlak değer içine alınmış bütün aşkları, bir sonraki emre kadar, göz hapsinde tutmalıydım.

Özellikle de günün geceye dönmesini iple çekerken, iri kıyım hasretleri her akşam soframda ağırlıyor olmaktan da büyük keyif almalıydım.

Onları geçmişin hakkını verebilecek lezzete sahip menüler eşliğinde ağırlamalı, noktalanmış aşkları yok sayabilecek kabiliyetteki şarkılar eşliğinde de uğurlamalıydım.

Geriye kalan zamanımı da, beti benzi atmış bir geçmişte seni arayarak harcamamalıydım elbette.

Hayatın bana geçirdiği “es”leri de kabulüm saymamalı, bunu yaparken de ruhumu çürütecek her ne varsa, her birinden ayrı ayrı ve de itina ile uzak durmalıydım.

Kalanlardan ya da gidenlerden olamadığım gibi ölenlerden de olmadığımı aklımın bir taraflarına bir güzel kazımalıydım yani…

Gelişine destan yazmışlığımla gidişine özet düşmüşlüğümü bir araya getirenlere de şöyle usulünden bir selam yollamayı da hakkım saymalıydım.

Ara ara, önlenemeyecek bir hızla dizlerimin bağını çözdürecek bir şeyler bulsam da, üç kere okuyup üfleyerek ayağa kalkabilmeyi en anlamlı şükür sebebi saymalıydım.

Demem o ki;

Açtığım parantezleri vakitli kapatabilmek gibi, zamanı da yara almadan geçirebilmenin yollarına bakmalıydım gayrı.

Ne idüğü belirsiz üç beş kelimenin vicdanına bırakılacak cümleler yerine, renkli kalemlerle hecelenmiş cümleler kurmalıydım.

Ben bu hayatı,

“Söylemesem olmaz söylem de gönlüm razı olmaz” misali arada kalmışlıkları bir kenara bırakarak yaşamalıydım.

“Atar yapmak” olsa da adı, “fal bakmıyoruz azizim, yaşıyoruz” edalarıyla yaşamalıydım yani..

Kaybolmadan, bir o kadar da yara almadan…


Elif Y. ÖZEL



2158











   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)