ISSN 1308-8483
MARDİN / Güzin TÜMER
Güzin TÜMER    
  Yayın Tarihi: 17.3.2014    


MARDİN

Mardin'i ben ilk defa Murathan Mungan'ın kitaplarıyla sevdim. Büyük taş evlerde, geleneksel ve modern yaşam biçimini harmanlayarak hayatlarını sürdüren ailelerin hikayelerini Murathan Mungan'ın kitaplarında okudum. O coğrafyayı bir gün ziyaret etmenin hayalini kurdum. Benim yaşadığım yere çok uzak olan bu coğrafyada sürdürülen yaşam biçimi oralara gitme isteğimi hep kamçıladı. Biraz gecikmiş de olsa sonunda Mardin'e gittim.

Bir arkadaşım demişti ki "İkinci kez gitme isteği uyandıran bir şehir, benim için özeldir." Mardin'den ayrılırken kendi kendime "bu şehre bir kez daha gelmeliyim" dedim. İkinci kez bu şehre gitmeli ve daha uzun kalmalıydım. Yalnızca bir turist duygusuyla gezmemeli yaşamın içine nüfuz etmeliydim.. Gözün algıladıkları muhteşemdi. Kent görünenin ötesinde adeta insanın kulağına hikayeler fısıldıyordu.



Bir dağın tepesine kurulmuş olan Mardin, inişli çıkışlı sokakları, merdivenleri, tünelleri ve kendine özgü mimari anlayışı ile bir düş kenti gibi.

Üç farklı dilde selanın okunduğu bu kent, Yukarı Mezopotamya'da yaşamış halkların mirası. Anadolu'yu Mezopotamya'ya bağlayan tarihsel gelişim içinde onlarca uygarlığa, onlarca değişik din, etnik grup ve mezhebe ev sahipliği yapmış.

Süryani ve Ermeni mimari teknikleri kullanılarak, kesme taş işçiliği ile yapılmış evler, İslami mimari anlayışının şık örnekleri olan cami ve medreseler Mardin'in bir açık hava müzesine dönüşmesine neden oluyor.

Mardin'in evlerinde yarı açık alanlar bulunmakta. "Eyvan" adı verilen bu açık alanlar batı güneşine karşı gölgede kalacak biçimde yapılmış. Bu taş evleri birbirine bağlayan "abbara" adı verilen tüneller gerçekten kenti görülmeye değer kılan yapılardan.





İhtişamından etkilendiğim kenti gezerken üzüntü duyduğumu da itiraf etmeliyim. Mardin, Türkiye'nin Floransa'sı olabilecek nitelikteki bir şehir. Aslında bunu "şehirmiş" şeklinde düzeltmek daha doğru olur. Mardin şimdi eski ve yeninin birbirine karıştığı oraya özgü el sanatlarının kaybolmaya yüz tuttuğu bir kent... Kenti gezerken güzel ile çirkini ayırt emek için bir fotoğrafçının fotoğraf çekerken gösterdiği hassasiyeti göstermek lazım. Yani ayıklayarak bakmak...





Mardin şimdi, Kürtlere, Ermenilere ve Süryanilere ev sahipliği yapıyor.

"Süryani" kelimesini ilk defa Ferit Edgü'nün aynı isimli kitabından senaryolaştırılmış "Hakkari'de Bir Mevsim" adlı filmi 80'li yıllarda izlediğimde duymuştum.

Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan verimli ova, Mezopotamya birçok halka ev sahipliği yapmış. Bu halklardan bazıları, Fenikeliler, Akkadlar, Babiller, Asurlular ve Aramiler... Süryanilerin atalarının bu halklar olduğu söyleniyor. Bazı yerlerde de atalarının Asurlular olduğu belirtiliyor. Bugün Mardin çevresinde kendi geleneklerini sürdüren azımsanmayacak bir Süryani grubu var. Yeni yetişen Süryanilere kilise ve manastırlarda Süryani dili öğretiliyormuş.

Bu manastırlardan biri Deyrul Zafaran, bir diğeri Mor Gabriel... İki manastır da çok bakımlı. Özensizliğin yaşam biçimi haline geldiği bu ülkede manastırları gezerken çok şaşırdım. Manastırlar rehber eşliğinde geziliyor. Rehberler, eğitimli oldukları her hallerinden belli genç Süryaniler. Verilen hizmeti, mekanların büyüleyici atmosferini şaşkınla karışık heyecanla izlediğimi söylemeliyim.







Kültürüne, diline sahip çıkan Süryanilerin kökeni 5000 yıl öncesine kadar gidiyor.



Meryem Ana Kilisesi, Atlı Köyü, Midyat

Mardin'de Arapça, Türkçe, Kürtçe ve Süryanice konuşuluyor. Süryanice dünyanın en eski üç dilinden biriymiş. 22 harften oluşan alfabede tüm harflerin ünsüz olduğu söyleniyor. Ünlüler, okuyan kişi tarafından tamamlanıyormuş. Alfabenin İbrani, Feneke ve Arap alfabesi ile bağlantılı olduğu belirtildi.





Mardin'e birkaç günlük ziyaretimde tıpkı bu fotoğrafta olduğu gibi kente kapı aralığından baktım. Umarım araladığım bu kapıdan ikinci seferde içeri girerim.

Kentte bir dükkanda Arapça konuşuluyorken bir diğerinde Süryanice diğerinde ise Türkçe konuşuluyor.

Yaşayan bu çok kültürlülük gerçekten ilginç. Aslında ortak dil Türkçe. Buna karşın birçok kişinin de Türkçe bilmediğine tanık oldum. Aslında bu grupların kendinden olmayanlarla ne kadar kaynaştıklarını merak etmedim desem yalan olur. Orada konuştuğum insanlar birbirleri ile iyi komşuluk ilişkileri kurduklarını ama aileler arası kız alışverişi yapmadıklarını belirttiler.

Bir kent düşünün ki farklı geleneklerle düğünler yapılıyor, şarkılar, türküler söylenip dans ediliyor. Farklı günlerde bayramlar kutlanıyor. Aynı malzemelerden değişik tatlarda yemekler yapılıyor. Bu bence inanılmaz bir zenginlik... Elbette birlikte el ele kol kola yürüyebiliyorsak..

Mardin ilginç el sanatları ile dikkat çekmiş. "mardinimiz.com" sitesinden bir alıntıyla devam ediyorum. "Mardin öyküler içinde öykülerin zamanlar içinde zamanların birbirine karıştığı diyarda el sanatlarının beşiği olmuş." Buradaki cümleyi doğrulayan duygumu hemen paylaşmalıyım.

İbadet ve eğitimin tüm hızıyla devam ettiği manastırlarda dün bugün arasında bir gelgit yaşadım. Beni bugüne döndürenler çağdaş, bilgili genç rehberlerdi.

Mardin'de sokakları gezerken de bu gel-git'i çok kere yaşadım. Adeta bir zaman tünelindeydim. Abarra'larda yürürken gördüğüm geleneksel giysiler içindeki bir kadın beni alıp geçmişe götürüyordu. Tam kendimi "Alice" gibi hissederken modern giysili başka bir kadın ise beni bugüne çağırıyordu.



Tekrar el sanatlarına dönersek... Mardin'de Bakırcılar çarşısını gezerken çektiğim bir fotoğraf... Üzüntü ile ifade etmeliyim ki dükkanların büyük bir çoğunluğu kapalıydı. Bu dükkanlarda da çok kültürlülüğü hissetmek mümkün.



Mardin'de bilindiği üzere telkari adı verilen altın ve gümüş işlemeciliği çok yaygın. Çok sayıdaki gümüş dükkanlarında bu yöntemle yapılmış takılar satılmakta. Beni şaşırtanın altın takılar olduğunu söylemeliyim. Bu tasarımlar alışılagelen altın takı tasarımlarından çok farklıydı.

Bir başka el sanatı ise cam altına yapılan şahmeranlar... Oldukça popüler. Bana göre cam altı işçiliği olarak tanımlanan bu iş kolu zanaat olmaktan çıkmalı. Ürünlerin bir sanat eseri olduğunu söylemek mümkün.

Mardin el sanatlarının arasında taş işçiliği, çanak çömlekçilik, oyacılık gibi sanatları da sayabiliriz. Ayakta kalabilmek için devletin desteğini beklediklerini de söylemeliyim.

Bu arada Mardin'de üretilen üzümlerden yapılan Süryani şaraplarından söz etmemek haksızlık olur. Birkaçını tatma şansım oldu. Hiç fena olmadıklarını da söylemeliyim. Birçok zeytin ağacı da gördüm Mardin'de hafiften bir Ege havası da gördüm.

Mardin'in sıcak insanları da hiç unutulası değil..

Sokaktan bizi çağırıp tatlı ikram eden dükkan sahibini, kısa süreliğine anlaştığımız taksi şoförünün hiçbir ücret talep etmeden saatlerini bizimle geçirmesini unutmak mümkün değil. Sokakta, kafe ya da restoranlarda bizimle ilişki kuran herkesi güzel duygularla hatırlıyorum.

Şimdi bu güzel insanlardan birkaç fotoğraf...





Eski Mardin daha önce de yazdığım gibi bir dağın üzerine kurulmuş. Mezopotamya ovasına bakıyor. Çok sayıda kafe Mezopotamya manzarası satıyor. Bir bardak çayın eşliğinde bu manzara insana farklı duygular yaşatıyor. Ovaya bakarken o ufuksuzluk insana nerede olduğunu unutturuyor. Aslında ne ormana ne denize bakıyoruz. Göz alabildiğince bir düzlük... Ovaya bakarken bende uçma duygusu yarattı. Belki de istediğim zaman tünelinde bir yolculuktu. Bu yolculukla Mezopotamya'ya zengin mirası bırakan Babillilere, Fenekelilere, Aramilere ya da Asurlulara.... bir selam eşliğinde teşekkür etmekti.



Bu güzel kentten birkaç fotoğraf daha...





Kasımiye Medresesi, Artuklu dönemi mimarisi ile inşa edilmiş. Gün batımını buradan izlemenin doyumsuz olduğu söylendi. Benim izleme şansım olmadı. Mardin'in aydınlık gençleri bu medresede bağımsız sinemanın örneklerini gösteren festival düzenliyorlarmış.



Aslında Mardin'le ilgili söylenecek çok şey var. Bu gezide Midyat ve Hasankeyf'i de ziyaret ettik. Hasankeyf için ne yazık ki artık söylenecek bir söz kalmamış. 12 bin yıllık tarihin ve kültürün yok edilişi ve sular altında kalmaya başlayan bu muhteşem tarihi mirasın yanı başına inşa edilen apartman gecekondular insana ancak derin bir "of" çektiriyor. Şimdi Hasankeyf'den birkaç fotoğraf..





Midyat gibi özel bir şehrin nasıl mahvedildiğini de gördüm.

Yıllar önce Midyat'a gittiğimde çok kısa süre kalma şansım olmuştu. Uzaktan şehre baktığımda iki farklı mimari, kenti şık bir şekilde ikiye ayırıyordu. Bu kısa gezinin üzerinden uzun yıllar geçti. Bu sefer ikinci ziyaretimdi. Eski ile yeniyi ayırmanın imkansız olduğu kentte yaşadığım sadece hayal kırıklığı idi. İşte Midyat'ın meşhur "Konuk Evinden" birkaç fotoğraf...



Konuk Evi’nden bakıldığında objektife takılanlardan...



Şimdi birçok dizi filim için filim platosu olarak kullanılan Konuk Evi



Konuk Evi’nden bakıldığında görülen başka manzara.

Coşku ve hüzün karışık birkaç günlük Mardin seyahatini tamamladım. Mardin'e ikinci kez yolumu düşürme dileğimle bu yazıyı noktalıyorum..


Güzin TÜMER



3488










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)